Türkiye yakın çevresindeki bir badireden açıkça kazançlı çıktı. Üstelik ilk kez taş atıp, kolunu yormadan bu kazanımını siyaseten ve askeri anlamda son derece ucuza mal etmiş oldu. Belki de bu olumlu sonucun alınmasının başlıca nedeni bu defaki badirenin hazırlık, planlama, zamanlama, sevk ve idare aşamalarında AKP-MHP Ankarası güvenlik bürokrasisi parmak izlerinin görülmeyişinde saklı.
Başka deyişle Türkiye resimden çıkarak, haritaya girmiş oldu. Stratejik anlamda eli güçlendi. Zira hem İran, hem Esat Suriye’si geriledi, Rusya ise görece kenara itildi. İran Dışişleri Bakanı Arakçı’nın adeta koşa koşa Ankara’ya gelmesi de, Rusya’nın Suriye’deki kuvvetlerinin komutanı General Kissel’i apar topar görevden alması da bu durumun göstergeleri.
Ankara’nın birincil mesele gördüğü SDG de Halep’in Kürt nüfuslu kuzey mahallelerinden ve Tel Rifat’tan Heyet Tahrir-üş Şam (HTŞ) ile uzlaşarak çekildi. Halep Uluslararası Havalimanı’na girmişti; çıktı ve hemen doğusundaki Kweires Askeri Havaalanı’na da Türkiye destekli SMO girdi. SMO ayrıca HTŞ’nin çekilen YPG muhariplerine tanıdığı güvenli geçiş iznini de baltalamaya çalıştı.
Cihatçılar Halep’i alır mı, alırsa ne olur? | Ruşen Çakır & Aydın Selcen
Suriye iç savaşı kaldığı yerden yeniden mi başlayacak? Aydın Selcen’in ÖNEMLİ TESPİTLERİ!
Türkiye tarafından TSK denetimindeki ceplerde beslenip, palazlandırılan, eğitip donatılan SMO, HTŞ’nin açtığı sahneye geç kaldı. HTŞ ile YPG arasında bir ittifak uzlaşısı yok, güç ilişkisi var. HTŞ’nin öncelikleri meşru muhataplığını kabul ettirmek, terör örgütü listesinden çıkmak, Esat’ı devirmek. Öyle ki Ruslara bile Rusça mektup göndererek ileride de Rusya’nın da Suriye’nin işbirliği ortaklarından kalacağını bildirdi.
Halep HTŞ önderliğinde kurşun atılmadan, kayıp verilmeden, iki gün içinde el değiştirdi. Şimdi Ankara SMO’yu, fırsat bu fırsat, SDG’ye saldırtıp Fırat’ın batısındaki Münbiç ve Tabka’dan attırmaya kalkışırsa, bu yeni durum HTŞ’nin oyun planını da bozacak. Verili durumda, YPG zaten Fırat’ın batısındaki köprübaşlarından çekilme yolunda. Diğer anlatımla, Türkiye’den girip Irak’a çıkan Fırat ırmağı haritayı çapraz bölen yeni bir iç sınır, üçüncü bölgenin yeni iç yönetsel sınırı oluyor.
Aydın Selcen yazdı: Suriye'de ne oldu, ne oluyor, ne olur?
1922 – Fransa “mandat” yönetimi haritası
Bu bakımdan toptan hesapta stratejik kazançlı görünen Türkiye’nin “Halep’e yarışı” HTŞ’ye yitirerek perakende kayba uğradığı da eşanlı belirtilebilir. Bu denklemi düzeltmek için SMO üzerinden HTŞ’ye terörist örgüt listesinde oldukları gerekçesiyle Halep’ten çekilmeleri ültimatomu göndermek gerilimi yükseltecek bir hata olur. HTŞ ile SMO’nun birbirlerine düşmesi Esat’ın ve müttefikleri Rusya ile İran’ın ekmeklerine yağ sürer. İşin ucu TSK’nın doğrudan çatışmaya müdahil olma zorunluluğu sakıncasının ortaya çıkmasına bile varabilir.
Suriye’de ne oldu, ne oluyor, ne olur?
Rusya ise yine bildiğini yapıyor: Havadan İdlip’te hastane, Halep’te sivil yerleşim bombardıman ederek kenarına itildiği resimde yeniden zorla yer edinme çabasında. Sekiz yıl önce Esat’ı ayakta tutarken de benzer biçimde davranıyordu, geçtiğimiz dönemde İdlip’i sürekli hedef alırken de öyle. Ayrıca, bitkisel hayata girmiş Astana Çerçevesi temelli yeni bir statüko dayatmayı da deniyor.
