Suriye çelişkileri Filler savaşında Türkiye (2)

Bir siyasal iktidar düşünün ki 21. Yüzyılda yönettiği toplumu, Ortaçağ’a geri götürmek istiyor.

Bir savaş düşünün ki 21. Yüzyılda hâlâ Ortaçağ’ın dinci, mezhepçi, ırkçı, köktenci kimliklerini kullanıyor.

Bu siyasal iktidar, bu savaşta, çağdaş, demokratik, laik, evrensel hukuk devleti değerlerini nasıl savunabilir?

Peki biz, Demokratik, Laik ve Sosyal Hukuk Devletini, Bilişim Devrimi Değerlerini savunanlar, doğruyu, iyiyi, güzeli savunmaktan vaz mı geçeceğiz?

Doğruyu, iyiyi, güzeli, 21. Yüzyıl Dünyası’nın çirkinliklerine, egemenlik savaşlarının döktüğü kanlara, bu tablonun yarattığı umutsuzluklara kurban mı edeceğiz?

Hayır, bin defa hayır:

Sonuna kadar, Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik, Dayanışma, Bağımsızlık, Barış ve Adalet için çalışmaya, mücadele etmeye devam edeceğiz.

***

Sevgili okurlarım, yukarıdaki satırları, dünkü yazımın bitiş cümlesini, aşırı idealistlikle suçlayan ve gerek Suriye’deki gerekse Türkiye’deki iktidarların tutum ve davranışlarına aykırı olmakla eleştirenlere karşı yazdım.

O cümleyi anımsayalım:

“İktidarın, Kürt Sorunu’nu, kendi ömrünü uzatmak için istismar etmek yerine, ülke çıkarlarını gözeterek çözmeye çalışması ve Suriye’nin ‘laik demokrasi’ olarak ‘toprak bütünlüğünü’ savunması, Türkiye’nin çıkarları açısından, en doğru çözüm gibi görünmektedir.”

Evet, daima ve her yerde, Demokratik Laik ve Sosyal Hukuk Devletini, Özgürlüğü, Eşitliği, Bağımsızlığı, Kardeşliği, Dayanışmayı, Barışı, Adaleti savunacağım!

***

Bir toplum düşünün ki sınırları Kurtuluş Savaşı ile, kanla çizilmiş; aynı anda hem DinTarım Toplumu döneminin kalıntılarını, hem Endüstri Devrimi’nin değerlerini hem de Bilişim Toplumu’nun tohumlarını taşıyor.

Bir bölge düşünün ki dünyanın tükenen enerji kaynağı olan petrol zengini...

Bir bölge düşünün ki ülkelerin sınırları, yaklaşık yüz yıl önce, galip devletler ittifakı olan Emperyalizm tarafından cetvelle çizilmiş...

Bir bölge düşünün ki ülkeler, tarihsel kimliklere göre, aileler, aşiretler, mezhepler arasında bölüştürülmüş...

Bir bölge düşünün ki tarihteki bütün din savaşlarının çekirdeklerini ve düşmanlıklarını taşıyan siyasal rekabetleri, güncel sorunlara taşımış...

Böyle bir toplumun, böyle bir bölgedeki güncel çelişkilerini Mehmet Ali Güller dünkü yazısında şöyle özetlemişti:

“Durumu en karışık olan ise Türkiye’dir çünkü Türkiye’nin ulusal çıkarları ile Türkiye’yi yönetenlerin siyasi çıkarları çelişmektedir. O nedenle neden-sonuç bağlamında açmazlar yaşanmaktadır; hem PKK devletine karşı çıkıp hem de Esad’ı yıkmaya çalışmak gibi hem İsrail’e karşı olup hem de İsrail’in Esad ve İran karşıtlığıyla fiilen uyumlu olmak gibi...

Sonuçta ABD, İsrail ve Türkiye Esad’ı yıkmakta ortak; Esad’ın yıkılmasının doğurduğu iki sonuçtan ‘HTŞ devletine’ bakışta ortak, ‘PKK/PYD devletine’ bakışta karşıttır. Washington’un yeni uğraşı, işte bu karşıtlığı uyumlulaştırmaktır.”

Güller’in bu teşhislerine ben de Türkiye’nin hem NATO üyesi olması hem Astana sürecinde Rusya ve İran ile ortaklık yapması hem de BRICS’e üyelik için başvurmuş olması arasındaki çelişkileri eklemeliyim.

Ama galiba iktidarın Türkiye’deki ömrünü belirleyecek olan asıl çelişkiler, İslamcı ideoloji ile Cumhuriyetin, Demokratik, Laik ve Sosyal Hukuk Devleti yapısının sürdürülmesi arasındaki zıtlık ve saraylarda para içinde yüzen yöneticilere karşılık, halkın yaşadığı geçim sıkıntısıdır.