TvNet’te her hafta yaptığımız ‘Siyaseten’ programını Ersin Çelik’in öncülüğünde, Yeni Şafak Yazarı İsmail Kılıçarslan ve Yazar Samet Doğan’la, tarihi günler yaşayan Halep’te gerçekleştirdik.
Kilis Öncüpınar sınır kapısından geçer geçmez savaşın ağır yıkımına şahit olduk. Yıkılmış evler, yanmış araçlar, boşaltılmış köyler ve kasabalar… Yol boyunca insanların yüzünden savaş yorgunluğu okunuyor. Savaş muhabirliği de yapmış değerli dostumuz yazar Samet Doğan bize her köyün, kasabanın hikâyesini anlatıyor.
Bosna Savaşı sonrası Mostar ve Saraybosna’daki o büyük yıkımı görmüştüm ama Suriye’deki çok başka. Modern savaş mühimmatının her çeşidi kullanılmış. Devasa binalar, kimi zaman sadece mermilerle harabeye çevrilmiş. Milyonlarca, evet milyonlarca insan buralarda hayatını kaybetmiş. Sağ kalabilenler güvenli bölgelere, en çok da Türkiye’ye sığınmış.
Halep’e Basil Meydanı’ndan girdik. Hafız Esed’in oğlu, veliaht Basil Esed bir trafik kazasında ölmüştü. Meydana bir heykelini dikmiş, adını vermişlerdi. Heykel kaidesi üzerindeki at duruyor ama Basil devrilmiş. Meydanın adı da yakında değişir. Gençler burada toplanıyor, özgür Suriye’nin yeni bayrağını dalgalandırıyor, zaferin fotoğrafını çekiyorlar. Şehre doğru biraz ilerleyince trafik de, canlılık da artıyor. Halepliler derme çatma dükkânlardan, pazarlardan alışveriş yapıyor, geziyor, özgürlüğün tadını çıkarıyor.
Halep demek, Kale demek. Bu öyle sıradan bir kale değil. Hamdani Emiri Seyfüddevle, Türkmen Emiri Sanduk, Selçuklu Sultanı Alparslan, Melikşah, Tutuş, Artukoğlu İlgazi, İmadüddin Zengi, Nureddin Zengi ve Selahattin Eyyubi hep bu kale için savaştılar, burayı karargâh olarak kullandılar. Kudüs’ün fetih yolculuğu da bu kaleden başladı.
Halep Kalesi ve etrafındaki eski şehir de çok büyük tahribata uğramış. Kale hâlâ ayakta olmakla birlikte nice ev, cami, tarihi eser yıkılmış. Özellikle önünden yayın yaptığımız Halep Emevi Camii ağır hasar görmüş.
Yıkılsın, yeniden yapılır, yapılacak. 1260 yılında Moğol Hükümdarı Hülagü Halep’i almış, taş üstünde taş bırakmamıştı; Halep yeniden yapıldı. 1348’de veba salgını Halep’i tüketmişti; yeniden ayağa kalktı. 1400’de Timur, Halep’i almış, 3 gün yağmalamış, 20 bin Halepliyi katletmişti; Halep yeniden kuruldu.
Halep yine yapılır, inşa ve imar edilir, geçmişin izlerini siler, yaralarını tedavi eder, sokakları, çarşıları, pazarları, tarih boyunca olduğu gibi yine cıvıl cıvıl bir canlılığa kavuşur, Halep, yeniden Ortadoğu’nun ticaret, ilim, üretim merkezi haline gelir. Kale etrafında toplanmış, kesintisiz kutlama yapan coşkulu kalabalık bunun ispatı. Bu Suriyeli çocuklar Halep’i yeniden ayağa kaldırırlar, daha iyi bir Halep’i kurarlar.
Halep, her köşesinde Türk izi taşıyan bir şehir. Yüzyıllar boyunca Halep Türkler tarafından yönetildi. Alparslan, Anadolu’ya girmeden önce Halep’e girmiş, Türkler Anadolu’dan önce İran, Irak ve Suriye topraklarını yurt edinmişti. 1516’da Yavuz Sultan Selim, Halep’i yine Türklerden devralmış, 1918’e kadar da şehir Türk kalmıştı. Gaziantep, Kilis, Hatay birer kasaba iken Halep onların ağabeyi bir Türk şehriydi.
