İktidar, bir yandan seçilmiş belediye başkanlarını görevden alıyor, öte yandan CHP’li belediyelere karşı başlattığı mücadele, yerel yönetimlerin hizmetlerinin sınırlanmasına ve kısıtlanmasına yönelik olduğu için, doğrudan doğruya, halkı cezalandırıyor.
Seçilmiş bir siyasal iktidarın, yönettiği ülkedeki halkı cezalandırması, aklın, mantığın, siyasetin kabul edebileceği bir olay değil.
Peki iktidar bu büyük yanlışı nasıl ve neden yapıyor?
***
“Şahsım Devleti” rejimi ve Erdoğan/AKP iktidarı, 22 yıllık yönetim sonunda her alanda iflas etti.
Halkın gereksinmelerini karşılayamaz hale geldi.
Merkezi iktidarın bu yetersizliğini, CHP’li belediyeler telafi etmeye ve seçmene çeşitli sosyal hizmetler sağlamaya başladılar.
İşte bu süreç ve CHP’li belediyelerin halk nezdinde ulaştıkları olumlu imaj, iktidarı panikletti.
Bu nedenle, CHP’li belediyelerin hem yetki alanlarını hem de kaynaklarını sınırlamaya ve kısıtlamaya başladı.
Bunu yaparken de elindeki gücü partizanca kullanmaya, kendi belediyelerinden kalan borçları bile CHP’li belediyelere ödetmek için haciz işlemleri uygulamaya başladı.
Ama CHP’li belediyeler, hem çocukların ve gençlerin hem kadınların hem de yoksulların gereksinme duyduğu, eğitim, burs, kreş, yurt, sosyal yardım alanlarındaki hizmetleri, büyük bir başarıyla sağlamaya ve ünlü siyasal deyimle “seçmenin gönlünde taht kurmaya” başladı.
Örneğin daha dün, Üsküdar Belediyesi’nde yeni bir kreş daha açıldı!
Ekrem İmamoğlu açılışta yaptığı konuşmada eğitimin önemine değindi:
“Konan bütün bu engellere rağmen, israftan kısacağız, bütçemizi doğrulukla, adaletle yöneteceğiz.
Bereketi ve bolluğu bu şekilde kurumlarımıza taşıyıp kreş açmaya devam edeceğiz, burs vermeye devam edeceğiz, yurtlarımızı açmaya devam edeceğiz...” dedi.
Ayrıca, bütün İslam coğrafyasında ve Suriye’de cehaletle mücadelenin Suriyelilerin ülkelerine dönmelerine de yardımcı olacağını belirtti. (Cumhurbaşkanlığı adaylığına işaret mi? Bu konuşma üzerinde ayrıca duracağım.)
***
İktidar, seçmeni cezalandırmaya yönelik bu yanlışları nasıl ve neden yapıyor?
Bence tipik bir “Güç zehirlenmesi” olayıyla karşı karşıyayız.
Prof. Coşkun Can Aktan GÜÇ ZEHİRLENMESİ -Kamu Tercihi, Politik Psikoloji ve Politik Psikiyatri Perspektiflerinden Mutlak Siyasi Gücün Psikopatolojisi- adlı makalesinde özetle şöyle yazmış:
“Güç zehirlenmesi olgusunun ortaya çıkmasında sınırsız ve genellikle kontrol edil(e)meyen siyasi güce sahip olmak önem taşır.
Makama, mevkiye, otoriteye karşı istek ve arzusu olan bir siyasi lider eğer uzun süreli ve kalıcı mutlak siyasi güce sahip olursa sahip olduğu kişilik özellikleri (narsisizm, Makyavelizm ve psikopati) etkisini göstererek su yüzüne çıkar ve ‘güç zehirlenmesi’ adı verilen bir olgu görülür.
Hele ki siyasi liderin partizanlar ve millet tarafından ilahlaştırılması söz konusu olduğunda hubris lider gerçeklikle temasını tamamen kaybederek bir zehirli lidere dönüşebilir.
‘Zehirli siyasi liderlik’ iktidarda bulunan haris ve hubris bir siyasetçinin zafer sarhoşluğuna ve güç zehirlenmesine yenik düşmesi neticesinde mutlak iktidarını kalıcı hale getirme maksadıyla herestetik sanatını icra ederek her türlü Makyavelist araçları ve siyasi manipülasyon yollarını fütursuzca ve zalimane şekilde kullanması anlamına gelir.” (Bu tanım üzerinde ayrıca duracağım.)
***
Siyasetteki “Güç Zehirlenmesi” hastalığının panzehiri, “Cumhuriyet” rejiminin, “Demokratik, Laik ve Sosyal Hukuk Devleti” uygulamasının, Siyasal Partiler, Merkezi Yönetim, Yerel Yönetimler, Demokratik Toplum Örgütleri ve Seçmen tarafından hayata geçirilmesidir.