Mutlu olun, Pakistan ve Sudan’dan iyiymişiz

Türk vatandaşlarının hemen hemen yüzde 10’u pasaport sahibi.

Yani yaklaşık 9 milyon kişi.

Bunların her yıl yurt dışına çıkanları ise 1 milyon kişi civarında.

Yani nüfusun hemen hemen yüzde bir buçuğu.

Hal böyle olunca da bu kişilerin yaşadığı vize sorunu hiç ama hiç kimsenin umuru değil.

El elin eşeğini türkü çağırarak ararmış misali, iktidarımız vize rezaletine üstünkörü bir bakış açısı ile yaklaşıyor ve pek de ilgilenmiyor belli ki!

Bunun söylememin nedeni, şimdiye kadar bu konuda dişe dokunur bir hamle yapıldığına şahit olmamış olmamız.

Bu konunun iktidarımızın, Dışişlerimizin ezcümle kimsenin umurunda olmadığını Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın son açıklamaları ile iyice anlamış olduk.

Bakan Fidan AB üyesi ülkeler ile Türkiye arasında önemli bir vize sorunu olmadığını, Türkiye’den AB’ye Schengen vize başvurularının 278 bin 476 adet arttığını, ret yanıtlarındaki artışın ise 48 bin 638 olduğunu açıklamış.

Schengen ülkelerinin dünyanın geri kalanına daha yüksek oranda ret verdiğini belirtmiş Bakan Fidan.

Baktım.

AB’nin açıklamasına göre Türkiye’den 2023’te yapılan başvurusu 778 bin, ret 121 bin. Ret oranı yüzde 16.

Bakanın sözlerine de, yaptığı karşılaştırmaya da güldüm.

Dünyanın geri kalanından kasıt ne, biz kiminle karşılaştırılıyoruz.

Schengen ülkeleri birbirinden vize istemiyor.

Schengen ülkeleri ABD vatandaşlarından da vize istemiyor.

Bizden daha yüksek oranda ret alan ülkelerden kasıt kim!

Pakistan, Afrika ülkeleri, Çin, Hindistan, Rusya. Sayın Bakan’a göre şükretmeliyiz, bu ülkelerden iyiyiz.

Yahu daha düne kadar bize “Vizesiz Avrupa” sözü veren iktidar bu değil miydi de, şimdi bizi Pakistan, Bangladeş, Sudan gibi ülkelerle kıyaslayıp “Ret oranı onlardan düşük” diye avutmaya kalkışıyorsunuz.

Bu ülkelerden hangisinin AB ile Gümrük Birliği anlaşması var, bu ülkelerden hangisi AB ile sınır komşusu!

Gürcistan vatandaşları AB’ye vizesiz seyahat edebiliyor, biz edemiyoruz Sayın Bakan bunu niye söylemiyor!

Ret oranının düşük olması ise bir başka “kandırmaca”.

Pek çok konsolosluk vize randevusu bile vermiyor.

Avrupa’daki okullardan Fransa’daki, Almanya’daki, İtalya’daki, Avusturya’daki okullardan kabul almış pek çok öğrenci okulları açıldığı halde bırak vizeyi vize randevusu alamıyorlar.

Kabul almış doktora öğrencileri, ciddi burslar almış talebeler değil vize almak, vize randevusu alamıyorlar.

De ki zor bela randevuyu aldın.

Yüzde 16 ret, onu biliyoruz.

Peki vize alabilenlere verilen vize süreleri ne!

Geçmişte 1 yıl, 2 yıl, 5 yıl vize alınırken bugün 1 ay, 2 ay, 3 ay.

15 günlük vize bile verilmiş.

Pek çoğu da tek giriş.

Üstelik de geçmişte bu ülkelere defalarca giriş çıkış yapmış, daha önce 4-5 yıllık vize almış kişilere yapılıyor bu.

Sadece turistik gezi yapacak olanlar değil, iş insanları, bilim insanları, talebeler vize diye sürünüyor, süründürülüyor.

Ve Sayın Bakanımıza göre ortada sorun yok, bu sorun değil.

Pakistan’dan, Sudan’dan daha yüksek oranda vize veriyor bize AB.

