Rusya ve İran destekli Suriye ordusu tarafından Halep’ten çıkarıldıktan sonra (2016) varlığından bir daha haber alınamayan Heyet Tahrir eş-Şam (HTŞ) örgütü, gücünü de artırarak, varlığını sürdürmekteymiş…
Yalnız o da değil; Suriye’nin kuzeyinde oluşmakta olan yapılanmalarda ‘kaybedenler’ arasında oldukları bilinen diğer muhalif örgütler ve onların silahlı güçleri de hareketlenmek için HTŞ’li militanları bekliyormuş…
Bu gelişme bir hafta içerisinde Suriye ile ilgili bütün senaryoları alt üst etti.
Kaybedenler kazanan haline geldi, kazandıkları düşünülenler de kaybeden…
Nasıl oldu da böyle oldu?
Gelişmeyi ilk günden yakın izlemeye alanların bu ara soruya tatmin edici bir cevap bulamadıklarını herhalde görüyorsunuzdur. Ekranların gedikli yorumcuları, basının dış politika yazarları, olanları açıklayıcı gerekçeler yine buluyor ve paylaşıyorlar; ancak açıklamaları tatmin edici olmaktan epey uzak…
Yeniden sahneye çıkan ve kaybedenlerden oldukları sanılırken birdenbire kazanan durumuna gelen silahlı güçlerin ütülü üniformaları, cakalı botları dikkat çekici…
Karşı tarafı kaçmaya zorlayan son model araçları ile gelişmiş silah ve teçhizatları da…
Onların bu yeni hallerine karşılık, kaçan dünün muktedirlerinin görüntüleri ise, son haftaya kadar onlara yakıştırılan gücü pek yansıtmıyor. Perişan haldeler ve direnecek güçleri de silahları da yok gibi…
Acaba günü değerlendirmede yanılıyor olabilir miyiz?
Türkiye’den Suriye’deki gelişmelere uzaktan bakarak günlük tabloyu değerlendirenler sevinçlerini gizleyemiyorlar…
Öyle olması da doğal. Kaçarak gidenler Türkiye’nin ‘düşman’ bellediği güçlerdi; onların boşalttığı alanı dolduranlar buldukları her yüksekliğe Türk bayrağını çekiyorlar…
Yabancı gazeteler ile televizyon kanallarında, Ortadoğu’daki yeni dengeyi belirlemede Türkiye’nin söz sahibi olduğuna dair yorumlar revaçta.
Kazananlar listesinin en başlarına Türkiye yazılıyor…
Ankara’dan yapılan resmi açıklamalara hakim olan hava da öyle.
Yaşanan bir güreş müsabakası olsa, hakemin hiç tereddütsüz kırmızı formalı güreşçinin elini kaldırmasına tanıklık edilecekti.
Güreş değil bu oysa ve yaşanan da olsa olsa bir ‘devletler oyunu’…
‘Devletler oyunu’nda tarafların ortada görünmesi şart değildir. Oyunun ne zaman ve kim tarafından başlatıldığı çoğu kez bilinmez; oyunbaz kendini gizler çünkü; kimin kazançlı çıktığı da genellikle tarihçilerin değerlendirmesine bırakılır…
Gelişmeyi ben nasıl görüyorum?
‘Arap baharı’ diye adlandırılan ve ilk etkileri Tunus, Libya, Mısır, Yemen ile Bahreyn’de görülüp en sonunda Suriye’de kendini gösteren bir sürecin en başına yeniden dönmüş gibiyiz.
Yıl 2011’di ve süreçte hareketlenen ülkeler halklarının ilham kaynağı, AK Parti iktidarının ilk on yıllık icraatıydı.
Arap ve Müslüman ülkelerde kitleler Türkiye gibi yönetilmek istiyordu.
Mısır’da ve Tunus’ta AK Parti’ye yakınlık duyan partiler iktidara yürüyor, diğer bazılarında ise, ülkeyi kim/ler/in yöneteceğine Ankara karar verecek gibi duruyordu.
Suriye için Ankara’nın muhtemel bir kadrosu bulunduğundan söz ediliyor, Cenevre’de düzenlenen toplantının ilkinde gerçekleşmese de, ikincisinde o listedeki Türkiye yanlısı isimleri iş başına getirecek bir plandan söz ediliyordu.
Görüntünün o günlerde ne kadar şimdikine benzediği unutuldu tabii…
İktidardakiler, o zaman, “Burası Ortadoğu, burada anlık fotoğrafların fazla değeri yoktur” yolundaki uyarıları dinlemeye yanaşmıyordu.
Şimdikine benzer anlık görüntü uyarı sahiplerini haksız çıkarıyordu zaten.
Ardından olanlar biliniyor ama:
Tunus’ta ve Mısır’da Ankara’ya dost politikacılar cezaevlerindeler…
Libya ve Yemen iç savaşlarını sonlandıramadılar.
Körfez’deki Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn, Fas, Oman birbiri ardına İsrail ile düşmanlığı sona erdiren ‘İbrahim Mutabakatı’na taraf oldular; Gazze savaşı patlamasaydı Suudi Arabistan da sıradaydı.
Bahreyn, hem ABD ile ilişkilerini daha geliştirdi, hem de ‘İbrahim Mutabakatı’ içerisinde yer aldı, üstelik İsrail ile ikili normalleşmeyi amaçlayan bir anlaşma da imzaladı (2020).
Filistin’in ne hale geldiğini aktarmama gerek olduğunu sanmıyorum.
Tabloyu belirlemesi beklenen Türkiye ise kendi derdine düştü.Söylemek istediğim özetle şu: Ortadoğu’da anlık çekilen fotoğraflar o anı yansıtır; esas tablo için ise oyunun gerçek taraflarının belirgin hale gelmesi gerekir.
Ankara’da politika belirleme ve karar verme mevkiinde bulunanlar, umarım, bu gerçeğin farkındadırlar…