Erdoğan’ın ve Bahçeli’nin Misak-ı Milli göndermeleri nasıl yorumlanabilir?

“Halep deyince yüreği titremeyen bir vatan evladına rastlayamazsınız. Çünkü Halep iliklerine kadar Türk ve Müslümandır. (…) Bizim niyazımız Suriye’nin huzur, istikrar ve barış ortamına bir an evvel vasıl olmasıdır. Fakat parçalara ayrılmış Suriye fotoğrafında Halep’i yüzüstü bırakmak, yaban ve yabancı ellere teslim etmek hayal mahsulü bir ihtimaldir. Ve böyle bir an geldiğinde tarih satır satır, sayfa sayfa yeniden tekerrür edecek, reklam arası son bulacak, fragman gösterimi bitecek, coğrafya yeni baştan aslına dönecektir.” 

Devlet Bahçeli’nin dünkü (3 Aralık) grup konuşmasında yer alan bu sözler açık ki Halep’in bir kez daha el değiştirmesi durumunda Türkiye’nin müdahale edip “coğrafyayı aslına döndüreceğini” ima ediyordu. Bahçeli’ye göre son yüz yıl bir “reklam arası”ydı ve tarif ettiği şey gerçekleşirse asıl programa dönülecekti. Bu bana Erdoğan’ın aynı dönemi “kapanmamış parantez” olarak niteleyen sözlerini hatırlattı. 

Peki bu söylem sadece ve basitçe bir retorik mi yoksa bir siyasi ajanda mı? 7-8 yıldır takip ettiğim bu meseledeki notlarımı bir kez daha hatırlatarak bu soruya bir cevap kapısı aralamaya çalışacağım. 

Başlangıç vuruşu: 15 Temmuz 2016’dan hemen sonra

Cumhurbaşkanı Erdoğan, 10 Kasım 2017’de Beştepe’de muhtarlara hitaben yaptığı konuşmada Türk Silahlı Kuvvetleri’nin İdlib ve Afrin’de icra ettiği harekâtlarla Misak-ı Milli arasında bağ kurdu ve şöyle dedi:

“Biz Kurtuluş Savaşımıza başlarken ilan ettiğimiz Misak-ı Millimize de sahip çıkamadık. Suriye ve Irak’taki gelişmelerde zaman zaman dillendiriyorum. Biz Misak-ı Millimize yeniden sahip çıkmak zorundayız diyorum. Eğer o hudutlar içinden ülkemize saldırılar oluyorsa buradan buyurun devam edin deme lüksümüz yoktur. Gereğini, gerektiği şekilde yapma zorunluluğumuz var. İdlib’de yapılmakta olan budur. Açıklıyorum; Afrin’de yapılmakta olan da budur.” 

Bu konuşma -ilkini 2016’nın başında kaleme aldığım “Temel saflaşmanın ekseni değişiyor: Laiklik yerine ‘millilik” başlıklı bir dizi yazının doğrulanması gibi göründüğü için- çok ilgimi çekti. Şunu merak ettim: Acaba Erdoğan Misak-ı Milli’yi o anda zannettiğim gibi ilk kez mi telaffuz ediyordu yoksa öncesi de var mıydı? Varsa şayet, başlangıç noktası neydi?

Geriye doğru yaptığım taramada, bunun ilk olmadığını fakat başlangıcın da çok eskilere gitmediğini gördüm. Başlangıç tarihi ilginçti: 15 Temmuz 2016’dan hemen sonra… 

Yaptığı konuşmaları okurken gördüm ki Erdoğan’ın konuyu ele alırken kurduğu cümleler bazen sadece tarihsel-kültürel bir ilgiyi imâ ediyor gibi görünüyor, bazen de tarihsel bir haksızlığın düzeltilmesi üzerinden düpedüz sınır tartışması açıyormuş izlenimi veriyordu. (Nitekim Batı medyasında sözlerinin böyle algılandığını gösteren haberler ve yorumlar da çıktı. Bunları daha sonra hatırlatacağım.)

