Suriye'nin anahtarı kimde?

Olimpos Dağı’nda oturan tanrıların fanilerin dünyasını istedikleri gibi şekillendirdikleri inancı ilk çağlarda kaldı. Buna rağmen son bir ay içinde Suriye’de olup bitenlerin dış güçlere bağlanması bu düşüncenin serpintilerinin bilinçaltımızda hala etkili olabildiğini gösteriyor. Batı medyasında ve siyasi çevrelerinde HTŞ’nin (Şam Kurtuluş Örgütü - Şam burada kenti değil, genel anlamda Suriye topraklarını ifade ediyor) başarısının ardında Türkiye’nin rolü özellikle öne çıkarılıyor. Bu koroya en son Trump da katıldı.

Oysa en başta Esad rejiminin bu kadar kolay devrilebileceği, Şam’a kurşun atılmadan girebileceği HTŞ dahil kimse tarafından beklenmiyordu. Suriye çölünün tozları yavaş yavaş yere çökerken gerçek resim belirmeye başladı. HTŞ’nin başlangıçtaki hedefi Halep’i ele geçirip uzun vadeli bir yıpratma savaşına hazırlanmaktı. Esad güçleri HTŞ’nin önünde eriyip dağılınca, Colani kendini bir anda Şam’da Esad’ın sarayında yabancı heyetleri kabul ederken buldu. Şam düştü ama HTŞ’nin ülke yönetiminin acil görevleri için doğru düzgün bir hazırlığı olmadığı daha ilk günden belli oldu. Ülkede hala kamu otoritesini sağlayacak bir kolluk gücü oluşturulamadı. HTŞ’nin yaptığı en akıllı iş eski devlet görevlilerini ağır suçlara bulaşmamışlarsa yerlerinde tutmak oldu. Yoksa Suriye ilk günden Irak’taki gibi bir girdabın içine düşebilirdi. Akıl verenler sağ olsun.

Sivil kıyafetler içinde yabancı basının karşısına çıkan Colani (artık gerçek hayattaki adı olan Ahmet el-Şara’yı kullanıyor) yumuşak mesajlar vermeye çalışıyor ama ülkenin alacağı yön hakkında muğlak ifadelerin ötesinde fazla bir şey söylemiyor. Gönlünde yatan, İdlip’deki şeriat modeli herhalde.

Colani’nin ifadelerine itibar edersek; ülkedeki değişik etnik ve dini azınlıklar özgürce varlıklarını sürdürebilecekler. Ancak otonom veya federatif bir yönetim anlayışını reddediliyor. Bunun anlamı Suriye’nin eskiden olduğu gibi merkezi bir devlet yapısına sahip olacağı. Demokratik bir sistem hayata geçirilemezse (bizde 150 yıldır hala uzak bir hayal) yeni yönetimin Esad’dan farkının ne olacağı sorusu cevapsız kalıyor. Bu sorunun cevabı kurulacak anayasa komisyonuna ve diğer komisyonlara havale edilmiş durumda. Söz konusu çalışmalar için yeni başbakan üç ay sonrasını işaret etti.

Suriye Ordusu ve azınlık hakları bilmecesi

 

Diğer taraftan; Colani’ye göre, ülkede tüm silahlı gruplar lağvedilecek, yerine merkezi bir ordu kurulacak. Yine Colani’ye göre bu ordu Esad’ın “Suriye Arap Ordusu” gibi vatandaşların zorunlu olarak silah altına alındıkları bir ulusal ordu değil, bir profesyonel bir ordu olacakmış. Üstelik de belli bir ideoloji etrafında şekillenecekmiş. “İdeoloji” ifadesinden şeriat anlamını çıkarmak mümkün.

Profesyonel ve ideolojik bir orduya dayanan merkezi bir devlet örgütlenmesi Suriye’nin farklı etnik ve dini grupları açısından umutlu bir gelecek vaad etmiyor. Colani’nin kafasında hiç şüphe edilmesin; tüm zorluklara rağmen Suriye şartlarına göre yorumlanmış bir şeriat düzeni kurmak var. Bu da Suriye toplumunun farklı kesimlerinde kuşku ve endişeleri kamçılıyor. 

