İktidar kontrolündeki yayın organlarının, iktidardan beslenen gazetelerin ama özellikle de Anadolu Ajansı ve TRT’nin iktidar lehine çalıştıklarını ve Türkiye’deki muhalif seslere sansür uyguladıklarını yıllardır biliyorduk, görüyorduk.
Ancak bu sansür giderek azıttı ve artık yabancı ülke devlet başkanlarının sözlerine de ağır bir sansür uygulamaya başladılar ve canlı yayınlanan basın toplantılarını bile işlerine geldiği gibi, sansürlü bir biçimde çevirip servis etmeye başladılar.
Bu ayıplı tavrın bu seferki sahibi Anadolu Ajansı.
ABD’nin birkaç gün sonra koltuğa oturacak olan Başkanı Donald Trump, Mar o Lago’daki kulübünde bir basın toplantısı düzenledi ve özellikle dış ilişkiler konusunda sorulara yanıt verdi.
Anadolu Ajansı da bazı internet sitelerinden ve bazı ABD televizyonlarından canlı yayınlanan bu basın toplantısının Türkiye ile ilgili bölümlerini haberleştirdi.
Bu da Türkiye’de “Trump’tan Erdoğan’a övgüler” başlıklarına neden oldu.
Çünkü AA Trump’ın sözlerinin tamamını değil, sadece iktidarın hoşuna gidecek bölümünü “Cumhurbaşkanı Erdoğan benim dostum ve saygı duyduğum biri. Onun da bana saygı duyduğunu düşünüyorum” sözlerini ve Suriye’den asker çekip çekmeyeceğine ilişkin soruya verdiği “Bunu size söylemeyeceğim çünkü bu askerî stratejinin bir parçası. Ancak şunu söyleyebilirim ki, bu Türkiye ile ilgili bir durum” kısmını haber adı altında aboneleriyle paylaştı.
Oysa Trump’ın sözleri bundan ibaret değildi.
Trump, Erdoğan’ın Suriye’ye adamlarını yollayıp Suriye’yi aldığını iddia etti ve “O, ben kendisinden rica ettikten sonra birtakım insanların peşine düşmemeyi kabul etti. Kimden bahsettiğimi biliyorsunuz, Kürtler. Bu ne kadar sürecek bilmiyorum, çünkü onlar doğal olarak düşmanlar, birbirlerinden nefret ediyorlar. O bunu şimdilik yapmadı, başlamıştı ama ona‘Lütfen bunu yapmayın’dedim. O da yapmadı.”
O dediği, Erdoğan’dan başkası değil.
Ve Trump Başkanlığının son döneminde Erdoğan’dan YPG’ye karşı harekete geçmemesini tehditkar bir dille istediği mektubunu hatırlattı ve Türkiye’nin PKK/YPG’ye bu mektup nedeniyle seyirci kaldığını da açıkça söylüyor.
Trump’ın bu açıklamalarının Türkiye’nin bölgede başını derde sokmayı amaçlayan ve komşuları ile ilişkileri bozma amacını güden ama övgüye benzetilmiş ithamlar içerdiğini anlamak zor değil.
AA’nın Trump’ın sözlerinin bu bölümünü haber yapmamasının nedeni de bu olsa gerek.
Ama AA haber yapmadı diye Trump bu sözleri söylememiş olmuyor. Ve zannederim Trump, Mazlum Kobani’nin de davetli olduğu yemin töreninin ardından koltuğa oturunca Türkiye’nin dış ilişkilerini riskli bir dönem bekliyor.
Kandil süreci beğenmemiş
MHP lideri Devlet Bahçeli “Abdullah Öcalan’ın umut hakkı olmalı. İmralı’dan çıkarılıp, TBMM’de konuşmalı, terörü bitirmeli” diyerek Yeni Çözüm Süreci’ni başlatıp terörü Öcalan’ı affederek sona erdirmeyi önerdiği gün “PKK Öcalan’ı dinler mi ki?” diye sorduk.
Bir önceki çözüm sürecinde Kandil’in ihtiyarları Öcalan’ı takmadıklarını göstermişlerdi. Şimdi o değişmişti de, takacaklardı!
Bahçeli’de ne değiştiği ise ayrı bir soruydu.
Birinci Çözüm Süreci’nde Öcalan’ın devreye sokulmasına ağır tepkiler gösteren Bahçeli’deki değişimin nedeni neydi ki, şimdi Öcalan’ı devreye sokmayı o ister olmuştu.
