Ukrayna’da savaş nasıl biter?

Ülkemiz kuzeyinde ve güneyinde çifte savaş arasında. Güncel yönetim sözkonusu iki güncel savaşın da hemen şimdi bitmesini diliyor. Ancak savaşların bitmesini dilemek bir strateji, tutum ya da politika değil. Özellikle ülkemizin siyasi ve fiziki haritadaki konumu göz önünde bulundurulduğunda, bu iki cepheye yönelik olarak ne denli çevik, uyanık, hazırlıklı ve yaratıcı olmak zorunluluğunu anımsatmaya herhalde gerek yok.

Buna karşılık devletlerarası ilişkilerin yürütülmesi diyebileceğimiz diplomasi alanında etkinlikle işgüzarlığı birbirlerine karıştırmamak da bir o denli önemli. Diplomasinin özü insanlığa katkı sunmak değil, ulusal çıkarların yani bizim için cumhuriyetimizin yurttaşlarının çıkarlarının, huzurunun, refahının, güvenliğin korunmasına ilişkin. Bu bağlamda bugünlük yalnızca Ukrayna’daki savaşa odaklanalım.

Savaşı başlatan Putin’se, bitirecek olan kim?  

Kuzeyimizdeki bu savaşın ilk perdesi Putin liderliğindeki Rusya’nın 2014’te Ukrayna toprağı Kırım’ı işgal ve ilhak etmesiyle açılmıştı. Dördüncü kışına girmekte olan şimdiki aşama ise 24 Şubat 2022’de Rusya’nın bir yıldırım hava indirme harekatıyla Kiev’de hükümeti devirip yerine bir kukla yönetim getirmeyi denemesiyle başladı. ABD ve İngiltere’nin zamanlı istihbarat paylaşımı ve Ukrayna’nın güçlü direnişi bu hamleyi engelledi.

Filmi ileri sararsak iki taraf arasındaki cephe hattı epeydir donmuş görünümde. Yine de “donmuş” denilen güncel görünüm bizleri aldatmamalı: Örnek olarak Rusların günlük kayıp (yaralı-ölü) sayısı 1000 ila 1500 civarında tahmin ediliyor. Ayrıca, Ukrayna Kursk’a girmiş de olsa, Rus kuvvetleri buzul hızıyla Ukrayna içlerine ilerlemeyi sürdürüyor.    

Rusya’nın stratejik derinliği, demografik ve ekonomik gücü ile ona bağlı silâh üretim kapasitesi Ukrayna’yla kıyaslanamayacak büyüklükte. Rejimin hesap vermez otoriter doğası gereği Putin’in yeri de mevkidaşı Zelenskyy’e oranla çok daha sağlam. Rusya’nın askeri kapasite bakımından alet çantası da Ukrayna’dan daha zengin.

Ayrıca Rusya Kuzey Kore’den doğrudan asker katkısı aldı. Olası nükleer silah kullanımı gibi her konuda anlaşamasa ve işin ucunda “vasallaşma” sakıncası olsa da Çin’le adı konmamış bir ittifak kurdu. İran’la ortak SİHA üretimi ve füze tedariki gibi konularda bir al-ver ilişkisine girdi. Eskinin Üçüncü Dünya’sı bugünün Küresel Güneyi’ndeki ülkelerle de diplomatik yalnızlığını kırmayı başardı. Hindistan’a ucuz petrol satarak ambargoyu da deliyor.   

Kuzey Kore ve İran’dan sağladığı destek karşılığında Putin’in bu iki ülkeye sağladığı ya da sağladığı kuşkusu çeken destek ise daha baş ağrıtıcı olabilir. Putin’in, özellikle Kuzey Kore’ye uzay ve denizaltıdan ateşlenecek kıtalararası füze kabiliyeti sağlaması, bu ülkeyi Güney Kore ve Japonya gibi kilit Asya-Pasifik müttefiklerinin ötesinde doğrudan ABD için de varoluşsal tehdit odağına dönüştürür. ABD’nin bu gelişmeyi mutlaka engelleyeceği de açık.

Trump’ın başkan seçilmesiyle açılan pencere

Trump’ın başkan seçilmesi olayların seyrini hızlandırdı. Bugünden Trump’ın başkanlığı devralacağı 20 Ocak’a dek kısa bir fırsat penceresinin açıldığı izlenimi doğdu. Alanda Ukrayna ayakta kalabilmek, Rusya ise gidişatı kesin bir biçimde kendinden yana değiştirmek için savaşıyor.