Nitekim daha şimdiden, HTŞ’den rahatsız olan Dürziler kendilerini güvence altına almak için federasyon talebinde bulundular. Dürzilerin şeriat altında yaşamaktansa İsrail egemeliğini tercih edecekleri biliniyor. Ülkenin Alevileri, Hristiyanları ve seküler Sünnileri arasında da endişeler yaygın. Bunlar daha birkaç gün önce Şam’da şeriat tehlikesine karşı bir protesto gösterisi düzenlediler. Gerekli güvenceler verilmezse, bu tür protestoların hızla çoğalacağı kuşkusuz. Şu anda ülkede azınlıklara yönelik sistematik baskı ve tacizler görülmüyor ama münferit olaylar yok değil. Herkesin güven duyacağı kolluk kuvvetlerinin acilen oluşturulup hizmete başlamaması halinde, şu andaki arızi olayların kontrolden çıkarak hızla yaygınlaşması mümkün.

Ülkede sadece münferit şeriatçı tacizlerin değil, çeteleşme ve soygun olaylarının da artmaya başladığı ifade ediliyor. Gerekli hazırlıkları yapmadan ülkenin sorumluluklarını bir anda sırtında bulan HTŞ’nin kendine bağlı grupları bile disipline sokmakta zorlanırken, böylesi muazzam bir görevin altından nasıl kalkabileceği büyük bir soru işareti.

PYD/YPG sorunu

 

Ülkenin başındaki en büyük problemlerden biri de YPG’nin silahsızlandırılarak dağıtılması ve Kürtlerin temsili konusu. Baba oğul Esatlar döneminde Kürtlerin ülkedeki varlığı yadsınıyor ve Kürt etnik kimliğine mensup kişiler nüfusa dahi kaydedilmiyordu. Buna karşılık, baba Hafız Esad, Abdullah Öcalan’ı Şam’da misafir ederek PKK’yı Türkiye’ye karşı kullanabilmişti.

PYD ve onun askeri kolu YPG’nin, Abdullah Öcalan’ın talimatı üzerine Suriyeli Kürt'lerin güvenliğini sağlanmak amacıyla kurulduğu sır değil. PYD/YPG Suriye’deki iç savaş ortamında palazlandı, Kürtlerin tek temsilcisi haline geldi. Esat’ın ordusu IŞİD önünde gerilerken onların bıraktığı mevziler YPG tarafından dolduruldu. Bu ortamda PYD/YPG sadece Şam’la değil, Türkiye ile de işbirliği içindeydi. PYD başkanı Salih Müslim defalarca Ankara’da ağırlandı. Süleyman Şah türbesi IŞİD tehlikesi nedeniyle Rakka yakınlarından sınırlarımıza taşınırken YPG ile işbirliği yapıldı. Sonrası malum, YPG açılım sürecinin sona ermesinden sonra Türkiye tarafından terörist ilan edildi. Ama bizim dışımızda hiç bir ülke onu böyle görmedi. Türkiye kendi yolunda giderken, Suriye Demokratik Güçleri (SDG) adı altında Arap ve diğer unsurları tek çatı altında toplayarak kuzey doğu Suriye’yi kontrol eden PYD/YPG, ABD’nin IŞİD’le mücadelesinde en önemli müttefiki haline geldi. Türkiye ise o günlerden beri Suriye’de cihatçı-şeriatçı güçleri destekleyen NATO’un aykırı ülkesi olarak Batı’da ağır eleştirilerin hedefi oluyor.

SMO’nun YPG üzerine operasyon başlatması

 

HTŞ, Şam yönünde ilerlerken Türkiye’nin güdümündeki SMO da batıdan doğuya doğru harekete geçti. SMO ciddi bir direnişle karşılaşmadan Fırat’ın batısında PYD/YPG’nin elinden Tel Rıfat ve Münbiç’i aldı ama, Fırat’ın doğusunda aynı başarıyı gösteremedi. Kobani önlerinde ve Tişrin barajında sert bir direnişle karşılaşarak durmak zorunda kaldı. Buralarda halen çatışmalar devam ediyor. TSK, SMO’ya hava desteği vermesine rağmen, Kobani yönünde henüz sınır aşan bir müdahalede bulunmuyor. Bu durum; MSB yalanlasa da, ABD’nin devreye girmesiyle açıklanıyor.

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan geçenlerde YPG için Türkiye’nin üç aşamalı bir talebi olduğunu açıkladı: a) Suriyeli olmayan YPG savaşçılarının ülkeyi terk etmeleri, b) Suriyeli olsalar da örgütün üst yönetiminin ülkeyi terk etmesi (Salih Müslim - Mazlum Abdi), c) geri kalan örgüt mensuplarının oluşturulacak Suriye silahlı kuvvetlerine katılması. Bunlara karşılık YPG komutanı Mazlum Abdi, çatışmaların son bulması için Kobani bölgesinin silahsızlandırılmasını önerdi ve örgütün Suriyeli olmayan mensuplarının ülkeyi terk etmeye hazır olduklarını açıkladı. Mazlum Kobani’nin önerileri Türkiye’de kabul görmedi.

