Suriye’de Türkiye’nin en büyük rakibi AK Parti mi?

Dünya açısından yılın olayı Trump’ın seçilmesi ise (beklenmedik de bir gelişme değildi) Türkiye ve bölge açısından yılın olayı Beşar Esad rejiminin düşmesidir.

Türkiye HTŞ’nin bu kadar hızlı ilerleyip, Esad’ı bu kadar kısa sürede devirmesini beklemiyordu. HTŞ’nin Halep’i alıp Şam üzerinde kuracağı askeri baskı neticesinde sıkışan Beşar Esad’la masaya oturmanın hesabı yapılıyordu. En azından 3 Aralık’a kadar hesaplar bu yönde idi.

HTŞ Şam’a ilerledikçe, Türkiye’nin de çok hızlı pozisyon değiştirdiği ve önceliği Rusya ile İran’ı Esad’ı terk etmeye ikna etmeye odaklandığı anlaşılıyor. 

Esad’ın Şam’ı terk etmesiyle sonuçlanan 3-8 Aralık arasındaki beş günlük süreçte perde arkasında yaşananlara dair çeşitli mecralarda haberler çıktı. Bu haberler, Ankara’da Dışişleri'nin ana aktör olduğu süreçte diplomasinin ön plana çıktığını gösteriyor. Elbette istihbarat birimleri de çok önemli bir rol oynadı. Ancak süreci ihtimalen Dışişleri'nin komuta ettiğini sezinliyorum. 

Çünkü o beş günlük süreç içinde HTŞ’nin Şam’da yönetimi devralmasını ilk elden sabote edecek sahadaki aktörlerin yani İran ve Rusya’nın sakince “geri püskürtülmesi”, nötralize edilmesi için ikna edilmeleri gerekiyordu. O noktada da Rusya ve İran’ın sahadaki silahları ile asker ve milislerinin zaiyat vermeden ülkeden çıkması önem taşıyordu ki; anladığım Ankara bunun için de çaba gösterdi. 

Bu hassasiyet, özellikle, zaten Esad’ın düşmesi ile karizması çizilen Moskova ve Tahran’ın, ertesi gün yani Şam’da HTŞ’nin yetkiyi devralması ile başlayacak süreci sabote etmemeleri için önem taşıdı. Bu yaklaşım Ankara’ya  “kafa göz yarmadan” iki başkente “Yanlış ata oynadınız, bu attan size artık hayır yok, yol yakınken daha fazla istiskale uğramayın” diyerek kibarca “kapıyı göstermesini” sağladı.

HTŞ’ye de Şam’ı devralır almaz vereceği mesajlar bakımından da gerekli yol göstermelerin yapıldığı anlaşılıyor.

Tüm bunlar bu süreçte “devlet aklının” ön planda olduğunu gösteriyor. Devlet aklı deyince de  “Mevcut durumdan iktidarı nasıl nemalandırırız” diyen değil, “mevcut durumu ülkenin menfaatlerini maksimize edecek şekilde nasıl yönetiriz” diyen bir anlayışı kastediyorum.

Ve fakat, Şam düştüğü anda; devlet aklının yavaştan AK Parti yönetimince geri plana itilmeye başladığı adımlar devreye girmeye başladı.

Zira o noktada devletin değil, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ön plana çıkması gerekiyordu. Bunu Millî İstihbarat Teşkilatı Başkanı İbrahim Kalın’ın bir anlamda Erdoğan adına Şam’a gidip Emevi Camiinde namaz kılmasıyla anlıyoruz.

Millî İstihbarat Teşkilatı Başkanı İbrahim Kalın Emevi Camiinde

Fidan’ın mesajlarını Fidan’ın temsilcisi boşa çıkarıyor

Ankara’da AK Parti yanlılarının kabına sığamayan fetih sevincini de Dışişleri Bakanı Hakan Fidan dengelemeye çalıştı.

Çünkü Suriye’de istikrarlı bir sürecin yürümesinin yolu, başta Körfez ülkeleri olmak üzere Arap başkentleri ile Batılı başkentlerin taş koymalarının engellenip, tersine destek vermesinden geçiyor. O nedenle de, basında boy göstermeyi sevmeyen Fidan, hem Arap hem de Batı basınına demeç verme yoluna gitti. 2011 isyanlarının kendi ülkelerine gelmesini Suriye’de durdurma yoluna giden Arap başkentlerine “Bizim rolümüz minimaldi, Esad zaten düşecekti; bu süreçten kendi adınıza olumsuz sonuç çıkarmayın” dendi. Batılılara ise “Esad düştü, elimiz güçlendi diye Suriye’de Kürtleri kesecek değiliz. Ama siz de nüfuslarıyla orantısız gücü elinde tutan YPG’nin yolun sonuna geldiğini anlayın, Suriye’nin kendi halkı Kürtlerin bu kadar güçlü olmasını zaten kabullenemez, Kürt kartından gelin vazgeçin; IŞID konusunda da işbirliği yapıp birlikte mücadele edelim” dendi, deniyor.