Biden’in giderayak ABD’nin Ukrayna’ya sağladığı yaklaşık 300 km. menzilli ATACMS füzeleriyle Rusya içlerindeki hedefleri de vurma izni vermesi ayrıca savaşı hareketlendirdi. İngiltere ve Fransa da sırasıyla kendi üretimleri olan yaklaşık 250km. menzilli birbirlerine benzer Storm Shadow ve Scalp füzeleri için kısıtlamalarını kaldırdı. Almanya’da da 23 Şubat’ta yapılacak seçimleri kazanması beklenen Hristiyan Demokratların şansölye adayı Merz de kendi üretimleri olan 500km. menzilli Taurus füzelerini Ukrayna’ya sağlanmasından yana.

Putin’in bu duruma taktiksel yanıtı artık sürekli açılmaktan oldukça yıpransa da nükleer tehdit kartını bir kez daha açmak oldu. Verdiği somut karşılık ise Volgograd’ın doğusundan Dnipro’yu orta menzilli balistik füzeyle (IRBM) vurmak oldu. Bu saldırının önce kıtalararası füzeyle (ICBM) Hazar Denizi’nden yapıldığı iddiası (ICBM) gerilimi artırmıştı. Ancak anımsanacağı üzere IRBM’ler de Soğuk Savaş’ın Avrupa kıtasındaki başat gerilim kaynağıydı.

Türkiye’nin tehdit algısı ve tutumu nedir?

Dışişleri Bakanı Fidan’ın mevkidaşı Sibiha’yla Ankara’da düzenlediği ortak basın toplantısında ifade ettiği üzere Ukrayna Türkiye’nin stratejik ortağı. Savunma sanayisindeki işbirliğimiz gerçekten kritik önemi haiz ve çağ atlatıcı nitelikte. Karadeniz’de Abhazya gibi Kırım’la da güçlü tarihsel, demografik ve manevi bağlarımız var. 

Türkiye NATO müttefiki ve ittifak içinde bir bakıma Karadeniz’in güvenliğinden sorumlu. Üstelik 32’si NATO’dan olmak üzere 57 üyeli Ukrayna Savunma Temas Grubu’nun da bir parçası. Yani başka deyişle öyle “iki arada bir derede” yahut “iki cami arasında beynamaz” bir durumda değil. Tarafı belli.  

Buna karşılık Brezilya’daki G-20 zirvesi dönüşü uçakta Biden’in Ukrayna’ya sağlanan orta menzilli füzelerin Rusya’daki hedeflere yönelik kullanılma izni sorulduğunda Erdoğan “Her şeyden önce bu kararı doğru bulmadığımız gibi tasvip de etmiyoruz” yanıtını verdi. Dün (23 Kasım) Ankara’da gazetecilerle yaptığı toplantıda ise aynı soru Fidan’a ya sorulmamış ya o bu konuda görüş belirtmemiş.

Acaba bu kritik önemdeki konu hakkında Ukrayna’yı “stratejik ortak” olarak gören ve Ukrayna Savunma Temas Grubu üyesi Türkiye’nin resmi tutumu nedir? Yahut Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıkladığı resmi tutumuz mudur? Acaba NATO’da tutumumuz diğer müttefiklerimizle paylaşıldı mı? Yoksa BRICS üyeliği gibi bu mesele de havada mı bırakılacak?

NATO ittifakı üyeliğimiz bizim en güçlü savunma güvencemiz. Hele yüzyıllar boyu varoluşsal tehdit algıladığımız Rusya komşusu Ukrayna’ya çullanmışken. Bu ortam ve bağlamda okullarını birinci bitiren teğmenlerin TSK’den ihracı gündemde. Rusya’dan S-400 alıp kendimizi F-35 üretim programından attırdık. Yunanistan ve Bulgaristan’ın ardından Romanya da F-35 alıyor. Bizim ise F-16 alımı ve modernizasyonu ile Eurofighter alımı için diplomatik açıdan deyim yerindeyse göbeğimiz çatlıyor.