Halep’te Türk lirası her yerde geçiyor ve sokaklarda Türkçe artık ikinci dil. Küçük çocuklardan yaşlılara kadar hemen herkesle Türkçe konuşmak mümkün. Bu, dönüşün zaten başladığını gösteriyor. Yarın güvenlik ve düzen sağlandığında, Türkçe konuşan bu çocuklar Türkiye-Suriye arasında ticaretin patlamasında kilit rol oynayacaklar. Ensar olmak gurur verici ama bunu Halep’te teneffüs etmiş olmak bambaşka bir duygu.
Halep’te büyük bir zafer coşkusu, tarifi imkânsız bir özgürlük sevinci var. Halep’te umut var. Halep’te küllerinden yeniden doğmak için sabırsızlık var. Halep inşallah tarihteki o mümtaz yerine tekrar ulaşacak; Halep inşallah Ortadoğu’nun tekrar yıldızı olacak. Haleplilerin gözünde o ışık var.
Suriye’ye ideolojik gözlüklerle, takıntılarıyla, tabularıyla, dogmalarıyla, mezhep taassubuyla, kibirle, faşist gözlükleriyle bakanlar gerçeği asla göremeyecekler. Suriye’de, Halep’te en başta insan var. Çok büyük acılar çekmiş, tarifsiz işkencelerden çıkmış, yakınlarını kaybetmiş, evleri yıkılmış, hayatları çalınmış insanlar var Halep’te. “Benim mezhebimden olmayana ne olursa olsun” diyenlerin, “benim gibi düşünmüyorsa gebersin” diyenlerin, savaşın yıkıcılığını görmeyip insafsızca, vicdansızca, alçakça, “Suriyeliler dönsün” diyenlerin, Türk’ün tarihini bilmeden Türkçülük yapan kara cahillerin anlayamayacağı, kavrayamayacağı bir insan gerçeği var Halep’te.
Biz Halep’te Müslümanlarla sevindik, Müslümanların coşkusunu, heyecanını, umudunu paylaştık. Bu da Allah’ın bir lütfudur, herkese nasip olmaz. Müslümanlarla sevinemeyenlere, nasipsizlere, insan gerçeğini kavrayamayanlara da yazıklar olsun.
Bu devrim inşallah nihai zafere ulaşacak. Mücahitler, dünyanın gıpta edeceği bir düzeni inşallah kuracaklar. Bize düşen bu umuda sarılmak, bu iyimserlikle bakmak, bunun için Allah’a dua etmektir. Gün bugündür, yarına Allah Kerim’dir.
Dönüşte Azez’de iken, Deyrizor’dan PKK’nın sürüldüğü haberi geldi. Azez sokağa çıkıp zaferi çılgınca kutladı. Türkiye’de kutlanması gereken bir zaferi Suriyeli kardeşlerimiz bizim yerimize de kutluyor. Başka söze ne hacet…
Son olarak, bu unutulmaz seyahate vesile olanlara teşekkür borcumuzdur. En son 13 yıl önce gittiğim Halep’i bir daha göremem diyordum ama adeta muzaffer bir ordunun neferi gibi gittik ve kahvesini içtik Halep’in. Serhat İbrahimoğlu’na, bize kapıları açan Ersin Çelik’e, yorumları ve verdikleri bilgiler için İsmail Kılıçarslan ve Samet Doğan’a, Haber Müdürümüz Erkan Kaymaz, Editörümüz Nisa Nur Çavuşoğlu, kameramanımız Musa Sürer’e, şoförümüze, orada tanıştığımız rehberimiz Hişam’a, Türkiye’den geldiğimizi öğrenince her türlü kolaylığı sağlayan Mücahitlere ve bizi bağrına basan Haleplilere sonsuz teşekkürler.