Türkiye dahil pek çok ülkenin terör örgütü ilan ettiği HTŞ’nin lideri olarak adı Ebu Muhammed El Cevlani ya da Golani veya Colani idi. Ailesinin yaşadığı ve İsrail işgali yüzünden uzaklaşmak zorunda kaldığı Golan Tepeleri’ne atıftı.
Şimdi Suriye’deki yeni yönetimin başkanı olarak yeniden anne babasının kendisine verdiği isme geri döndü.
Ahmet Hüseyin Eş Şera oldu.
İlginçtir, nedense bana Baas Rejimi’nin güçlü adamı, 30 yılı aşkın Dışişleri Bakanlığı ve Beşar Esad’ın yardımcılığını yapan ve iç savaş döneminde gözden düşen Faruk Es Şara’yı hatırlatan bir isim.
Milli İstihbarat Teşkilatı Başkanı İbrahim Kalın’dan sonra Dışişleri Bakanı Hakan Fidan da Suriye’ye gitti ve ülkenin yeni başkanı Eş Şera ile görüştü.
Kalın’ın şoförlüğünü yaparken Colani idi, Fidan ile görüşürken ise Eş Şera’ya dönmüştü.
Bu arada Hakan Fidan, Fransız France 24 televizyonuna Suriye’deki gelişmeler ile ilgili geniş bir röportaj vermiş.
Beni uyandıran eski ve çok tecrübeli bir diplomat oldu.
“İzledin mi?” diye sordu.
İzlememiştim.
Bulup baktım.
İlginçti.
Hakan Fidan, Colani’den yani Suriye’nin yeni lideri Eş Şera’dan söz ederken şöyle dedi:
“HTŞ ile aramızda özellikle DAEŞ’e karşı mücadele ederken istihbarat paylaşımı konusunda geniş çaplı bir işbirliği oldu. Ancak hassasiyetler nedeniyle bunu o zamanlar duyurmadık. DAEŞ ve El Kaide bağlantılı örgütlerle ilgili istihbarat sağlama konusunda bizimle yıllarca işbirliği yaptılar.”
Sunucunun “El Bağdadi gibi üst düzey hedeflerle ilgili de istihbarat sağladılar mı?” sorusuna da “Evet, üst düzey hedeflerde bile” yanıtı verildi.
Bunları duyunca hayli şaşırdım.
Zannederim bu sözleri söylerken Fidan’ın amacı Colani ya da Eş Şera’yı Batı’ya sempatik göstermek ve “Siz onu terörist zannederken bile o sizin düşmanınız IŞİD’e karşı size destek oluyordu” demekti.
Ama bıçağın bir de keskin tarafı vardı.
Bu sözler bir yanda Suriye’nin yeni liderini Batı’ya şirin gösterirken, diğer yanda “muhbir vatandaş” olarak ortaya atıyor ve başta IŞİD ve El Kaide olmak üzere onlarca kanlı terör örgütünün hedefi haline getiriyordu.
Tecrübeli bir istihbaratçı ve buradan gelen tecrübesini kullanan tecrübeli bir Dışişleri Bakanı olarak bu bir hata mıydı, özellikle mi dile getirilmişti!
Çevreciymiş gibi çek panpa
Türkiye içi boş bir sıfır atık projesi yürütüyor ve market poşetlerine 25 kuruş alarak atıklarla baş ettiğini zannediyor.
Her şeyimiz gibi bu da “miş gibi”.
Atık üretmiyorMUŞ gibi yapıyoruz, “çevreciyMİŞ” gibi davranıyoruz.
Yalan ki ne yalan!
Her gün mahallede çöp toplayan kamyonu görünce içim sızlıyor.
Organik atıklar ile geri dönüştürülebilir cam, plastik, kağıt gibi atıklar temizlik görevlileri tarafından alınıyor ve aynı çöp kamyonunun arkasına tıkılıyor.
Restoranların çöpe attığı yüzlerce şişe, mağazalardan atılan yüzlerce karton kutu, koli ile evsel atıklar heba olup gidiyor.
