Öcalan hapisten çıkıp TBMM’de konuşsun, belediyelere kayyım atansın, Ahmet Türk yine görevden alınsın falan derken asıl meseleyi unutuyoruz.
Ekonomiyi.
Mehmet Şimşek, Araplardan para alamadı, Batı’dan dolara verilen yüksek faize gelen sıcak para dışında gelen bir şey yok, Sayın Bakan Çin’den de eli boş döndü.
Yerli yatırım zaten yok.
Yabancı yatırımcı da yoktu.
Çinli otomotiv devinin yapacağı yatırımdan ise ses seda yok. Duyduğumuz kadarı ile izinler Bakan’ın önünde imiş ama imzadan çıkmıyor, yakında o yatırım da hayal olur gider.
Üretim artmadan abidik gubidik para politikaları ile enflasyonu düşürmek mümkün değil.
Bunu da biliyoruz.
Artık pahalılık nereye varmış anlatayım da ağlar mısınız güler misiniz siz karar verin.
Birkaç gün önce Türkiye’nin tanınmış, bilinen büyük zincir marketlerinden birinde balık reyonuna uğradım.
Balık lokantaları ateş pahası, bari evde yapalım diye.
Buzların üzerine yatırılmış, sarı kanattan hallice lüferler gözüme çarptı.
Balıkçı da “Abi lüfer şahane, boğazdan olta lüferi. Hiç düşünme” dedi.
“Kaç lira?” diye sordum.
Aldığım yanıta kulaklarım inanmadı.
“Tanesi diyorum” dedim.
“Abi tanesi zaten” dedi.
1000 TL, yazı ile bin TL.
Bir adet lüfer, 1.000 TL.
Yanlış anlamayın, boğazdaki en lüks balık lokantasında değil, sıradan bir zincir marketin balık reyonunda.
“Yuh” dedim.
Güldü, “Haklısın abi” dedi.
Tabii ki, almadım.
Hamsi alayım bari dedim.
Tarttı. Torbaya koydu.
“Temizlemeyecek misin?” dedim.
“Abi 200 lira ben sana vereyim sen temizle” dedi gülerek.
Ben de güldüm. Roka 30, maydanoz 20, kıvırcık 50, göbek marul 70.
Asgari ücret 17 bin.
Zam ise hedef enflasyon kadar olacak.
IMF öyle buyuruyor.
Haklısınız.
Bu konuları konuşacak halimiz yok.
Belediyeler, kayyım, konser bu konular iyi.
Madem öyle ben de el yükseltiyorum.
Apo’yu TBMM’de konuşturmakla yetinmeyelim.
Oldu olacak iktidarımız kendisini serbest bırakıp TBMM’ye konuşmaya getirince konuşmanın sonunda bir de “Devlet üstün hizmet madalyası” da taksınlar.
Küçük ortağın lideri mi takar büyük ortağın mı ben karışmam.
Aralarında halletsinler.
Belki de dün bu konuyu ele almışlardır.
Adalet yok ama yargı var
İktidar muhalefet lehine gelişen statükoyu bozmak için her düğmeye basmaya başladı.
Belli ki, bu amaçla yargıyı margıyı, ellerinde ne varsa her şeyi kullanacaklar.
Çünkü mevcut statükoda kaybettikleri ve kaybedecekleri kesin.
Mansur Yavaş da, Ekrem İmamoğlu da 2028’de bile olsa yapılacak ilk seçimin favorileri.
Hal böyle olunca, siyaseten yapılamıyorsa bile başka yollarla tepelenmeleri lazım.
Bir yerden tutturmak isteyen iktidar, konser harcamaları ile başladı.
SGK hacizleri ile devam ediyorlar.
Bana göre bu daha başlangıç, her yolu zorlayacaklar, her yolu deneyecekler.
Hedefe aldıkları iki belediyeye bakarsanız, nedenini de anlarsınız.
Hem CHP’nin her ikisi de AKP adayından fazla oy alan iki muhtemel adayını itibarsızlaştırmak ve zora koşmak istiyorlar, hem de yokluğu kendilerine büyük güç kaybı yaşatan iki büyükşehir belediyesini geri almanın yollarını alıyorlar.
Türkiye tarihinin gördüğü en müsrif iktidar olan AKP, şimdi iki belediyedeki konser harcamaları üzerinden bir algı yaratmaya çalışıyor.
İBB, AKP döneminde 2017 ve 2018 yıllarında yaklaşık 256 milyon dolarlık bir konser harcaması olduğunu açıkladı.
İstanbul’da CHP döneminde 5 yıllık harcama 295, AKP dönemindeki son 4 yıldaki harcama 437 milyon dolar.
Dolar enflasyonunun ve Türkiye’nin ekonomi politikasını da göz önüne alırsanız AKP neredeyse iki mislinden fazla harcama yapmış.
Ama asla bir soruşturma olmamış hatta AKP dönemi ile ilgili suç duyuruları hem İstanbul’da hem Ankara’da incelemeye bile alınmadan dosyalar kapatılmış.