“Kapanmayan parantezin kilidi: Misak-ı Milli”

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Hasan Celal Güzel yönetimindeki Yeni Türkiye dergisinin Misak-ı Milli özel sayısına yazdığı önsöz, onun Misak-ı Milli tartışmasını açarken sadece bir tarihsel-kültürel ilgiye göndermede bulunmadığının nişanesi gibiydi. Erdoğan bu önsözde Birinci Dünya Savaşı’nın “aslında hâlâ sona ermediğini” söylüyor, “Kapanmamış bir parantez”den söz ediyor ve bunun “kilidinin” de Misak-ı Milli olduğunu savunuyordu. (Aşağıda bu özetin daha geniş bir versiyonunu bulacaksınız).

Malum, Kurtuluş Savaşı’nı yürüten kadronun savaştan önce belirlediği ve daha da gerisine çekilmenin kesinlikle kabul edilmeyeceğini ilan ettiği sınır olan Misak-ı Milli, Türkiye’nin güney sınırları bakımından kabaca Suriye’nin kuzeyiyle Musul ve Kerkük dahil Irak’ın kuzeyini kapsıyor.

Muhtemelen iki bölümde (belki üç) toparlayacağım “İktidarın Misak-ı Millisi” yazı dizisinin bu ilk bölümünü Erdoğan’ın hem öyle hem böyle yorumlanabilecek cümlelerinin kronolojik dökümüyle sona erdireceğim. İşte Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuya dair bugüne kadar söyledikleri: 

15 Ekim 2016 (Rize’deki Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi’nin 2016-2017 Akademik Yılı’nı açarken yaptığı konuşmadan): “Bizim fiziki sınırlarımız başkadır, gönül sınırlarımız bambaşkadır. Bunu birbirinden ayırmamız lazım. Fiziki sınırlara elbette saygı gösteririz ama gönlümüze sınır çizemeyiz. Çizilmesine de müsaade etmeyiz. Birileri bize, ‘Irak’la niye ilgileniyorsunuz, Suriye’yle niye ilgileniyorsunuz?’ diyorlar. (…) Tarih kitaplarımızda Misak-ı Milli’yi okuyoruz değil mi? Misak-ı Milli’de ne var? Eğer Misak-ı Milli diye bir derdimiz varsa, kusura bakmayın, o zaman bu soruyu kendi içimizde birbirimize soramayız. Tam aksine burada ‘Üzerimize düşen görevler var’ demek zorundayız.”

19 Ekim 2016 (Beştepe’deki muhtarlar toplantısında yaptığı konuşmadan): Misak-ı Milli niye rahatsız ediyor. Misak-ı Milli’yi gündeme getiren Gazi Mustafa Kemal. Neden rahatsız oluyorsunuz. Burada bir tarih yok mu? Burada bir milletin geçmişi yok mu? (…) Maalesef hem batı hem de güney sınırlarımızda Misak-ı Milli hedeflerimizi koruyamadık. Dönemin şartları itibarıyla bu durumu mazur görenler, göstermeye çalışanlar olabilir. Bu yaklaşımı bir yere kadar mazur görmek mümkündür. Asıl vahimi, zorunluluklardan kaynaklanan bu durumu esas olarak kabul edip kendimizi tamamen bu kabuğun içine hapsetme anlayışıdır. Biz işte bu anlayışı reddediyoruz. Türkiye’yi 1923’ten beri böyle bir kısır döngüye hapsedenlerin amacı coğrafyamızdaki bin yıllık varlığımızı, Selçuklu ve Osmanlı geçmişimizi bize unutturmaktır.”