Tek tesellim, kağıt toplayıcı olarak görülen ve aşağılanan bir grubun gelip bunları ayıklaması ve en azından içlerinden bir kısım cam, plastik ve kağıdı ayırarak çöp olmasının biraz olsun engellemesi.
Emin olun, bunların yaptığı hizmet tüm politikacıların çevre için yaptığını iddia ettiği hizmetten çok daha fazla.
Oysa gerçekten dönüşüm yapmaya çalışan, hakikaten çevreyi düşünen ve ülke ekonomisine de katkıda bulunmak isteyen “medeni” ülkelerde tüm bu atıklar daha kaynağında ayrıştırılıyor.
Anlatmama gerek yok zaten biliyorsunuzdur evde çöp tenekesinde başlıyor dönüşüm.
Bu ülkelerde kağıtlar ve plastikler bir poşete, cam atıklar ayrı bir poşete, organik atıklar ise başka bir poşete koyuluyor.
Sonra bunlar ayrı ayrı araçlarda, ayrı ayrı bölmelere alınarak toplanıyor.
Böylece hiçbir dönüştürülebilir atık israf olmuyor. Geri dönüşüm maksimuma çıkıyor.
Bizde ise bir ara mahallelere cam ve plastik atıklar için konteynerler koydular.
Biz de sevinip gidip ona göre ayırdık atıkları.
Sonra bir baktık ki, aynı çöp kamyonu geliyor ve hepsini aynı kamyonun arkasına beraber boşaltıyor.
Vatandaşın ayırdığını, belediye tekrar birleştiriyor.
O yüzden bizdeki sıfır atık da çevrecilik de palavradır diyorum.
Kendi çöpünü ayrıştırmaktan aciz olan, gider elin çöpünü ithal eder.
Sonra da “çevreciyiz” diye ortalıkta gezer, nutuk atar!
Sosyal medyada çocuklara ana baba zulmü
Sosyal medyaya çocuk ayarı gelmesini çok doğru buluyorum.
Sosyal medyanın, özellikle de X ve Instagram’ın belirli bir yaşın altında değil hesap açmak, izlenilmemesi gerektiğini düşünüyorum.
Ama üye olma yasağının dahi uygulanabilirliği konusunda çok ciddi şüphelerim var.
Ama en azından şunu yapmak mümkün gibime geliyor.
Anne ve babaların çocuklarının görüntülerini bu mecralarda kullanması yasaklanabilir.
Kast ettiğim elbette bir aile fotoğrafının kullanılmasını engellemek değil.
Ancak çocukların bir meta, ana babanın işinin ya da ilgi alanlarının bir parçası imiş gibi sürekli kullanılması ve para kazanmak için bir ürün haline getirilmesi.
Ne yazık ki sosyal medyada bunun hem içerde hem dışarda çok örneği var.
Daha bebek sayılabilecek bir yaşta ana babalar çocuklarını sosyal medyada kullanmaya, pazarlamaya başlıyorlar.
Bu yolla takipçi elde ediyor ve bundan para kazanıyorlar.
Çocuklar daha farkında olmadıkları bir şöhrete kavuşuyor ve bu şöhretin altında eziliyorlar.
Kendi kararları dışında bir dünyanın parçası haline getiriliyorlar ve gelecekleri konusunda söz sahibi olma hakları ellerinden alınıyor.
İleride belki de çok önemli bir bilim insanı ya da çok yararlı bir sivil toplum lideri olması hatta siyasetçi olması muhtemel bir çocuk, anne babası tarafından maymuna çevriliyor ve ileride karşısına çıkacak bir yanlış imajın önce sahibi, sonra kurbanı oluyor.
Çocukların sosyal medya kullanımına sınırlama getirmek elbette önemli ve gerekli ama ana babaların sosyal medyada çocuklarını kötüye kullanımını engellemek bence en az o kadar önemli.
NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?
Çocuklarımızı kendi şöhretimizin mütemmim cüzü yapmadığımız zaman.