“Gömmezlerse gömülecekler” söyleminin kodları: Erdoğan ne istiyor?

“Bölücü caniler ya bir an önce silahlarını gömecekler ya da silahlarıyla birlikte toprağa gömülecekler. Bunun dışında üçüncü bir yol yok. Silahın, şiddetin, terörün devri artık sona ermiştir.” Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, 4 Ocak’ta Samsun’da AK Parti İl Kongresindeki bu sözleri ilk defa söylemedi; özellikle tekrarlamak istiyor. Ama müttefiki MHP lideri Devlet Bahçeli’nin girişimiyle İmralı’ya gidip PKK’nın kurucu lideri Abdullah Öcalan ile görüşen DEM Parti heyetinin getirdiği PKK ile diyalog rüzgârıyla havalanan ikinci, üçüncü kademe siyasi aktörlerin ayaklarını suya erdirmesi bakımından zamanlama önemi vardı.

Erdoğan hem iktidar hem muhalefet cenahlarından PKK’nin “Hayat bayram olsa” şarkısı eşliğinde silahları bırakma takvimleri açıklayan, bu beyanlarla dereyi görmeden paçaları sıvayan siyasetçi ve siyaset yorumcularına, güncel deyimle bir “ayar verdi”.

Erdoğan ne istiyor?

Erdoğan PKK’nın “bir an önce” silahları “gömmesini” istiyor. Ateş kesmesini, silah bırakmasını değil, silahları gömmesini; bunun anlamı PKK’nın 1978’den bu yana sürdürdüğü silahlı mücadeleden vaz geçtiğini açıklayıp, fiilen örgütü lağvetmesidir.

Aksi takdirde “gömülecekleri” tehdidi hem mecazi hem fiziki anlam taşıyor: tehdidin adresi artık Türkiye’de değil, PKK’nin ABD ile işbirliği sayesinde geliştirdiği silahlı güçlerinin bulunduğu Suriye ve Irak’tır. Göstergeler, Türkiye’nin elindeki bütün askeri gücüyle PKK güçlerini vurmaya hazırlandığı yönünde. Son birkaç haftadır Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler ve kuvvet komutanlarının Suriye, Irak ve İran sınırları boyunca stratejik noktalardaki askeri birliklerdeki denetim faaliyeti Erdoğan’ın son sözleriyle birlikte okunmalı.

Erdoğan’ın “silahları gömün” çağrısını tekrarlarken İmralı’da Öcalan ile konuşan TBMM’nin DEM Partili Başkan Vekili Sırrı Süreyya Önder ve partinin ağır toplarından Pervin Buldan’la görüşmeyeceğini, kendi yerine AK Parti Meclis Grup Başkanı Abdullah Güler’in görüşeceğinin açıklanması da önemlidir. Erdoğan PKK’den duymak istediğini duymadan elini bu defa taşın altına koymak istemiyor.

CHP’nin tutumu

CHP lideri Özgür Özel’in konuyu buradan yakalayıp 5 Ocak’ta Sarıkamış’ta “Bir partinin genel başkanının bu görüşmeyi yapmamasının bu sürece nasıl etki edeceğini arkadaşlarımızla birlikte değerlendireceğiz” diyerek Erdoğan’ın temkinli tutumuna dikkat çekmesi bir gün önce söyledikleriyle uyumlu. Özel, Erdoğan’ın Samsun’da konuştuğu 4 Ocak’ta Ardahan’da “Ne tıkayan ne de bozan oluruz ama planın bir parçası olmayız” diyerek temkinli tutum sergilemişti.

CHP’nin bu temkinli tutumunun PKK ile yeni bir diyalog sürecine karşı olduklarını açıkça ilan eden İYİ Parti ve Zafer Partisi ile de arasına açık bir mesafe koyma işine de yarıyor.

Son on küsur yıldır Suriye politikasındaki isabetsizliği nedeniyle eleştirilen CHP’nin bu defa Suriye’deki rejim değişikliğiyle eşzamanlı gelişen PKK diyalogu sürecinde yoğurdu üfleyerek yemesi anlaşılabilir.

PKK ne istiyor?