Ancak bu kez Rusya’nın Suriye’deki savaş uçağı sayısının yaklaşık olarak 35’ten 10’a indiği ve mühimmatının da son derece kısıtlı olduğu biliniyor. HTŞ çevresinde kümelenmiş direnişçi muhariplerin Suriye ordusunun kaçarken terk ettiği Rus yapımı BUK seyyal hava savunma sistemleri ele geçirmiş oluşu da bir yeni etmen.
Ve Rusya, Ukrayna işgalini Kuzey Kore’den piyade ithal ederek, İran’la ortaklaşa SİHA üreterek ve yine İran’dan füze tedarik yürüterek buzul hızında sürdürebiliyor. İki cephede birden savaşması önceliklendirme yapmasını zorunlu kılacak.
Esat her masaya geç kalmakla malul: Başka seçeneği de yok zira tepesinde oturduğu mafyanın Şam’da tutunması dışında varkalma seçeneği yok. Dolayısıyla Erdoğan’ın masaya gelme çağrısını reddetti. Reuters’in bildirdiği üzere BAE ve ABD aracılığıyla İran ekseninden çıkma hamlesini yapamadı. Rusya’nın zamanında önerdiği yeni bir anayasayla krizden çıkma teklifini kabul edemedi.
Özetle, Esat’ın tutumu örnek gösterilecekse ancak BAAS kafasına özenenler için örnek gösterilebilir. O aşama da burada sanırım daha yarım yüzyıl önce 9-12 Mart 1971 serencamında geçilmiştir. “İstikrar olsun da nasıl olursa olsun” veya “en kötü devlet, devletsizlikten iyidir” diyecekler çıkabilir. Onlara da Suriye halkının ne dediğine bakmaları, “siyasal çözüm” deyince, neyin nasıl anlaşılması gerektiği üzerine kafa yormaları önerilebilir.
Bu defa Suriye Arap Ordusu’nun (SAO) ne denli moralsiz, sayıca yetersiz, donanımsız, kof ve yoz olduğu ve terkisinde İran Devrim Muhafızları – Kudüs Tugayı unsurları ile Rus hava desteği olmadan ayakta duramadığı hepten tescillendi. Esat’ın akıbeti Halep’ten Şam’a yani kuzeyden güneye uzanan M-5 karayolu ekseni üzerinde Hama’da, Hama da düşerse Humus’ta kurulan savunma hatlarının dayanıklılığına bağlı.
Güncel yıldırım harekâtını başlatanlar kimlerdir? İdlip’te üst üste alt alta tıkıştırılmış Suriyelilerin dışarıya doğru patlamasıdır. Yalnızca sınırımızın dibindeki sözde geçici Atme Kampı’nın nüfusu bir buçuk milyonu geçmiştir. Buraya ağırlıklı olarak Halep ve çevresinden gelen çocuklar artık delikanlı olmuş ve ellerine silâh alıp kendi köylerine, evlerine, yörelerine dönmeye yönelmiştir. Buradaki toplamı üç buçuk milyonu aşmış nüfus Esat’la hiçbir koşulda uzlaşmayacak Suriyelilerden oluşmaktadır.
İdlip, HTŞ tarafından ve HTŞ de Colani tarafından yönetilmektedir. Esasen kağıt üzerinde HTŞ Türkiye’nin terör örgütleri listesindedir. TSK, İdlip’te gözlemci konumundadır. Ankara, Rusya ile yürüttüğü diplomatik kanaldan İdlip’e güvence sağlamaktadır. Ancak SMO’da olduğu gibi HTŞ’yi doğrudan eğitip, donatıp, desteklememektedir. HTŞ’nin elindeki SİHA, gece görüş dürbünü, zırhlandırılmış araç gibi piyasadan temin edilmiş ve Suriye ordusundan ele geçirilmiştir. SİHA yapımı ve kullanımında Ukrayna ordusundan teknik destek aldığı da anlaşılmaktadır.
Astana temelli güvence uzlaşıları İdlip’in özellikle son dönemde her gün Suriye ordusunca karadan, Rus uçaklarıyla havadan bombardıman edilmesiyle ihlâl edilmekteydi. Nitekim Ankara da bu duruma sürekli dikkat çekmekteydi. Sözkonusu ihlâller, tabanını HTŞ üzerinde harekete geçme konusunda baskı kurmaya yöneltmiştir. Dolayısıyla ezbere bir “dış güç” parmağı aramak çok da doğru değildir. Yıllardır bu harekâta hazırlanan HTŞ, Erdoğan’ın Esat’la temas arayışı ve İsrail ile Hizbullah arasında varılan ateşkes dolayısıyla ortaya çıkan dar fırsat penceresini değerlendirmiştir.