SMO saldırıları sürerken YPG’nin Şam’dan gelen talebe uyarak kendini silahsızlandırması beklenmemeli. YPG her şeyden önce üzerindeki tehditin son bulmasını ve SMO’nun da silahsızlandırılmasını bekleyecektir. Hakan Fidan ise YPG’nin silahlandırılarak dağıtılma görevinin bundan sonra Suriye merkezi yönetimine ait olduğunu söyleyerek, kestaneleri ateşten almayı Colani’ye bıraktı. YPG konusu ne kadar çetrefil bir mesele gibi gözükse de, hem Suriye’de hem Türkiye’de askeri yöntemlerle değil siyasi ve demokratik süreçler çerçevesinde çözüme kavuşturulmaya çalışılmalı. 

Şam nezdinde muhatap olacak ve anayasa çalışmalarına gönderilecek Suriyeli Kürt birleşik heyetinin oluşumunda da pürüzler var. Barzani görüşündeki ENKS de, YPG içindeki Suriyeli olmayan savaşçıların ayrılmalarını ve örgütün PKK ile bağlarını kopardığını ilan etmesini istiyor. YPG ise öteden beri PKK ile aynı ideolojiyi paylaşmakla beraber, ayrı örgütler olduklarını iddia ediyor. YPG’nin PKK’dan ayrı bir yapı olduğu, ABD tarafından da öteden beri ileri sürülen bir görüş.

ABD’den gösterilen sopa ve işbirliği olanakları

 

TSK’nın veya SMO’nun Fırat’ın batısında YPG üzerinde askeri harekatta ısrar etmesi halinde bunun ABD ile ilişkilerde ağır bir maliyeti olacak. Trump’ın Cumhurbaşkanı Erdoğan hakkındaki tüm övücü sözlerine rağmen, Cumhuriyetçi Lindsay Graham ve Demokrat Chris Van Hollen tarafından iki partinin ortak görüşlerini yansıtan bir yasa tasarısı Kongre’ye sunuldu. Tasarıya göre YPG bölgesine SMO veya TSK tarafından bir askeri harekat gerçekleştirilmesi halinde Türkiye’nin ağır yaptırımlara çarptırılması isteniyor.

ABD Kongresi’nde Türkiye aleyhinde bu kadar ağır bir hava varken, Trump Erdoğan’ı överek, Suriye’nin anahtarı Türkiye’nin elinde demekle neyi kastetmiş olabilir? Maksadı pamuk ipliğine bağlı Kongre desteğini tehlikeye atmak değil her halde. Türkiye’de bir kısım iktidar yanlıları Trump’ın övücü sözleri nedeniyle zafer sarhoşluğu içinde olabilirler ama kimse ABD’nin Türkiye’ye Suriye’de açık çek vermesini beklememeli. Trump’ın övücü sözlerine rağmen tepeden bakan bir üslup kullandığı gözden kaçmadı. Dün 'aptallık yapma' diyordu, bugün 'çok akıllı' diyor ama satır araları okunursa söylenen pek farklı değil.

Ankara yukarıda bahsettiğimiz efsunlu havaya kendini kaptırmadan Suriye’deki resmi iyi okumalı. Amerika dahil Batı dünyası Suriye’nin ayağa kaldırılması konusunda Türkiye ile işbirliği yapmayı arzu ediyor ama bunun koşulları var. Bunlar en son Almanya Dışişleri Bakanı tarafından da Ankara’da telaffuz edildi. Batı öncelikli olarak YPG üzerineki askeri tehditin kaldırılmasını talep ediyor.

Batı ayrıca, Türkiye’nin HTŞ üzerindeki nüfuzunu ülkedeki azınlıkların korunması ve özgürlük alanlarının genişletilmesi yönünde kullanmasını arzuluyor. Bu konuda güvence alırsa ambargoları kaldırmaya ve ülkenin ayağa kaldırılması için kesenin ağzını açmaya hazır. Suriye’de özgürlükçü bir siyasi sistemin kurulması ve ülkenin barış ve istikrara kavuşup imar edilmesi Türkiye’nin de yararına.

Türkiye bunları yapabilirse sadece Suriye üzerinde anahtar sahibi ülke olmaz, aynı anahtarla üzerine kapanan Batı kapılarını açma şansına sahip olabilir.

Keşke Sayın Erdoğan bir zamanlar Kahire’de yaptığı gibi, Şam’a gittiğinde Emevi meydanında laiklik çağrısı yapabilse...