Nasuh Mahruki de tutuklandı.
Gerekçe, Türkiye’nin en dokunulmaz kurumu olan Yüksek Seçim Kurulu’na hakaret.
Mahruki, Türkiye’nin 19 Ağustos 1999 günü, Gölcük Depremi ile tanıdığı bir isim.
O güne kadar pek adını duymadığımız AKUT’la depremde enkaz altında kalanların yardımına koşup, artçı sarsıntılara kulak asmadan yıkık binaların altına girerek gözümüzde kahramanlaşan genç adamların lideri.
Bizim haberimiz bile yokken 1995 yılında bir araya gelen ve 1996 yılında resmî olarak Arama Kurtarma Derneği AKUT’u kuran 5 gençten biri, en tanınmışı.
O genç şimdi cezaevinde.
Gerekçe YSK’ya hakaret.
YSK Başkanı “Elektronik ortamda seçim yapmaya hazırız” demiş.
Nasuh Mahruki de “Size güvenmiyoruz” diye karşı çıkmış.
Aslında ciddi bir çoğunluğa sözcü olmuş.
Türkiye’de YSK’ya, YSK’nin kendi ile, yasalar ile çelişen tavırlarına şüphe ile yaklaşan tek kişi Nasuh Mahruki değil.
Açıkçası ben de Türkiye’de elektronik ortamda bir seçim yapılmasına karşıyım.
YSK bildiğimiz YSK değil, dünyanın olabilecek en güvenilir YSK’sı bile olsa karşıyım çünkü ben Türkiye’nin “elektronik ortam” dediği şeye güvenmiyorum.
E-devlet’in defalarca hack’lendiği, hepimizin en mahrem kimlik bilgilerinin ortalığa saçıldığı, devletin namusuna emanet ettiğimiz bilgilerimizin, internette parayla satıldığı bir ortamda seçim güvenliği falan olmaz.
Bunu da defalardır yazıp söylüyorum.
Nasuh Mahruki de güvenmediğini yazmış ama hedefe YSK’yı koymuş.
Sözlerinde hakaret var mı yok mu karar verici ben değilim.
YSK üyeleri var diyebilir, Nasuh da “Hakaret kastım yoktu” diyecektir.
Kimimize göre sözler ağır olabilir, kimimize ve AİHM’e göre ise kamu görevi yapanlar ağır eleştirilere katlanmak zorundadır.
Nihai kararı da yargı verir.
Burada karşı çıktığımız Mahruki’nin yargılanması değil, tutuklanmasıdır.
Tutuklama, şüphelinin delilleri karartma veya kaçma olasılığına karşı alınan bir önlemdir.
Burada ortada yazılı bir metin olduğuna ve kimse metni inkar etmediğine göre delillerin karartılması söz konusu bile değildir.
Mahruki’nin suçlandığı olayın karşılığı olan en ağır cezaya çarptırılsa bile paraya çevrilebilecek veya açıklanması ertelenecek bir hükümden ötürü Türkiye’den kaçması hiç mümkün değildir.
Bu durumda, bu tutuklama sadece ve sadece korkutma, ürkütme ve yasanın önlem olarak gördüğü bir durumu bir cezalandırma aracı olarak kullanma söz konusudur.
Deprem enkazının altında, yıkılmış duvarların arasında, nefes bile almanın zor olduğu ortamlarda insanların canını kurtarmak için kendi canını hiçe sayan birini, cezaevinin duvarları arasına koyarak korkutacağını, ürküteceğini zannetmek ise olsa olsa şuursuzluk alametidir.
Burada cezalandırılan Mahruki değil, adaletin bizzat kendisidir.
Bahçeli’ye görüntüler mi izletildi!
İktidarın küçük ortağı üç milletvekili dün gece ani bir şekilde partilerinden istifa etti.
Ya da ettirildi.
Açıklanmayan gerekçe “altın kaçakçılığı”.
Daha önce de eski bir AKP’li milletvekili ve eski bir Gümrük Bakan Yardımcısı Fatih Metin ve hâlâ maiyetinde olan Özel Kalem Müdürü Yunus Emre Morkoç’un yanlarındaki bavulda 60 kilo külçe altın yakalanmıştı.
Morkoç hakkında işlem yapılırken eski Gümrük Bakan yardımcısına dokunulmamıştı.
O günlerde konuyu haberleştiren başarılı gazeteci Timur Soykan “Bazı Cumhur İttifakı milletvekilleri ile ilgili olarak da aynı iddiaların gündemde olduğunu” yazmıştı.
MHP’den istifa ettirilen üç milletvekilinin işte Timur Soykan tarafından ima edilen milletvekillerinden üçü olduğu söyleniyor.
Ankara’dan gelen bilgilere göre bu milletvekillerinin isimleri uzunca bir süredir biliniyor ama Cumhur İttifakı’na zarar vermemek için işlem yapılmıyordu.
Ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan ile MHP lideri Bahçeli arasında yapılan son görüşmede bu konu Erdoğan tarafından gündeme getirildi.
Bahçeli’nin milletvekillerini savunması üzerine, Erdoğan’ın koalisyon ortağına bazı görüntüler izlettiği ve Bahçeli’nin bu görüntüler üzerine ikna olarak üç vekilin istifasını talep ettiği doğrulanmamış ama hemen hemen herkesin bildiği kesin bir bilgi.
Vekillerin zorla alınan istifaları sonrası partiye ve lidere bağımlılık nidaları ise altlarının ıslak olmasına bağlanıyor ve “İstifa et kurtul” olarak anlamlandırılıyor.
“Nasıl olsa unutulur, sonra bakarız” durumu.
Yanlış mesaj
Dün TBMM’de tatsız bir tartışma yaşandı.
İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya Plan ve Bütçe Komisyonu’nda bakanlığın bütçesinin sunumunu yapmaya geleceği sırada CHP’li milletvekilleri kapıyı tutarak İçişleri Bakanı’nın içeri girmesini bir süre engellemek istediler.
Maksatları, Esenyurt Belediyesi’nin seçilmiş ve haklarında hiçbir dava ya da yasak kararı olmayan meclis üyelerinin kayyım tarafından belediye binasına sokulmamasını protesto etmek ve İçişleri Bakanı Yerlikaya’ya “Bakın, hak ettiğiniz bir yere sokulmamak nasıl bir duyguymuş” mesajı vermekti.
Bu eylem bir kavgaya, tatsız bir tartışmaya dönüştü.
Yerlikaya ve beraberindekiler zor kullanarak salona girdiler ve tartışma salonda da devam etti.
Oysa Ali Yerlikaya çok daha farklı bir davranış içinde olabilirdi.
Kapının önünde sohbet ederek birkaç dakika bekleyebilir ve zaten birkaç dakika olarak planlanan eylem bitince salona girebilir ve Ali Mahir Başarır’a dönerek “Bakın, biraz sabrederseniz hak ettiğiniz her yere girersiniz.” diyebilir, mesaj verebilirdi.
Ama bunu yapmaktansa zorlayarak girmeyi ve tartışmayı tercih etti.
Açıkçası ben burada yanlış bir mesaj olduğunu düşünüyorum.
Şimdi kayyım atanan belediyelere sokulmayan meclis üyeleri de aynen Ali Yerlikaya gibi kavga ederek belediyeye mi girsinler!
“Orası belediye değil, TBMM” diyenler unutmasınlar ki belediye meclisi üyeleri de seçimle geliyor.
Ama bakanlar seçimle değil atama ile.
Suçluların güçlülüğü, bakanlığın sessizliği
AB standardında olmayan ve izin verilen oranın üzerinde zehirli pestisit yani böcek ilacı kalıntısı taşıyan ürünlere dikkat çekmek istedim.
Firma adı vermeden, bazı zincir marketlerden alınan ürünlere yapılan testlerin sonuçlarını açıkladım.
Daha sonra bir başka medya kuruluşu da konuyu ele aldı.
Hatta bir vatandaşın yaptırdığı analizin sonucunu paylaşarak market zinciri adı da verdi.
Ve daha önce bu duyarlı vatandaşın kendilerine yaptığı uyarılara yanıt bile vermeyen bu market zinciri kendisini arayarak “Bu ürünün bizden alındığı ne malum” diyerek dava tehdidinde bulunuyormuş.
Beklenmedik bir şey değil.
Benim market ismi vermememin nedeni ise aralarında hiçbir fark olmaması.
Ha A, ha B, ha C, ha M, ha Ş.
Yok birbirlerinden farkları.
Meyveyi, sebzeyi aynı halden, benzer üreticilerden alıyorlar.
Mesele market değil, mesele denetimsizlik, mesele üreticinin bilinçsizliği, mesele Tarım Bakanlığı’nın sorumsuzluğu, Bakanlığın uç birimlerinin tembelliği, Ziraat Odaları’nın iş değil siyaset yapıyor olması.
Ve şimdi bize zehirli meyve sebzeyi yedirenler değil, bunu ortaya çıkarmaya çalışanlar hedef olacak.
Konu büyüyünce bakanlık, Ziraat Odaları ve bu ürünleri raflarına koymaktan çekinmeyen marketler bir araya gelip bu meseleyi gündeme getireni suçlayacaklar.
“Çiftçinin, köylünün ekmeği ile oynamak istiyorsunuz” diyecekler.
Biz de onlara “Hayır, halkın sağlığı ile oynayanları göstermek istiyoruz” diyeceğiz.
Bir kez daha uyarayım.
Meyve sebze değil tarım ilacı yiyoruz.
Satın alma yoluyla kendimizi, çocuklarımız zehirliyoruz.
Tarım Bakanlığı ise susuyor.
NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?
İnsanlığı önce en yakınımızdakine öğrettiğimiz zaman.