Yeni paradigma: Yerli-milli eşitleyen süreç, diğer ülkelerdeki Kürtleri de kapsayacak bir soft power güç mü?

Dokuz yıl aradan sonra İmralı’da Abdullah Öcalan ile görüşme oldu. Görüşmeye giden isimler kendisiyle yıllar önce son görüşmeyi yapan, Öcalan’ın 21 Mart 2015’te Diyarbakır’da mektubunu okuyan isimlerdi: Pervin Buldan ve Sırrı Süreyya Önder. 2012 sonunda başlayan çözüm-barış arayışları, 28 Şubat 2015’teki iktidarla HDP’li siyasetçilerin Dolmabahçe Mutabakatı’na rağmen tıkanma sinyalleri veriyordu. Öcalan’ın mektubunda ‘Eşme Ruhu’ tanımı kullanılıyor, Türkler ve Kürtler arasında yeni bir tarihi sembol oluşundan bahsediliyordu. Bahsedilen ‘ruh’ Türkiye’nin o dönem görüşmeler yaptığı, ilerleyen süreçte ‘terörist ilan ettiği’ Suriye’deki PYD-YPG’nin kontrolündeki yere Süleyman Şah Türbesi’nin ortak operasyonla taşınmasıydı.

2015 Suriye’deki savaşın dördüncü yılıydı. Aradan geçen sürede savaşın ülkedeki yıkıcılığı arttı, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu ülkelere Rusya’dan ABD’ye İran’a Suriye içinde değişik alanları-grupları kontrol altında tuttular. Sonuçta bu yıl 11 günlük bir harekâtla Türkiye’nin de dahil olduğu pek çok ülkelerin ‘terörist listesindeki’ HTŞ, 8 Aralık’ta Esad’ı devirdi. Yeni Suriye’nin oluşumunda Türkiye sözel ve görsel sorumluluk alacağını duyururken bölgede kendi alanlarını-yönetim biçimlerini yaratmış Kürtlerle ilişkisinin nasıl olacağı da gündemdeydi. İktidarın yetkilileri SDG’nin kontrol ettiği alanın kabul edilemez olduğunu, Suriye’nin üniter yapısına da vurgu yaparak duyurdular. Askeri operasyon seçeneği de masada-gündemde tutuluyordu. Bu arada Şam’daki yönetimin başındaki isim Colani, ‘SDG ile yapıcı müzakereler yürütüldüğünü’ söylerken SDG’nin önde gelen isimlerinden Mazlum Abdi de ‘Kobani’nin tüm silahlardan arındırılarak Türkiye’nin endişelerini hafifletmekten’ bahsediyordu.

Öcalan görüşmesi tüm bu süreçlerin ortasında gerçekleşti. ‘Eşme Ruhu’ diye biten dokuz yıl önceki son mesaj, o ruhun bugün Suriye içinde etkisini de belirleyebilecek şekilde yeniden ortaya çıkıyor. Üstelik sürece kapıyı Türk milliyetçisi partinin Genel Başkanı Devlet Bahçeli açıyor. Öcalan’ın açıklamalarını da dikkate alarak şu an yaşananları alt alta yazmakta fayda var.

-Öncelikle ekim ayından itibaren yaptığı konuşmalarla görüşmenin olmasını sağlayan, ‘dünyada barış isterken kendi ülkemizde de barışı sağlamak lazım’ diye Bahçeli’ye ayrı bir parantez açmak lazım. Bir önceki süreçte eleştirel-karşı pozisyonda yer alan Bahçeli’nin yeni sürecin kapısını açması ‘barış-çözüm’, adına ne denecekse ortamı kolaylaştırabilir. Bahçeli’nin çıkışında öne çıkan faktörler ‘Türk-Kürt kardeşliği’ ve bölgedeki savaşlar-çatışmaların memleket için yarattığı risklerdi.

-Öcalan’ın mesajı da ‘Türk-Kürt kardeşliğini yeniden güçlendirmek tarihi bir sorumluluk olduğu kadar tüm halklar için de kader belirleyici bir önem ve aciliyet kazanmıştır’ şeklinde başlıyor. Kardeşlik üzerinden kurulan dilin önümüzdeki sürecin belirleyicisi olacağını düşünmek gerekir.

-Burada Türk-Kürt kardeşliği tanımı ile gidecek sürecin demokratikleşmeden uzak bir noktada seyri, demokrasi ile kardeşlik-bölge güvenliği noktalarının ayrışmasının riskleri olabilir. Öcalan’ın son cümlesi ‘devir Türkiye ve bölge için barış, demokrasi ve kardeşlik devridir’ şeklinde. O da Bahçeli gibi ‘Türkiye ve bölgede barışı’ dile getiriyor ama demokrasi vurgusuyla. Ayrıca ‘bütün bu çabalarımız, ülkeyi hak ettiği düzeye taşıyacak ve aynı zamanda demokratik bir dönüşüm için de çok kıymetli bir kılavuz olacaktır’ da diyerek. MHP’den ilk yorum partinin Genel Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Mevlüt Karakaya’dan geldi. "Bu çağrıya pozitif bir yaklaşım içerisinde olduklarını kendileri ifade ediyorlar. Sayın Genel Başkan'ımızın değerlendirmesini beklememiz en doğrusu olacaktır" dedi.

