Geride bıraktığımız yılın Türkiye’nin dış ilişkileri bakımından en önemli hadisesi, Suriye’de yaklaşık 54 yıldır ipleri elinde tutan Esad ailesinin kontrolündeki rejimin 8 Aralık tarihinde devrilmiş olmasıdır.
Rejimin çöküşü, Suriye’de ve bölgede bugünden kestiremeyeceğimiz kısa, orta ve uzun vadeli sonuçları açısından devasa bir kırılmayı gösteriyor.
Her yeni yılın başında yaptığımız üzere Suriye ile ilişkilerde geçen bir yılın bütününü değerlendirdiğimizde, yaşanan bu büyük depremin ışığında oldukça ironik bir tabloyla karşılaşıyoruz.
Yılın son ayında meydana gelen dramatik değişikliğin öncesinde 2024’ün ilk 11 ayına baktığımızda, bu dönem boyunca Ankara’nın Beşar Esad ile ilişkileri normalleştirme arayışlarının ön plana çıktığını, ancak barışma çabalarının her seferinde nafile bir şekilde sonuçlandığını görüyoruz.
*
Türkiye’nin 2010’lu yılların önemli bir kesitinde Mısır, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri gibi kilit Arap ülkeleriyle yaşadığı büyük kopmanın ardından bu ilişkileri 2020’li yılların başlarında normalleştirip düzene sokmasıyla birlikte, Arap dünyasında bu sürecin açık kalan tek halkasını Suriye ile ilişkiler oluşturuyordu.
Aslında ilk olarak 2023 yılı Suriye ile ilişkilerin düzeltilmesine dönük bir dizi görünür hamleye sahne oldu. Rusya’nın arabuluculuğu üzerinden atılan adımların sonucu, 2023’ün ilk yarısında Ankara ile Esad rejimi arasında Rusya ve İran’ın da katıldıkları dörtlü formatta dışişleri, savunma bakanları ve istihbarat başkanlarının bir araya geldikleri bir dizi toplantı gerçekleşti.
Bunlar arasında en çok dikkat çekeni, 14 Mayıs 2023 seçimlerinden tam dört gün önce 10 Mayıs tarihinde Moskova’da Türk, Rus, Suriye ve İran Dışişleri Bakanları arasında yapılan ortak toplantıydı.
Bu arayışların 2023 seçiminin hemen öncesine rastlaması, yapılan hamlelerin kampanya döneminde yakıcı bir mesele haline gelen Suriyeli sığınmacılar konusunda kamuoyuna, seçmenlere mesaj verilmesi niyetleriyle ilişkilendirilmesine de yol açtı.
*
Gelgelelim seçim sonrasında bir süre tavsamış görünen normalleşme dosyası, 2024 yılına girilmesiyle birlikte yeniden ilişkilerin gündemine yerleşmiştir.
Ankara’nın Suriye’de PKK/YPG’yi sahadan çıkartmayı merkeze alan terörle mücadele stratejisinin etkili bir şekilde uygulanabilmesi, aynı zamanda sığınmacıların ülkelerine dönüşüyle ilgili hareketlilik sağlanabilmesi, bir şekilde Esad rejiminin de denklemin içine alınabilmesini gerekli kılıyordu.
Geçen yıl boyunca Ankara’da resmi düzeyde yapılan açıklamalara baktığımızda, Türkiye ile Suriye arasında normalleşmenin gerekleri üzerine çok sayıda mesajla karşılaşmak mümkündür. Özellikle Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’dan doğrudan Beşar Esad’a giden bir dizi sıcak mesaj hemen dikkat çekiyor.
Bu noktada Rusya lideri Vladimir Putin’in Suriye Temsilcisi Alexander Lavrantiev’in geçen 26 Haziran’da Şam’ı ziyaret edip Esad ile görüşmesinden sonra bir ara geçici bir iyimserlik havasının uç verdiğini de belirtelim.
Esad, Lavrantiev ile görüşmesinden sonra “Suriye devletinin topraklarının tümü üzerindeki egemenliğine saygı ve terörizmin bütün şekilleri ve örgütleriyle mücadele esaslarına dayandığı sürece, Suriye-Türkiye ilişkilerine dönük bütün inisiyatiflere açık olduğunu” söylemiştir.
Erdoğan, Esad’ın bu çıkışını olumlu karşılamış ve 28 Haziran’da yaptığı bir açıklamada, Suriye ile diplomatik ilişki kurulmaması için hiçbir neden olmadığını kaydederek, “Biz Suriye’yle bu ilişkileri geliştirmekte geçmişte nasıl birlikteysek yine aynı şekilde birlikte hareket ederiz. Suriye’nin de iç işlerine karışmak gibi bir derdimiz, bir hedefimiz asla olamaz” demiştir.
Cumhurbaşkanı, geçmişte ilişkilerin “ailece görüşmeye varıncaya kadar” çok canlı tutulduğunu da hatırlatmıştır.
Erdoğan, daha sonra bu yöndeki mesajlarını birçok vesileyle tekrarlamış, bu arada 12 Temmuz’da Esad’a “Ya ülkeme gel veya üçüncü ülkede bu görüşmeyi yapalım” çağrısında bulunduğunu da açıklamıştır.