Şimdi ise bürokrasi, yargı bürokrasisi kullanılarak muhalefet üzerinde baskı kuruluyor, millet iradesi iktidarın yargı üzerindeki etkisiyle bürokratik iradeye teslim olmaya zorlanıyor.
Kimse yanlış anlamasın, AKP yaptı, AKP çaldı herkes çalsın demiyorum.
Ortada bir suç, bir yolsuzluk var ise elbette araştırılmalıdır.
Ama yapılan eğer bir suç ise büyüğünü işleyene sadece kendi partinden diye göz yumup, çok daha küçüğünü yapana saldırmak sadece adaletsizlik değil aynı zamanda ar ve edep yoksunluğudur.
AKP’nin parti adına adaleti koymasının nedeninin “Adımızda var başka yerde olmasına gerek yok” anlayışı olduğunu 23 senede gayet iyi anladık.
Peki biz bu ikisini nerede arayacağız.
AKP kafalı AKP karşıtları
Yaptığımız programın ardından, özellikle sosyal medyada yapılan tartışmalar, Daron Acemoğlu’nun “Türkiye’de olsam Nobel alamazdım” cümlesinin ne kadar doğru olduğunu ortaya koydu.
Daron Acemoğlu, Teke Tek Bilim programında Atatürk’ün kadın hakları ve birtakım başka alanlarda çok önemli ve çok ilerici reformlar yaptığını ama çoğulculuk açısından Osmanlı döneminden bile geride kaldığını ve gücü tek elde topladığını söyledi.
Tartışmaya açık ve hiç katılmadığım bir cümle idi.
Bunu program sırasında kendisine de söyledim.
Her şeyi döneminin ruhu ve şartları içinde değerlendirmek gerektiğini, eleştirdiği politikanın İttihat ve Terakki dönemi ürünü olduğunu, İttihat ve Terakki yönetiminin Mustafa Kemal Paşa’yı zaten sevmediğini belirttim. Atatürk döneminde Avrupa’da ya baskıcı rejimler ya da anarşinin hüküm sürdüğünü, buna rağmen Atatürk’ün çok partili demokrasi denemeleri yaptığını da ekledim.
O da “Yine de daha özgürlükçü olabilirdi” dedi.
Acemoğlu bir tarihçi olmadığı ve program Daron’un Nobel’i, ekonomi ve gelecek üzerine şekillendiği için, bu eksendeki bir tartışma konumuz zaten değildi.
Acemoğlu’nun kast ettiği aslında Abdülhamit dönemi.
Nazırların, valilerin, büyükelçilerin ve Ayan üyelerinin büyük bölümünün Ermeni ve Rum azınlık mensuplarından oluştuğu dönem.
Sultan Abdülhamit döneminde bürokrasinin büyük bölümü gayrimüslim tebaadandı.
İsimlerini saymaya kalksam, yazı sayfalar sürebilir.
Ancak sonrasında İmparatorluk önce Arap isyanlarını engelleriz düşüncesi ile İslamcılığa, sonra da son çare olarak Türkçülüğe sığındı.
Bu Atatürk’ün değil, son dönem Osmanlının ve İttihatçılığın politikasıdır.
Atatürk ise işgal altındaki bir ülkede, büyük bölümü Harbiye kökenli bir ekiple hareket etmek zorunda idi ve azınlıklarla bağımsızlık savaşı verenler arasında zaten ciddi bir güven sorunu vardı ve milli devlete geçiliyordu.
Bu bölüm 1 saati aşan bir programın toplasan 3 dakikası.
Daron Acemoğlu, Atatürk’e hakaret etmiyor, aşağılamıyor “Böyle yapsa daha iyi olurdu” diyor.
Ve bir grup, ki içlerinde sözde aydınlar, iktidarı baskıcı ve fikir özgürlüğünü kısıtladığı için eleştiren öğretim üyeleri, kendini muhalif olarak tanımlayanlar da çok, Acemoğlu’na ağır hakaretler ediyorlar.
Tutuklansın, hapse atılsın diyenler bile var.
Hatta Nobel almasını bile sadece bu cümlesine bağlayanlar bile var.
Yahu yapmayın, etmeyin.
Acemoğlu’nunki bir fikir.
Her fikir doğru olacak demek, her görüşe katılmak gerekmiyor.
Ama beğenmediğimiz her fikrin sahibini de içeri atmamız, hakaret etmemiz, karalamamız gerekmiyor.
Siz de tersini söyleyin ve Daron’un niye yanıldığını, niye yanlış bir fikri savunduğunu gösterin.
Anlatın.
Bilimsel kafa budur.
Medeniyet budur.
Tersi AKP kafasıdır.
Türkiye’de kalan Türk bilim adamının Nobel almasının önündeki engel bu kafadır.
AKP kafasına karşı çıkıp, aynı kafaya sahip olmak marifet değil hastalıktır.
NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?
Düşmanımıza benzediğimiz zaman kaybedeceğimizi anladığımız zaman.