Buna karşılık HTŞ’nin örgütsel dönüşümü ve başına 10 milyon dolarlık ödül olmasına rağmen ve aşağı yukarı her hafta ABD İdlip’te bir cihatçı teröristi hedef alırken, Colani’nin rahatça hareket edebilmesi göz ardı edilmemelidir. HTŞ, Suriye El Kaidesi’nden ve El Nusra Cephesi’nden ayrışarak oluşmuştur. Bugün “küresel cihat” iddiası bulunmadığı gibi, El Kaide ve IŞİD artıklarını da fiilen ortadan kaldırmaktadır. Şeriatçı bir “üçüncü yol” denediği ileri sürülebilir.
Lideri Colani Suriyelidir. Şam Üniversitesi’nde iki yıl medya eğitimi almıştır. Irak’a geçerek El Kaide’ye katılmıştır. Yakalanıp atıldığı Bucca Cezaevi’nde IŞİD’in kurucusu Bağdadi’yle tanışmıştır. Cezaevinden çıktıktan sonra Bağdadi onu Suriye’de örgütlenmeye göndermiştir. IŞİD’in El Kaide’den kopmasıyla Colani El Kaide’ye bağlı kalmış, daha sonra El Kaide’den de ayrılmıştır.
HTŞ alanda bu denli kısa sürede elde ettiği başarıya muhtemelen kendi de şaşmıştır. Ancak çatışma başka, yönetişim başkadır. Mesele HTŞ’nin İdlip’te edindiği yönetim birikimini rıza devşirerek Halep’e taşıyıp taşıyamayacağıdır. Alevilerin, Hristiyanların, Kürtlerin, Dürzilerin HTŞ’nin yönettiği bir bölgede yaşayıp yaşayamayacaklarıdır. HTŞ’nin Halep iriliğinde bir kenti yönetip yönetemeyeceğidir. Belki de HTŞ’nin bir kez daha dönüşüp dönüşemeyeceğidir.
1935 – Bölgede konuşlu Fransız ordusunca hazırlanmış harita (Türk, Türkmen, Türkoman ayrı ayrı sınıflandırılmış!)
Bunların karşısına rejim açısından konulacak soru ise yine Sünni ve Alevilerin, Kürtlerin, Dürzilerin, Hristiyanların Esat’ı başta tutmak için ölmeye hazır olup olmadıklarıdır. Ve Esat’ın varkalmasını kendi hayatta kalmalarına eşdeğer görüp görmedikleridir. Bu soruların taktiksel ve askeri olarak alana yansıması ise Hama ve Humus’taki savunma hatlarının dayanıp dayanmayacağında görülecektir.
Haritaya bakılırsa Rusya’nın Libya dahil Akdeniz’de operasyonlarının kilit taşı deniz üssü Tartus’un ve Lazkiye’nin bulunduğu kısa kıyı şeridinin gerisinde Alevi Dağı’nın (Esat ailesi de Kardaha’dan gelir) bulunduğu ve bu dörtgenin Hama ve Humus’un batısında tam karşısına denk geldiği görülür. Dolayısıyla Hama ve Humus’un düşmesi halinde, kıyıya çekilmek başka, Şam’a çekilmek başka sonuç doğuracaktır. Hama’nın Hafız’ın kardeşi Rifat Esat’ın 1982’de Müslüman Kardeşler ayaklanmasını katliam yaparak bastırdığı yer olduğu da unutulmamalıdır.
“Turpun büyüğü heybede” dercesine Irak gözden uzak tutulmamalıdır. Geçenlerde* Ranj Alaaldin Irak’ın üç olası “yarını” bağlamında: Ya Libya gibi eşikte iç savaş, kırılgan istikrar ve rekabet halinde güç merkezleri; ya Suriye gibi iç savaş; ya da Yemen gibi (İran uzantısı Şii milis) Haşdi Şabi’nin Husilere benzer biçimde ABD ve İsrail’le açıktan çatışacağı üç seçenek sıraladı. Nitekim, Irak’tan Suriye’ye geçmeye kalkışan bazı Şii milisleri ABD vurmakta gecikmedi.
İsrail’in de Esat’ a yönelik “tanıdığımız şeytan” yaklaşımını değiştirip, önceliği tümüyle İran’dan Lübnan’a uzanan kara köprüsünü ve Suriye’deki İran varlığını ortadan kaldırmaya verdiği görülüyor. Yani HTŞ, sınırlarına yaklaşmadıkça İsrail’i rahatsız edecek değil. HTŞ’nin Esat’ı devirmesi olasılığı da İsrail açısından kabul edilemez değil.