Belki de de Bakan Bey haklı.

Sorun vize değil, vize verilmemesini önemsemeyen, Pakistan’dan, Sudan’dan biraz daha iyi durumda olmayı marifet sayan bir iktidarımız olması sorun!

Bu arada alınamayan vizeler için vize alamayan vatandaşlarımızın ödediği yaklaşık 1,2 milyar TL de nasıl olsa Sayın Bakan’ın cebinden çıkmıyor.

Bir yalanlamada üç doğrulama

Dün MHP’li üç vekilin istifası üzerine bu üç vekilin adlarını Bahçeli’ye Erdoğan’ın verdiğini ve bunu kanıtlamak için de Bahçeli’ye bazı görüntüler izlettiğinin Ankara’da konuşulduğunu yazdık.

Saray’dan açıklama geldi.

“Görüntü izletilmedi.”

Saray’ın Dezenformasyonla Mücadele Merkezi (DMM) bürosunun açıklamalarını çok ciddiye alanlardan değilim.

Doğruya yalan, yalana doğru dediklerine çok tanık olduk.

Ancak bu açıklama yine de aydınlatıcı.

“Görüntü izletilmedi” diyor.

Ama “Bu isimleri Sayın Bahçeli’ye veren Sayın Cumhurbaşkanımız değildir” demiyor.

“Bu istifaların istenmesinin nedeni altın kaçakçılığı değildir” de demiyor.

“Koalisyon ortağımızın içişlerine karışmıyoruz” da demiyor.

Yani anlayacağınız bir yalanlamadan üç doğrulama çıkıyor.

Bu da bize yetiyor.

Peygamber farklı anlayış aynı

Uluslararası Ceza Mahkemesi, İsrail Başbakanı Netanyahu ve eski Savunma Bakanı Gallant hakkında tutuklama kararı verdi.

İsrail Hükümeti bu durumu anında “Antisemitik bir karar” olarak nitelendirdi.

Tipik bir “dinci siyaset anlayışı”.

Her tür suçu işle, her türlü hukuksuzluğu yap.

Birisi sana yasaları hatırlatınca bunu dine bağla.

İster Yahudi ol, ister Müslüman, ister Hristiyan “dincilik” değişmiyor.

Netanyahu’nun söylemek istediği şu.

“Yahudi olmasaydık 60 bine yakın sivili öldürmekten dolayı yargılanmazdık, tutuklu yargılanmamız istenmezdi.”

Komik değil mi!

Binlerce insanı öldür, her türlü hukuksuzluğu yap, insan haklarını ayaklar altına al sonra birisi bunun yasa dışı olduğunu, evrensel hukukla bağdaşamayacağını söyleyince bunu inanç karşıtlığına bağla.

Siyasal dincilik peygamberi kim olursa olsun pek değişmiyor.

Al birini vuru öbürüne.

Medyada önemli soru: Sahibi kim!

Medyaya yeniden bir ilgi başladı.

Yerlerde sürünen ve toplamı 15 sene önce tek bir gazetenin sattığının yarısı kadar bile satamayan yazılı basına girişler var, televizyon konusunda ise patlama yaşanıyor.

Peş peşe yeni TV’ler, özellikle de haber televizyonları kuruluyor.

Anlı şanlı gazetecilerimiz de bu gazetelere ve televizyonlara transfer oluyorlar, yazılarını ve fikirlerini bu yeni yayın kuruluşlarında duyurmaya hazırlanıyorlar.

Ancak bana göre ortada “küçük” de olsa sıkıntılı bir durum var.

Bu televizyonların ve gazetelerin sahipleri kimler!

Pek de az olmayan kaynakları nereden, kimin cebinden ve hangi faaliyetlerden geliyor.

İn mi, cin mi, saygın iş insanı mı, sanayici mi, kara paracı mı, yasa dışı bahisçi mi, daha da beteri uyuşturucu kaçakçısı mı, mafya mı, ya da yabancı istihbarat örgütleri ile bağlantılı mı, veya Dilan Polat’a para aklatan mı, kim!

NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?

Güvenebilmek lüks olmadığı zaman.