Cumhurbaşkanı, geçen 21 Eylül’de BM toplantısı için ABD’ye giderken yine önemli bir çıkış yaparak, “İlişkilerin normalleştirilmesi için Beşar Esad ile görüşme irademizi ortaya koyduk. Biz şimdi karşı taraftan cevap bekliyoruz. Biz buna hazırız. Halkı Müslüman iki ülke olarak artık bu birlikteliği, bu beraberliği bir an önce gerçekleştirelim istiyoruz. İki ülke ilişkilerinde yeni bir dönem de böylesi bir görüşme neticesinde inşallah başlar diye inanıyorum” demiştir.
Cumhurbaşkanı’nın “görüşelim” önerisine Esad’dan olumlu bir yanıt hiçbir zaman gelmemiştir.
*
Rus tarafından yapılan muhtelif açıklamalara bakılırsa, ilerleme sağlanamamasının en önemli nedenlerinden biri, Türkiye’nin Esad’ın önceden istediği Türk askeri gücünün Suriye’nin kuzeyinden çekileceğine ilişkin güvenceyi vermeye yanaşmamış olmasıdır.
Buna karşılık Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Rus tarafının aslında Ankara-Şam normalleşmesi için çok çaba sarf ettiği kanaatinde değildir. Fidan, 15 Kasım’da A Haber’e mülakatında, bu konudaki bir soru üzerine, Şam’ın belli adımları atması konusunda “Rusların çok yoğun bir baskı yapacağını düşünmediğini” ifade etmiş, “Bu konuda biraz nötr duruyorlar açıkçası” diye konuşmuştur.
İran cephesine baktığımızda Ankara’daki yaygın görüş, Tahran’daki rejimin konu edilen dönemde Suriye’deki nüfuzunu kaybetmemek açısından Türkiye ile Esadrejimi arasındaki bir yakınlaşmayı zaten desteklemekten uzak durduğudur.
*
İlginçtir ki, bütün kilitlenmeye rağmen, Ankara geçen kasım ayının ortalarına kadar Şam’a sıcak mesajlar göndermeye devam etmiştir. Örneğin Cumhurbaşkanı Erdoğan, 12 Kasım’da yaptığı bir açıklamada şunları söylemiştir:
“Ben hâlâ Esed’den umutluyum. Bir araya gelip Suriye -Türkiye ilişkilerini inşallah yoluna koyalım diye hala umudum var. Çünkü bizim Suriye-Türkiye arasındaki terör yapılanmalarını yok etmemiz lazım. Biz Suriye tarafına normalleşme konusunda elimizi uzattık. Bu normalleşmenin Suriye topraklarında barış ve huzura kapıyı aralayacağını düşünüyoruz.”
Erdoğan’ın bu seslenişi Heyet Tahrir eş Şam’ın (HTŞ) Halep’e dönük askeri harekatı başlatmasından tam iki hafta öncedir.
*
HTŞ birlikleri 27 Kasım akşamı harekete geçmiştir. HTŞ, 29 Kasım akşamı Halep’ten içeri girmiş ve 30 Kasım günü büyük ölçüde kentte kontrolü ele almıştır. Silahlı muhaliflerin daha sonra güneye başkent Şam’a doğru yönelen harekâtı 8 Aralık günü Esad’ın ülkeyi terk etmesiyle sonuçlanmıştır.
Burada Esad’ın 2024 boyunca Erdoğan’ın kendisine yaptığı açılımlara olumlu bir yanıt verip Ankara ile kontrollü bir diyalog egzersizini başlatması bu tabloyu değiştirir miydi?
Örneğin, iki ülkenin dışişleri bakan yardımcıları arasında ilişkilerin düzeltilmesinin koşullarının araştırılmasını konu alan bir diyalog kanalının açılmış olması, en azından normalleşmenin bir başlangıcı olarak görülmez miydi?
*
Tabii ki tarihin akışında varsayımlar üzerinden geriye dönük sorularla bir yere varmak mümkün olmuyor.
Ancak yine de bu varsayım üzerinden düşündüğümüzde bir fikir egzersizi olarak şu soruları yöneltebiliriz.
Erdoğan’ın Esad’la arzuladığı normalleşmenin ilk adımlarının atılması, HTŞ’yi Halep’e doğru bir harekâta kalkışmaktan caydırır mıydı? Bu yönde bir gelişme Ankara’yı karşısına almamak düşüncesiyle HTŞ’yi frene basmaya iter miydi? Ya da Ankara diyalog sürecini sekteye uğratabileceği endişesiyle durması için HTŞ üzerinde ağırlık koyma yoluna mı giderdi?
Bunlar, yanıtları olmasa da yine de yabana atılacak sorular değildir.
Ama şu kadarını söyleyebiliriz. Tarihin akışı Esad’a Ankara ile diyalog penceresini açmış, ancak kendisi bu pencereyi kapatmayı tercih etmiştir.
Bu kararının sonucu, Esad Suriye’yi terk edip Moskova’ya gittikten sonra Şam’a ayak basan ilk yabancı istihbarat şefi İbrahim Kalın ve ilk Dışişleri Bakanı da Hakan Fidan olmuştur...