Dışişleri Bakanı bu “halkla ilişkiler kampanyasını” yürütürken, Şam’a göndermeyi seçtiği geçici maslahatgüzar Moritanya Büyükelçisi Burhan Köroğlu’nun bir Türk televizyon kanalına “Suriye ile Osmanlı dönemindekine benzer bir ilişkiye sahip olacağımızı da takdir ediyorum,” şeklinde konuşması, bakanın Arap ülkelerine gönderdiği teskin edici mesajları sıfırlaması anlamına gelmiyor mu?

Köroğlu, İstanbul  Üniversitesi Felsefe bölümünü bitirdikten sonra, Ürdün Üniversitesi'nde yüksek lisans, Marmara Üniversitesi’nde İslam Felsefesi alanında doktora öğrenimini tamamlamış. Tüm bu süreçte hiç mi tarih okumamış? Araplardaki “Osmanlı” hassasiyetini hiç mi bilmiyor? Biliyor da kör gözüm parmağına mı yapıyor?

Yeni Şafak’tan Yasin Aktay’ın, Şam’da HTŞ lideri Colani ile görüşmeye Mısır İhvan’ından biriyle gitmesi, Fidan’ın Arap ülkelerine mesajlarını boşa çıkarmıyor mu?

Her şey bitti, deniz yetki anlaşmasına mı sıra geldi?

Suriye’yi ayağa kaldıracak para Türkiye’de yok. Zaten temkinle bakan Arap ve Batılı başkentlere dikkatle yaklaşmak gerekiyor. Hâl böyle iken, Ulaştırma Bakanı sanki an itibariyle en önemli konu deniz yetki alanlarıymış gibi, TRT’ye verdiği demeçte Suriye ile deniz yetki anlaşması yapılmasından bahsediyor. Mavi Vatan’a atıf yaparak, Suriye-Türkiye deniz yetki anlaşmasından doğrudan etkilenecek AB üyesi Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ni bile isteye sinir mi etmek istiyor? Türkiye’nin önemi yeniden artıyor diye huzursuz olan Yunanistan ile GKRY’nin AB aracılığıyla süreci sabote edeceğinin farkında değil mi; farkında da bilerek mi yapıyor? 

Ulaştırma Bakanı, diplomatik müzakere alanına giren deniz yetki anlaşmasını diline dolayıp Suriye’yi ayağa kaldırmaktan bahsedeceğine, şu interneti bir ayağa kaldırsa, içeride daha çok puan toplar.

Suriye’de işler iyiye de gidebilir kötüye de gidebilir. İyiye gitmesinin yolu, farklı uluslararası ve bölgesel aktörlerin hassasiyetlerini doğru değerlendirip, dikkatli bir çok taraflı diplomasi izlenmesinden geçiyor.

Batı’dan Doğu’ya Suriye’deki süreci baltalayacak çok aktör var. Ama bu süreci iç politikaya tahvil edip, “Suriye’deki başarıdan” nemalanmaya çalışan AK Partili siyasiler korkarım “devlet aklınca” kurgulanması gereken sürecin en büyük rakibi/düşmanı olabilir.

Tabii “devlet aklı” denince, pek çok kişi 20 küsur yıllık Ak Parti iktidarında devletle partinin artık özdeşleştiğini savunabilir. Haksız da olmazlar. Yine de bazı durumlarda, siyasetçilerin daha geride kaldığı süreçler de olabiliyor. 

Tabii “devlet aklı” dediğimiz kavramda tekil bir aktör değil. Misal YPG meselesine “diplomasi” yoluyla yaklaşmayı savunanlarla, askeri yöntemleri devreye sokmanın faydasına inananlar arasında da bir çekişme yaşanması muhtemeldir. 

Her hâl ve kârda an, Türkiye’de tüm birimlerin eşgüdüm içinde olmasını gerektiren bir an. AK Parti iktidarı sırasında kurumların zayıflaması, eşgüdüm mekanizmasının işleyişini engelliyor. Merkeziyetçi yapıda her şey kontrol altına alınır sanılıyor ama alınamıyor. Her aklına esen soluğu Şam’da alıp, her aklına geleni söylerse, zaten Türkiye’ye bekleyen çok çetrefilli süreç iyice zora girer.