PKK’nın ne istediğini tam olarak bilemiyoruz. Ne Öcalan’ın -açıklandığı kadarıyla- söyledikleri konusunda ne DEM Partililerin, MHP liderinin söyledikleri konusunda ne de AK Parti’den -parti adına konuşma yetkisi bulunmayan- isimlerin söyledikleri konusunda Kandil’in güncel tutumunu biliyoruz.

Kandil bir yandan Suriye’de iktidara gelen HTŞ lideri Ahmed el-Şara’nın federasyona karşı tutumunu, bir yandan Donald Trump’ın 20 Ocak’ta ABD Başkanlığını devralması ardından Suriye’de kalıp kalmama ihtimalini, bir yandan İran’ın Filistin-Lübnan-Suriye’de kolunun kanadının İsrail tarafından kırılmasını ve en çok da Türkiye’nin kapsamlı askerî harekât hazırlığını değerlendiriyor. Zor iş.

DEM Parti Eş Başkanı Tuncer Bakırhan’ın 5 Ocak’ta Öcalan ile diyalog sürecinin Türkiye’nin Rojava politikasını da değiştirmesi gereğinden söz etmesi, DEM yönetimin PKK baskısı altında olduğunu akla getiriyor.

ABD Savunma Bakanlığının Kobani’de üs kurarak Türklerin PYD/YPG’yi vurmasını önleyeceği iddiasını reddetmesi ardından İsrail Dışişleri Bakanı Gideon Saar’ın SDG’nin dış ilişkiler sorumlusu İlham Ahmed’e telefonda “İsrail’in Kürtlerin haklarının koruyacağı garantisi verdiği” haberi geldi.

Kandil’in zorlandığının itirafı gibi.

Selahattin Demirtaş açmazı

Bu sırada ajanlara düşen DEM Parti’nin Selahattin Demirtaş ile de görüşeceği haberi bir başka zorluğa işaret ediyor.

Deniz Zeyrek, NOW TV’deki Orta Sayfa programımızda önemli bir kulis bilgisi verdi. Ahmet Türk takviyeli DEM heyeti Bahçeli ile görüşmelerinde Demirtaş konusunu da açacak olmuş. Bahçeli konunun açılmasına dahi izin vermemiş; “Seni başkan yaptırmayacağız” meselesi devam ediyor. (Osman Kavala’nın hapiste tutulmasının nedeni de aynıdır bana göre.)

Oysa geçen akşam bir grup gazeteci otururken yanımıza gelip, önce geçim sıkıntısından söz eden bir Kürt işçi, konuyu buraya getirip “Biz Selahattin Demirtaş’a bakarız” dedi; Öcalan’ı da Kandil’i de Cumhur İttifakını da rahatsız eden bir durum elbette. Sadece DEM Partililer de değil, hlkın bir kesimi Demirtaş’a (DEM tarafından da) haksızlık yapıldığı kanısında ve onun ne diyeceğini duymak istiyor.

Kürt siyasetinin kıdemli isimlerinden Mesut Değer, Diyarbakır Söz gazetesinde “Çözüm Sürecinde Türkiye: 2025” başlıklı ve meraklıların okumasında fayda bulunan kapsamlı analizinde de bir önceki “sürecin” çökmesi nedenleri arasında işte bu başkanlık siyaseti meselesini saymış.

Vatandaş ne istiyor?

Erdoğan da Bahçeli de şu anda Demirtaş ayrıntısıyla meşgul değiller; o işi DEM’e bırakmış gibiler. Bir an önce PKK’nın silahlı mücadeleye son verdiği açıklaması yapmasını ya da en azından DEM’in bunu yaparak kendisini PKK’dan ayırmasını istiyor.

Vatandaşın ezici çoğunluğunun talebi artık şiddet ortamının son bulması, güvenlik içinde gerçek gündeme dönülmesi, refahın adil bölüşümle artması.

Türkiye’de şiddet ortamı ve tehdidinden yarar uman içeride ve dışarıda güç odakları var elbette.

O nedenle “paradigma değişti” türünden içi doldurulmamış havalı ifadelerle paldır küldür ilerlemek yerine gerçekten ne olup ne bittiğinin, kimin ne istediğinin açıklıkla kamuoyuna anlatılmasında yarar var.

Hükümetin net tutumunu Erdoğan’ın “Silahlarını gömmezlerse gömülecekler” sözleri anlatmıyorsa, ne anlatır acaba?