DIŞİŞLERİ Bakanı Hakan Fidan ile İranlı mevkidaşı Abbas Erakçi geçen pazartesi günü Ankara’da düzenledikleri basın toplantısında birbirlerine “dostum”, “kardeşim” gibi sıcak ifadelerle hitap etseler de, kayda geçen beyanları Suriye’de tırmanmakta olan kriz konusunda aralarındaki ciddi bir görüş ayrılığına işaret ediyordu.
Erakçi, Suriye’deki iç savaşın yeniden patlak verip Halep’in geçen cumartesi günü Heyet Tahrir eş Şam (HTŞ) örgütünün eline geçmesinin hemen ardından, İran’ın Suriye hükümetine desteğini bildirmek üzere pazar günü Şam’a giderek Devlet Başkanı Beşar Esad ile görüşmüştü. Erakçi, ertesi günü Ankara’ya geçerek sahada sıkışmış durumda olan Esad’a destek arayışına çıktı.
Gelgelelim Fidan ile Erakçi’nin görüşmelerinden sonra düzenledikleri basın toplantısı, Türkiye ile İran’ın en başta son olaylara ilişkin temel teşhis üzerinde bile anlaşamadıklarını açık bir şekilde ortaya koydu.
*
Dışişleri Bakanı Fidan, söze “Suriye’deki olayları herhangi bir dış müdahale ile açıklamaya çalışmak bu aşamada yanlış olacaktır. Bu, Suriye ile ilgili gerçekleri anlamak istemeyenlerin sığındığı bir sığınaktır, hatadır” diye konuştu ve ekledi:
“Geldiğimiz noktada Suriye’de geniş çaplı çatışmaların tekrar başlamasının nedeni bu ülkenin birbiriyle bağlantılı sorunlarının 13 yılı aşkın süredir çözülememiş olmasıdır. Muhalefetin meşru taleplerinin göz ardı edilmesi ve rejimin siyasi sürece samimi biçimde dahil olmaması bir hataydı. Son olarak sivillere yönelik kapsamlı saldırılar gerçekleştirilmesi iç savaşı yeniden alevlendirdi.”
Konuk bakan ise “İki ülkenin ortak menfaatleri ve ortak endişeleri vardır ve bazı konularda fikir ayrılıkları da olabilir ki, bu da doğaldır...” dedi.
Açıklamalarının bir başka yerinde “fikir ayrılıkları”na bir kez daha atıf yaptı Erakçi. Ancak bu gibi konular üzerinde yakın bir istişare içinde olacaklarını da söyledi.
*
İran ile Türkiye arasındaki ana fikir ayrılığı öncelikle yaşanmakta olan son krizin nedenleri ile ilgilidir. Fidan, hadiselerin Suriye’nin iç sorunlarından, çözümsüzlükten kaynaklandığını belirtirken, İran Dışişleri Bakanı doğrudan ABD ve İsrail’i sorumlu tuttu şu sözleriyle:
“Edindiğimiz bilgilere göre, Suriye’de faaliyet gösteren terör gruplarının Amerika ve Siyonist rejimle yakın ilişkisi ve koordinasyonu bulunmakta. Bu gruplar dikkatleri Siyonist rejimin Filistin ve Lübnan’daki suçlarından uzaklaştırmak ve direnişe karşı başarısızlıklarını telafi etmek amacıyla Suriye’de güvensizlik ortamı yaratmayı teşvik etmişlerdir.”
İranlı bakana göre, bu durumda HTŞ’yi Halep’e saldırmaya sevk eden ABD ve İsrail olmalıdır.
*
Burada İran’ın tutumu açısından vurgulanması gereken bir nokta, Erakçi’nin temaslarından bir gün sonra İran’ın dini lideri Ali Hamaney’in dış ilişkiler danışmanı Ali Ekber Velayeti’nin Türkiye ile ilgili eleştirel bir çıkış yapmış olmasıdır.
İran’daki İslamcı rejimin en güçlü şahsiyetinin danışmanı olan Velayeti, resmi “Tasnim Ajansı”na verdiği bir demeçte Suriye’deki gelişmelerden daha geniş bir çerçevede söz ederken, “Türkiye’nin ABD ve İsrail’in kurdukları tuzağa düşmesinin” kendilerini “şaşırttığını” söylemiştir.
Geçmişte 1981-97 yılları arasında 16 yıl süreyle İran’ın dışişleri bakanı olarak görev yapan Velayeti’nin HTŞ’ye de değindiği bu sözleri, Tahran’da Suriye’de yaşanan gelişmelerde ABD ve İsrail ile birlikte Türkiye’ye de sorumluluk atfedildiğini gösteriyor.
*
Bütün bu açıklamalarda İran’ın bölgedeki en önemli müttefikleri arasında yer alan Esad rejiminin sahadaki yenilgisinden duyulan rahatsızlığın izlerini de görmek mümkündür.
İç savaşta rejimin Rusya ile birlikte en kuvvetli iki destekçisinden biri olan İran, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ı ayakta tutabilmek için kendisine askeri ve siyasi açıdan azımsanmayacak desteklerde bulunmuştur.
İç savaş sırasında Hizbullah unsurlarını Lübnan’dan Suriye’ye sevk eden İslamcı rejim, aynı zamanda doğrudan İran’dan milis güçleri ve askeri danışmanlar da göndererek Esad’a arka çıktı.
