Bilim insanımız Daron Acemoğlu, Fatih Altaylı ile yaptığı bir söyleşide, Atatürk’ün gerçekleştirdiği siyasi, sosyal ve kültürel devrimler arasına, laiklik ilkesini demokrasi devrimini neden dahil etmediğini sorguluyor.
Nobel ödülüne layık görülmesi hepimizi gururlandıran (ve bir GS Lisesi mezunu olarak benim de özellikle göğsümü kabartan) değerli bilim insanımız Daron Acemoğlu geçenlerde yine değerli gazetecilerimizden Fatih Altaylı ile yaptığı bir söyleşide, Atatürk’ün gerçekleştirdiği siyasi, sosyal ve kültürel devrimler arasına, elinde siyasi gücü olduğu (örneğin laiklik ilkesini getirdiği) halde, örneğin laiklik ilkesini, demokrasi devrimini neden dahil etmediğini sorguluyor.
Bilimsel eğitim
Atatürk Türkiye’yi devrimleri gerçekleştirirken çağdaşlaşmanın önündeki en büyük engeli demokrasinin değil laikliğin yokluğu olarak gördü. Çünkü devasa İmparatorluğu içten içe kemiren ve onu, son birkaç yüz yılında metafizik aleme ait örf ve adetlerle çökerten, ülkede demokrasinin yokluğu değil, dini taassup, yobazlık, gericilik ve hurafecilik ve obskürantizm oldu.
Atatürk bu nedenle devrimlerde birinci önceliği demokrasiye değil, laikliğin anlaşılmasına ve yerleştirilmesini sağlayacağına inandığı bilimsel eğitime verdi. Çünkü demokrasi ancak, laikliğin her şeyin önünde, yani birinci öncelikle hayata geçirilebildiği takdirde işlerlik kazanabiliyor. Bu da ancak gündelik yaşantımızda ve çalışma hayatımızda uhrevi alemle dünyevi alemin birbiriyle karıştırılmamasıyla mümkün. Aksi takdirde demokrasinin temel unsurları olan bilimsel eğitim, temel hak ve özgürlükler, bağımsız yargı ve adaletin gerçek yaşamda varlık kazanması olanağı yok. Ayrıca laik olmayan bir sistem reform kabul etmiyor.
Kilit taşı laiklik
Atatürk laikliği yeni Türkiye’nin uygar ve gelişmiş ülkeler toplumu içinde yer alabilmesi ve ulusal teminatının güvenliğinin kilit taşı olarak gördü. Bu taşın çekilmesinin Cumhuriyetimizi temelden çökerteceğinin bilincindeydi. Bu sebeple modernite sürecine demokrasiden değil laiklikten başladı.
Asırların ürünü olan metafizik temellere dayalı örf ve adetler birkaç yılda hatta birkaç on yılda değişmiyor. Bu değişimi sağlayacak belki tek şans yine kendi eseri olan Köy Enstitüleri idi. Bu şans ölümünden bir süre sonra kaçırıldı.
1950 seçimleriyle, laiklik içselleştirilmeden demokrasiye geçildi. Her şeye rağmen önemli mesafeler kaydedildi. Türkiye 70 yıldan bu yana gerçek demokrasi hedefine erişmek için çırpınıyor. Ne var ki meydanı laiklik tarafından uçuşa hazırlanamadığı için Demokrasi bir türlü havalanamıyor. Tarikatlara, müritlere, dini vakıflara, dergahlara, hatta şeriat mahkemelerine özlem bugün toplumumuzun bir gerçeği.
Türkiye Atatürk’ten sonra, laikliğin, tedricen önce kavramsal düzlemde aşınması ve daha sonra gerçek hayatta süratle örselenmesi nedeniyle, uygar dünyanın terakki düzeyinin gerisinde seyretti. Ve XXI’inci yüzyıla uygar dünyanın ardında girdi. Son 25 yılda ise bu geriye düşüş konsolide oldu.