Ve geçen 25 yılda Öcalan’dan faydalanmayı düşünmeyen “milliyetçi” lider şimdi birden Öcalancı’ya dönüşmüştü.
Açıkçası Bahçeli’nin kendi dönüşümünü anlamak benim açımdan imkan dahilinde değil ama PKK’nin ve Kandil yönetiminin Öcalan’ı dinlemeyeceği aşikardı.
PKK 1978’de kuruldu.
Devlete karşı ilk büyük eylemini 1984’te yaptı.
Yani Öcalan PKK’yı, kuruluşu başlangıç olarak alırsanız 21 yıl, ilk eylemi baz alırsanız 15 yıl yönetti.
25 yıldır ise örgütten uzak ve PKK’yı başkaları yönetiyor.
Buna dayanarak örgütü Öcalan’ı dinler mi dedik.
Haklı da çıkıyoruz galiba.
Kandil’in elebaşılarından Mustafa Karasu çözüm sürecine güvenmediğini, Öcalan ile görüşen heyetin temsil kabiliyetinin olmadığını açık açık söyledi.
“Karasu da kim, Kürt bile değil?” diyenler olabilir.
Ama Oslo Süreci denilen dönemde, Başbakanlık Müsteşar Yardımcısı Hakan Fidan ile PKK adına görüşmeler yapan PKK heyetinin başında Mustafa Karasu vardı dersem Karasu’nun PKK içindeki önemi daha iyi anlaşılabilir.
Karasu’nun sözleri, Kandil’deki PKK’nın “Papaz Kadrosu”nun 2. Çözüm Süreci’ne katkı vermeyi düşünmediğini ve eski tüfeklerin “Terör örgütü olarak tanınan PKK’yi lağvedin, dünyanın yasal olarak gördüğü YPG çatısı altında toplanın” şeklindeki yeni öneriye sıcak bakmayacaklarını da anlamış olduk.
Açlık var açlık
Siz olmayacak duaya amin diyerek Apo’yu serbest bırakarak PKK sorununun çözülüp çözülmeyeceğini tartışırken, Suriye’de etkinliğini arttıran Türkiye mi yoksa Suudi Arabistan mı diye oynaşırken, Türk halkının kahir ekseriyeti yani ezici bir çoğunluğu başka bir gündemle uğraşıyor.
Açlık.
Siz bakmayın otomobil satışlarının rekor kırarak bu yıl 1,2 milyona ulaşmasına, büyük kentlerin zengin semtlerinde kafelerin dolup taşmasına, Ferrari, Lamborghini, Bentley gibi her biri 35-40 milyon TL’den başlayan fiyatlarla satılan otomobillerin satış rekoru kırmasına.
Bugünün Türkiye’sinde artık bir “açlık” sorunu var.
Sosyal medyada bana iletilen mesajlara bakınca gözlerim doluyor.
Çocuğunun beslenme çantasına tek bir şey bile koyamayan annelerin çığlıkları ulaşıyor.
Bir tanesi şöyle yazmış: “Abi, kızımın öğretmeni okula çağırdı, ‘Kızınız her gün karnım ağrıyor diye ağlıyor’ dedi. Nasıl diyeyim çocuk açlıktan ağlıyor diye…”
Bir başkası “Karacadağ İlkokulu’nda bazı öğrenciler açlık nedeniyle eğitimlerine sağlıklı bir şekilde devam edememektedir.” diyerek öğrencilerin sınıfta açlıktan fenalaştığını yazıyor.
Profesör Ufuk Akçiğit’in eğitimle ilgili araştırmasında da benzer korkunç sonuçlar görülüyor.
Araştırma sonucuna göre Türkiye’de her 5 öğrenciden 1’i, haftada en az bir günü hiçbir şey yemeden geçiriyor.
Evladı aç olan ana babanın tok olacağını düşünemeyeceğimize göre, bu oranı genele de yayabiliriz.
Zaten iktidar da toplumu refaha kavuşturmakla değil, sosyal yardım miktarı ile övünüyor.
Ve bu arada Danıştay da yemek kartlarından market alışverişi yapılmasını engellemeye çalışıyor.
İşyerinde kendisine sağlanan hakkı ailesi ile paylaşmaya çalışan ana babalardan vergi ve SGK primi peşine düşüyor.
İdari yargı o garibanların peşine düşeceğine, iktidar yanlısı müteahhitlere verilen haksız milyonların ve vergi aflarının peşine düşseydi ana babalar yemek kartları ile market alışverişi yapmak zorunda kalmazdı muhtemelen!
NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?
Aç tokun halinden anlamak zorunda bırakılmadığı zaman.