Neo-Osmanlı?

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Katar merkezli saygın Arap televizyonu Al Jazeera’ye konuk oldu. Muhabir, Trump’ın “Türkiye, Esat’ı devirerek dostane olmayan bir şekilde Suriye’yi ele geçirdi” şeklindeki sözleri üzerinden Fidan’a sorular sordu.

Fidan’ın cevabı şöyle:

“Suriye’de yaşanan hadiseyi bu şekilde tanımlamak ciddi bir hata olur. Suriye halkı açısından bu bir ele geçirme değil. Yaşanan şey, Suriye halkının iradesinin yönetimi ele alması, orada kontrolü ele almış olmasıdır.”

Muhabir, “Suriye’yi yönetecek gücün Türkiye” olup olmadığını soruyor, Fidan şöyle diyor:

“Biz asla böyle bir şey istemeyiz. Bölgemizde yaşananlardan hepimizin büyük dersler çıkardığına inanıyorum…

“Dolayısıyla ne Türk tahakkümü, ne Fars ne de Arap tahakkümü. Hep birlikte işbirliği…

“Türkiye’nin Suriye’de herhangi bir tahakküm peşinde olduğu tarzında bir izlenim doğmasını istemiyoruz.”

AKLIN GEREĞİ…

Ertesi gün Al Jazeera, “Türk Dışişleri Bakanı, Trump’ın ‘Türkiye Suriye’yi dostane olmayan şekilde’ ele geçirdi iddiasını reddetti” başlığıyla müstakil haber yaptı.

CB İletişim Başkanlığı da haberi, “Türkiye Dışişleri Bakanı, Trump’ın Suriye’de ‘Dostça olmayan ele geçirme’ iddiasını yalanladı” başlığıyla yayınladı.

Demek ki Türkiye “ele geçiren ülke” olarak görülmemeli, gösterilmemeli.

Fidan, Arap TV’sinde güç gösterisi yapmayı, parti z tabanının gözüne girmek için Osmanlı çağrışımı yapmayı tercih etmedi. Donanımlı bir diplomata yakışan olgunlukta cevaplar verdi. “Suriye’yi yönetecek güç” sorulduğunda, “biz asla böyle bir şey istemeyiz” diyerek tepki göstermesi son derece doğru, rasyonel bir tavırdır.

İrrasyonel tavır, başka ülkeleri yönetmeye, iç işlerine karışmaya, onlara abilik ya da vasîlik yapmaya kalkmaktır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin eski Osmanlı coğrafyasında hegemon bir güç, bir ağabey olma niyeti varmış gibi şüpheler uyandıracak hamaset dilinden sakınmak aklın gereğidir. Cumhuriyet’in büyük krizlerde sınanarak doğrulanmış diplomasi geleneğinin gereğidir. Son on yılda yaşadığımız acı tecrübelerin de gereğidir.

DERSLER ÇIKARMAK

Fidan’ın “bölgemizde yaşananlardan hepimizin dersler çıkardığına inanıyorum” sözünün altını çizmek gerekir.

Uzak tarihteki Kureyş-Haşimi siyasi güç kavgalarına kadar gitmeyelim. Dünya tarihi gibi Orta Doğu tarihi de bitmez tükenmez çatışmalarıyla doludur.

Nâsır’ın Arap milliyetçiliği bile Mısır’la Suriye’yi kalıcı şekilde birleştirememiş, Suriyeliler Mısır’ın ağabey olmasına karşı çıkmıştı.

Arnavut milletçiliği gibi Arap milliyetçiliği Osmanlı’ya karşı başlamıştı.

2011’den itibaren Erdoğan’ın takip ettiği Orta Doğu politikası da Arapları aleyhimize çevirmiştir. Bugünkü Dışişleri Bakan Yardımcısı Prof. Burhanettin Duran’ın ifadesiyle “Körfez başkentlerini kaygılandırmış, Türkiye’nin sınırlandırılması gereken bir ülke olarak konumlandırılmasına sebep olmuştur.” (SETA Dış Politika Yıllığı 2020, s. 13)

Bu, Türkiye’yi Doğu Akdeniz’de yalnızlığa sürükleyen büyük krizin, çok yumuşak bir tanımıdır. Hatırlayın, Mısır’la kavga, BAE’nin Osmanlı tarihine hakaretleri, Suud’un Türk mallarına boykotu…)

MİLLİ DEVLETLER ÇAĞI

Tarihimizde Osmanlı asırlarının kültürel önemi ve kimliğimizin oluşmasındaki değeri bellidir. Fakat iç politikada Osmanlı hamaseti yapmak, dış politikada, Balkan ve Arap ulus devlet yapılarında olumsuz çağrışımlara yol açıyor.

“Lozan’ı bize zafer diye yutturdular… Bu hududu kimler çizmiş, gönlüme dar geliyor… Adalar’ı sizin partiniz verdi” gibi sözler tabanda coşku yaratsa da dış politikada “Neo Osmanlı” kuşkusu yaratıyor.

Fidan’ın “biz asla böyle bir şey istemeyiz” vurgusu, sanıyorum bu konudaki dikkatinden geliyor.

Cumhurbaşkanı’nın “Türkiye’den büyük Türkiye var” sözü de ancak bilim ve teknolojide dünya ölçeğinde başarılar yaratmakla doğru ifadesini bulabilir; güç gösterisi olarak değil… Bakın, Vietnam 130 milyar dolar yüksek teknolojik ürün ihraç ediyor, bizimki 5 milyar dolar!

Halil İnalcık ve Şükrü Hanioğlu gibi değerli tarihçilerimiz, Osmanlı’yı siyasallaştırmanın ve idealize etmenin yanlış olduğunu, “tarihselleştirmek” yani tarih olarak görmek gerektiğini anlatmışlardır.

İmparatorluklar değil, milli devletler, ulus devletler çağındayız çünkü.

İşte, Avrupa tarihinin ana eksenlerinden biri Fransız-Cermen harpleriydi. Bugün “hep birlikte işbirliği” yapıyorlar.