-Bahçeli’nin açtığı kapının ‘silahın değil sözün-siyasetin etkisini artırma-çoğaltma misyonu olduğu’ düşünülebilir. Elbette bunun bu arayışlar varken kayyım atamalarını ya da hala hapiste tutulanlarla ilgili yapıyı açıklamadığı ortada. Süreç içinde bu konuda olumlu adımlar atılabileceğine dair beklenti ve söylentiler var.

- Öcalan “Sayın Bahçeli’nin ve Sayın Erdoğan’ın güç verdiği yeni paradigmaya, ben de pozitif anlamda gerekli katkıyı sunacak ehil ve kararlılığa sahibim” diyor. Bu paradigmanın Türk ve Kürtlerin, Türkiye içinde gerçek anlamda eşit yurttaşlar olarak tarifi ile bölge coğrafyalarda, başka ülkelerde yaşayanlarla kurulacak ‘silahsız-terörsüz’ bir soft power ilişki tarif ediliyor olabilir mi? İpuçlarına bakalım. Bir süre önce T24’te Cansu Çamlıbel’e söyleşi veren Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Mehmet Uçum “devlet yeni bir paradigma oluşturdu” demişti. Uçum dün de şunları yazdı:

“Türkiye Halkı kurucu ve kapsayıcıdır. Türkler, Kürtler, Araplar, Zazalar, Lazlar, Çerkezler, Boşnaklar, Gürcüler dahil her kesim Türkiye halkının asli unsurudur. Türk Milleti Türkiye halkından oluşur. Bugün hiç kimse “Türk Milletinin etnik yapısı tamamen Türktür” demez. Dese de gerçeğe aykırı olur.

Kürtlerin, Türk Milletinin asli kurucu unsuru ve ayrılmaz parçası olması asla etnik kimliklerinin reddi ve inkârı olarak değerlendirilemez. Bunun önemli delillerinden birisi Kürtçenin; siyasette, sosyal ve kültürel hayatta, eğitimde ve öğretimde sahip olduğu özgürlüktür. TBMM’de ‘bilinmeyen dil’ ifadesini fiilen etkisizleştiren Kürtçe selamlama, İletişim Başkanının Kürtçe mesajı ve Başkanlığın Kürtçe kitap yayını gibi son gelişmeler Kürtçe konusunda Devlet İnisiyatifine bağlı atılan somut adımlardır.

Bir dönem etnik temelli sorunların yaşanmış olması çözüm için siyasi mühendislik ürünü olan iki ayrı ulus tezini savunmayı gerektirmez. İki ulus tezine meyletmek emperyalist stratejilere alan açar.”

Uçum’un yazısındaki ‘Türkiye yüzyılı, Türk ve Kürt yüzyılıdır’ kapsayıcılığı da son derece önemli.

-Öcalan’ın Suriye’deki oluşuma ve oradaki Kürtlere dair kapsamlı bir analizi bir dahaki görüşmeye bıraktığı ifade ediliyor. Ancak yine de şu vurguları önemli: Gazze ve Suriye’de yaşanan hadiseler göstermiştir ki, dışarıdan müdahalelerle kangrenleştirilmeye çalışılan bu sorunun çözümü artık ertelenemez bir hal almıştır. Bunun ciddiyetiyle doğru orantılı bir çalışmayı başarıya ulaştırmak için muhalefetin de katkı ve önerileri değerlidir.

Öcalan’ın Kürt sorunu için, kabaca ‘yerli ve milli bir çözümü önerdiğini’ düşünebiliriz. Gazze ve Suriye ile kastettiğinin daha önce iktidarın İsrail’in bölgedeki pozisyonundan duyduğu rahatsızlıkla benzer bir durumu kastettiğini de anlamak mümkün.

- Öcalan’ın ‘sürecin başarısı için Türkiye’deki tüm siyasi çevrelerin dar ve dönemsel hesaplara takılmadan inisiyatif alması, yapıcı davranması ve pozitif katkı sunması elzemdir.  Bu katkıların en önemli zeminlerinden biri de şüphesiz TBMM olacaktır’ cümlelerine gelince. Burada esas muhatap ana muhalefet. CHP’nin süreçte alacağı pozisyon önemli olacak. TBMM’nin devrede oluşu ve şeffaf süreçler ise geçen seferki ‘iki dudak arasındaki’ karar sürecinin negatif etkilerini ortadan kaldırabilecek.  Süreçle ilgili siyasi partilerin dışında sivil toplumun ve akademinin de devrede olması, özgürce fikirlerini iletiyor olması önemli.

Öcalan’ın PKK’ya-Kandil’e bir çağrı yapmaması ya da hiç bahsetmemesi uzun süredir sürdüğü anlaşılan ‘devletle görüşme trafiğinde henüz istenen noktaya gelinememesi olarak’ anlaşılabilir. Bundan sonra İmralı’ya gidiş gelişlerin devam etmesi belki sıklaşmasına şahit olabiliriz. Şimdi merak edilen Öcalan’ın ‘Sayın’ diyerek hitap ettiği iki ismin MHP Lideri Bahçeli ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ne diyeceğinde.

Şu anki görüşmeleri iktidarın sadece Anayasa değişikliği için manevra olarak kullandığını düşünenlere de kısa sürede olumlu sonuç alınacağını hayal edenlere de katılmıyorum. İzlenmesi, gerektiğinde katkı gerektiğinde eleştirilmesi gereken bir dönem.   

Bitirirken…

Peki DEM Parti kulislerine Öcalan ile yapılan görüşmeden nasıl bir hava yansımış: Bugüne kadarki yaşanan süreçler içinde en umut verenlerden birisi…