İran, iç savaş döneminde sahada sağlanan desteğin de uzantısı olarak halen ülkenin rejim kontrolündeki coğrafyasında kayda değer bir askeri varlığa sahip. İsrail de düzenli bir şekilde gerçekleştirdiği hava saldırılarıyla İran’ın Suriye’deki askeri uzantılarını hedef alıyor.
Gazze savaşında bir yıllı aşkın süre içinde İsrail’den birbiri ardına bir dizi ağır darbe alan, kendi başkentinde vurulan, füze savaşlarında azınsanmayacak askeri kayıplara uğrayan, keza Lübnan’daki temsilcisi Hizbullah’ın İsrail’e yenilgisini kabullenmek durumunda kalan İran, son olarak geçen haftadan itibaren bu kez de Suriye’de ciddi bir gerileme yaşamaktadır. Esad ordusuyla birlikte sahadaki İran yanlısı grupların da gerilemesi söz konusudur.
Bu arada Halep’in kuzeyinde Nublu, Zahraa gibi Şii nüfusun yoğun olduğu yerleşim merkezlerinin silahlı muhalefetin kontrolüne geçmiş olmasının da İran açısından sıkıntılı bir durum yarattığı tahmin edilebilir.
*
İran’ın iç savaşta geniş bir şekilde Suriye sahasına yayılarak bu ülke üzerinde önemli bir nüfuz elde etmiş olması, Ankara tarafından açıkça dışa vurulmamakla birlikte hissedilen bir rahatsızlık konusuydu. Dolayısıyla, son hadiselerin ışığında İran’ın Suriye’de sahada uğradığı zemin kaybının Ankara cephesinde bir olumsuzluk olarak görüldüğünü zannetmiyoruz. Gelgelelim, bu durumun resmi yetkililerce herhangi bir şekilde telaffuz edilmesi beklenmemelidir.
Bu noktada dikkat çekici olan bir husus, Türkiye’nin son dönemde Esad rejimi ile ilişkilerini normalleştirme yönünde girdiği arayışların İran’dan beklenen desteği almamış olmasıdır. Hatta İran’ın aksi doğrulduda hareket ettiğine dair değerlendirmelere de rastlamak mümkündür Ankara’da.
Dışişleri Bakanı Fidan’ın, geçen 22 Kasım’da gazete ve TV kanallarının Ankara temsilcileriyle yaptığı sohbette İran’ın Türkiye’nin Suriye ile ilişkilerinin normalleşmesinde bir rol oynayıp oynayamayacağı yolundaki soruya verdiği yanıtı da bu çerçevede hatırlatmalıyız.
Fidan, soru karşısında konunun İran ile “konuşulduğunu” belirtmekle birlikte, “İran’ın Suriye’deki öncelikleri arasında Türkiye ile Suriye’nin normalleşmesi yok” demişti.
Muhtemeldir ki İran, Esad rejimi Türkiye ile ilişkilerini normalleştirerek yakınlaşmaya girdiği takdirde, kendisine duyduğu ihtiyacın göreceli olarak azalacağı hesabını yapmıştır.
*
Yeniden pazartesi gününe, Fidan’ın Erakçi ile düzenlediği basın toplantısına dönelim. Fidan’ın bu toplantıdaki en çok tartışılan çıkışlarından biri, Türkiye’nin Rusya ve İran ile birlikte 2017 yılından beri Suriye üzerinde yürüttüğü Astana sürecinin uygulamasıyla ilgili ilk kez sorgulayıcı bir bakış da yansıtmış olmasıdır.
Fidan’a göre, Astana süreci Suriye’de iç savaşı belli bir noktada durdurmak ve tarafların belli bir statükoda ateşkes halinde kalmalarını sağlamak bakımından “çok önemli bir başarı” sağlamıştır. Ancak sahada girilen sessizlik dönemi bu süreçte siyasi çözüme tahvil edilememiştir.
“Geldiğimiz noktada ötelenmiş sorunlar artık Astana süreciyle yönetilecek bir durum olmaktan çıkıyordu ve biz bunu görüyorduk” diye konuşmuş Fidan.
*
Nitekim, 2017’de Suriye’de iç savaşı durdurabilen ve sekiz yıla yakın genel bir çatışmasızlık dönemini taşıyan Astana süreci, çatışmaların geçen haftadan itibaren yeniden patlak vermesiyle birlikte bir sarsıntıya girmiştir. Yarın bu üç ülkenin dışişleri bakanlarının Katar’da yapmaları beklenen Astana toplantısının Suriye’de sahaya bir ateşkes getirip getirmeyeceği en önemli sorulardan biridir.
Keza, Suriye’de ortaya çıkan yeni durum ışığında Astana sürecinin önümüzdeki dönemdeki işlevinin hangi yönde evrileceği de bir başka soru olarak karşımızda asılı duruyor.
Her halükârda, Suriye’de içinden geçilen krizin Türkiye ile İran arasındaki ilişkilerde de belli bir basınç yarattığı aşikârdır. İki ülkenin bu durumu nasıl yönetecekleri önümüzdeki günlerin ilginç sınamalarından biri olmaya adaydır.