İç savaşlar bütünleşmeyle mi sonuçlanır bölünmeyle mi? Her örneği kendine özgü koşulları ve bağlamında değerlendirmek herhalde doğru olacaktır. Herhalde en doğrusu ise Alevi, Sünni, Hristiyan, Kürt, Dürzi vb. Suriyelilerin kendilerinin ne dilediğine kulak vermektir.
Halep merkezli kuzeybatı Suriye, ülkeyi çapraz kesen Fırat’ın doğusunda Arap ve Kürt unsurlarıyla ülkenin tahıl ve petrol kaynakları üzerinde oturan kuzeydoğu Suriye ve Şam merkezli, denize kıyısı olan ve Rus deniz üssünü de barındıran Esat’ın Suriye’si olarak üç parçalı görünümün “yeni donmuş durum” olarak bir süre devam edeceği öngörülebilir. Bu üç parça ancak masa başında, tarafların ve onların arkasındaki güçlerin karşılıklı al-verle uzlaşacağı bir siyasal çözümle ama mutlaka yeni bir anayasayla tekrar bir araya gelebilir.
Yukarıda belirtildiği üzere Esat’ın herhangi bir siyasal çözüme yaklaşması zor hatta olanaksızdır. Zira herhangi bir siyasal çözüm ancak Esat’ın ve onun rejiminin olmadığı bir yapıyı tanımlar. Uzak ihtimal de olsa, Esat’ın Şam’da tutunmak yerine kıyıya ve dağa çekilmesi halindeyse, ortaya Rusya’nın Akdeniz uydusu yeni bir devletçik çıkar. Herhalde bu seçenek ABD ve NATO müttefikleri açısından kabul edilir olmaz.
Ankara, yanı başındaki bu büyük hengâmeye münhasıran PKK ile mücadele saplantılı dar bir açıdan yaklaşırsa oyunun sonunda masadan kazançla kalkması zora girecektir. İçeride Erdoğan-Bahçeli’nin başlattığı “süreç” sonucunda ortaya çıkacak resim ve 20 Ocak’ta başkanlığı devralacak Trump ile beraberinde getireceği takımın politika tercihlerinin etkileri de bugünden kestirilmesi güç iki ayrı değişkendir.
HTŞ SMO’yu oyun dışına itmeyi deneyebilir veya SMO’nun SDG’ye saldırması, HTŞ’nin SMO ile çatışması sonucunu doğurabilir. Bu defa “iç savaşı durdurma, istikrarı sağlama, barışı kurma, öz savunma, Suriye’nin toprak bütünlüğü ve ulusal birliğini koruma” gibi gerekçeler türeterek TSK Halep’e varıncaya dek Suriye içlerine inerek sonsuz bir savaşın parçası olabilir. Bu, kesinlikle kaçınılması gereken bir sakıncadır.
Ankara açısından Suriye’nin toprak bütünlüğü ve ulusal birliği belki söylemde tutarlılık adına Kıbrıs için geliştirilen “eşit egemenlik sahibi üç parça” diplomatik formülüyle ve sahada “hafif ayak izi” yaklaşımı orta vadede tercih edilerek savunulabilir. Her hal ve kârda ülkemizdeki sayıları beş milyonu bulan Suriyelilerin bir bölümünün dahi Halep ve çevresine geri dönmeleri iktidarın kazanç hanesine yazılır. CHP açısından ise artık “Şam’a gidip Esat’la masaya oturarak hem Suriye İç Savaşı’nı bitirmeyi hem sığınmacıları geri göndermeyi ele almak” konuşma notu miadını doldurmuş olsa gerektir.
Ankara için her zaman Bağdat, Şam ve Tahran’ın güçlü olmaları gerçek ulusal güvenlik tehdit algısı olmalıdır. Terör de bir tehdittir ama varoluşsal düzeyde olmayıp yönetilmesi gereken ve yönetilebilir bir dosyadan ibarettir. Artık eller alet çantasına uzandığında çekiç, keski, takoz gibi marangozluk yerine bistüri gibi cerrahi gereçlerin yeğlenmesi aklın yoludur. Kartların dağılımını doğru okumak da zaten işin abecesidir. Bunların hiçbiri de yalnızca kendi geleceğinin derdindeki bir yönetimle olmaz.
*Roma MED Dialogues toplantısı, 26 Kasım.