Yine S-400 alımı dolayısıyla hava savunma sistemimiz yok veya yetersiz. Çelik Kubbe, MMU veya TCG Anadolu’ya Bayraktar İHA’sı indirip kaldırmak gibi hamlelerin savunma mimarimize somut katkıları ancak -o da iyimser tahminle- 2030’ların ikinci yarısında hatta sonlarına doğru görülebilecek. Ne olursa olsun görülebilir gelecek için ABD ile işbirliği savunmamız için omurga niteliğinde.     

Dışişleri Bakanı Fidan geçtiğimiz günlerde AHaber’e verdiği söyleşide ABD ile ilişkilerimizin “doğasının bozuk” olduğunu ifadeyle temel sorunun da alelusul YPG’ye verilen destek olduğunu belirtiyordu. İktidar çevrelerinde neredeyse davullu zurnalı bayram havasında karşılanan Trump mahut mektubunda Erdoğan’ı “General Mazlum’la” müzakereye çağırmıştı.

ABD Türkiye’den umudu kesip sınırımızın dibindeki Dedeağaç’ı Ukrayna için ve giderek Doğu Avrupa için de ana askeri lojistik kapısı yaptı. Yarıca ABD’nin Doğu Akdeniz’de de Türkiye’den umudu kesip Kıbrıs’taki İngiliz askeri üslerinden birini devralmayı gündemine aldığı yönünde haberler de sızdırılıyor.  

Özetle “göbeğimizi kendimiz kesmeye karar verdik” kulağa hoş gelen bir söz ama “arkamda ayı bağırıyor” da bir başka özlü sözümüz.    

Sonuç bağlamında

Yıpratma savaşları taraflardan birinin aniden tükenmesiyle bitebilir. Taraf ülkelerden birinin toplumunun moral çöküntüsüyle de tükenebilir. Savaşlar alanda cephenin yarılması ve dönmesiyle de sona erebilir. Bir taktik nükleer vuruş da karşı tarafı pes ettirebilir.

Taraflar yenişemez, savaşı sürdürecek dayanma güçleri kalmaz, koşullar olgunlaşır, siyasal uzlaşma olmadan bir zoraki ateşkes de sağlanabilir. Bu (bu defa gerçekten) donmuş savaş durumu Kore yarımadasındakini andırabilir.

Bir görüş okulu Ukrayna’nın “bir eli ardından bağlı” savaşmak zorunda kaldığını, şimdi Rusya’daki hedefleri vurmaya başlayarak durumu dengeleyebileceğini savunuyor. Karşıt görüş okulu ise pek yakında (hatta belki işte 20 Ocak’a dek) “kurtarılacak Ukrayna” kalmayacağını, dolayısıyla kaynak yetersizliğinin dayattığı gerçekçilikle bir an önce Rusya ile masaya oturulması gerektiğini.

Ekmeğini savaş öncesinde Rusya’dan ya da onun sayesinde yiyip de “o eski güzel günlere dönmek” için bastıran siyasal lider, şirket, kanaat önderi vb. kişi, kurum veya ülkeleri ise saymıyorum. Küçük hesaplar peşinde koşularak tarih yazıldığına en azından ben rastlamadım.

Ukrayna’daki savaş Türkiye için varoluşsal tehdit olabileceği gibi varoluşsal soruları da çeyrek yüzyıla varacak Erdoğan iktidarı için canlandırdı: Biz kimiz? Ne yapmak, nereye varmak istiyoruz? Ama bunların dışında daha ayağı yere basan, gündelik denilebilecek bazı soruları da gündeme taşıdı: İmkân ve kabiliyetlerimiz nelerdir? Savunma önceliklerimiz hangileridir? Kısıtlı kaynaklarımız en etkin biçimde nasıl kullanılmalıdır?  

Her konuda olduğu gibi ulusal güvenlik ve savunma konularında rasyonaliteye dönüş zorunlu. Ona dönmezseniz “rasyonalite” kendi gelir, sizi bulur. Bakınız örnek olarak Yunanistan’la ilişkileri akıl yoluna koymak doğru bir adım. Ergenlik hülyalarıyla vedalaşmanın, doğruyu gerçekler üzerine kurgulamanın, mümkünü makulde aramanın zamanı geldi. Doğu ile Batı’ya aynı anda koşmaya kalkmak denge siyaseti değildir.

Bu konulara meraklı okura Mirgün Cabas’ın Dr. Can Kasapoğlu ile söyleşisini özellikle öneririm.