Mart, 2017 (Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Yeni Türkiye dergisi için kaleme aldığı “Kapanmayan parantezin kilidi: Misak-ı Millî” başlıklı önsözden): “Bugün Suriye’deki, Irak’taki, Mısır’daki, Libya’daki, Balkanlar’daki, Kafkaslar’daki hadiselerle niçin bu kadar yakından ilgilendiğimizi, ilgilenmemiz gerektiğini ancak geçmişe bakarak anlayabiliriz. Türkiye’nin oralarda ne işi olduğunu soranlara en güzel cevabı tarih verecektir. Gayet açıktır ki, Birinci Dünya Savaşı, aslında hâlâ sona ermiş değildir. Kanı kanla, zulmü zulümle örtmeye çalışanlara karşı biz kendi tarihimizden, kendi kültürümüzden aldığımız güçle çalışmaya, mücadele etmeye devam edeceğiz. Misak-ı Milli’yi unutmamak bu mücadelenin ilk ve en önemli şartıdır.”

10 Kasım 2017 (Beştepe’deki muhtarlar toplantısında yaptığı konuşmadan): “Biz Kurtuluş Savaşımıza başlarken ilan ettiğimiz Misak-ı Millîmize de sahip çıkamadık. Suriye ve Irak’taki gelişmelerde zaman zaman dillendiriyorum. Biz Misak-ı Millîmize yeniden sahip çıkmak zorundayız diyorum. Eğer o hudutlar içinden ülkemize saldırılar oluyorsa buradan buyurun devam edin deme lüksümüz yoktur. Gereğini, gerektiği şekilde yapma zorunluluğumuz var. İdlib’de yapılmakta olan budur. Açıklıyorum; Afrin’de yapılmakta olan da budur.”

Yukarıda da dediğim gibi: “Türkiye’nin bir Misak-ı Milli meselesi var” derken Erdoğan’ın coğrafi bağlamdan mı kültürel bağlamdan mı söz ettiği muğlak kalıyor. Ya da şöyle diyelim: Erdoğan hiçbir zaman Bahçeli’nin dünkü konuşmasında olduğu kadar coğrafi bağlam imasında bulunmamıştı. 

Öte yandan güneyde yeniden Misak-ı Milli sınırlarına dönmenin, Türkiye’nin toplam siyasi-bürokratik aklının hiç akıldan çıkarmadığı bir hedef olduğunu da unutmamak lazım; ki bu da Erdoğan’ın cümlelerini salt tarihsel-kültürel bir çerçevede kurduğunu düşünmeyi zorlaştırıyor.

Yine de Erdoğan’ın kavramı yeniden gündeme sokmuş olmasının coğrafyayı değiştirmeyi ima ettiğini düşünmüyorum. Tahminim, Erdoğan’ın zihninde “Light” bir Misak-ı Milli olduğu yönünde… Eskiden de böyle düşünüyordum, şimdi de. Yıllar önce şöyle yazmıştım:

“Benim görebildiğim kadarıyla Erdoğan, Türkiye’nin, Misak-ı Milli sınırları dışında kalmış topraklarda etkili olacağı (hatta belki buraları vekaleten yöneteceği) bir model için koşulların uygun olduğunu düşünüyor, daha fazlasını değil. Yani aklında, Foreign Policy’nin iddia ettiği gibi Suriye ve Irak’tan bazı toprakları zorla alıp Türkiye’ye dahil etmek gibi bir planın olduğunu düşünmüyorum. Muhtemelen, Kuzey Suriye’de Türkiye ile işbirliği içinde özerk bölge ya da bölgeler tesis edilecek ve daha sonra merkezi rejim bu bölgelerle bir tür federasyona zorlanacak. Yani hedef Misak-ı Milli sınırları ama ‘light’ bir Misak-ı Milli…”

Bahçeli’nin formülü bunu aşıyor kuşkusuz. Bilmiyorum, belki son bir haftada Suriye’de gerçekleşenlerden sonra “daha fazlası” için Erdoğan da “neden olmasın” demeye başlamıştır.