Trump, NATO üyesi bazı Avrupa ülkelerinin ittifaka mali yükümlülüklerini yerine getirmediklerine dikkat çekerek, Rusya’nın saldırısına uğramaları halinde bu ülkeleri “korumayacağını” söyledi.
Yalnızca bunu söylemekle kalmadı Trump; Rusya’yı “bu ülkelere ne istiyorsa yapmaya teşvik edeceğini” de ekledi.
*
NATO’nun ünlü beşinci maddesi, “bir müttefike yapılmış olan saldırı bütün müttefiklere yönelmiş sayılır ve bütün müttefikler onun yardımına gelirler” şeklinde özetleyebileceğimiz bir karşılıklı taahhüdü içeriyor. NATO’nun temel felsefesi bu maddenin bütün müttefikler açısından taşıdığı ortak güvencede yer alıyor.
Trump ise 10 Şubat tarihli beyanında bu maddeyi uygulamayacağını açıkça söylüyor, hatta işi Rusya’yı NATO ülkelerine karşı cesaretlendirebileceğini söylemeye kadar götürüyor.
Bu sözleri o tarihte Avrupa’da büyük bir krize yol açmış, yapılan açıklamalarda Trump’a kuvvetli eleştiriler yöneltilmişti.
Örneğin, AB Konseyi Başkanı Charles Michel, Trump’a “Beşinci maddeye dair pervasız açıklamalar sadece Putin’in çıkarlarına hizmet eder” yanıtını vermişti. Dönemin NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg ise “Müttefiklerin birbirlerini savunmayacağı yolundaki her türlü ima, ABD’ninki de dahil olmak üzere tüm güvenliğimize zarar verir” diye konuşmuştu.
*
Bu tartışmanın cereyan ettiği tarihte Trump’ın başkanlık seçimi için adaylığı muhtemel görünüyor ve seçilmesi ihtimali yabana atılmıyordu. Ama Trump’ın muhtemel bir ikinci dönem başkanlığı ihtimali yine de oldukça uzakta duran bir konuydu o günlerde.
Artık uzakta değildir. İhtimal de değil gerçeğin kendisidir.
NATO Antlaşması’nın beşinci maddesini işletmekten kaçınacağını saklamayan ABD’li siyasetçi, 20 Ocak 2025 tarihinde yeni başkan olarak ikinci kez Beyaz Saray’dan içeri adım atarak dört yıl süreyle ABD’yi yönetecek, ülkesinin dış politikasına damgasını vuracaktır.
Üstelik bu kez, ilk dönemine kıyasla karar alma sürecinde çok daha geniş bir hareket serbestisi, tecrübe ve aynı zamanda şaşalı bir seçim zaferinin verdiği özgüven patlamasıyla yol alacaktır.
*
Salt bu örnek bile ani kararlarıyla tanınan Trump’ın ikinci başkanlık döneminin ne gibi karambollere, krizlere, belirsizliklere açık olduğunu göstermek bakımından fikir vericidir.
Trump, geçmişte NATO’ya ve ABD’nin bu ittifak içindeki rolüne karşı sorgulayıcı bir bakışa sahip olduğunu hiçbir zaman gizlememiştir. Her seferinde ABD’nin Avrupa’nın güvenliği için yüklü bir masraf üstlenerek bu kıtada önemli bir askeri güç bulundururken, Avrupalılar’ın güvenlikleri için kendi üstlerine düşeni yapmadıklarını belirtmiştir. Başkanlığı döneminde açıkça Avrupa’dan asker çekmeyi savunmuştur.
Trump’ın ilk döneminde kayda geçirdiği NATO’yu hedef alan çıkışları, Avrupa’daki devlet adamları, siyasetçiler, kanaat önderleri, kamuoylarında ABD’nin Avrupa’ya güvenlik garantilerinin ne kadar kalıcı olacağı hususunda tereddütlerin, soru işaretlerinin ortaya çıkmasına kaynaklık etmiştir.
*
Demokrat Başkan Joe Biden, 2021 yılı ocak ayında işbaşı yaptıktan sonra, öncelikli bir politika olarak Trump’ın Avrupa’da neden olduğu bu yaygın kaygıları gidermek ve ABD ile Avrupa arasındaki Transatlantik bağları güçlendirmek üzere kayda değer bir çaba sarf etmiştir. Ancak Trump’ın ikinci kez seçilmesiyle yeniden başa dönülmüştür.
Trump’ın ipleri eline almasıyla birlikte, NATO’ya katkılarını artırmaları için Avrupalı müttefiklere daha sert bir dille yüklenmesi, Avrupa’dan asker çekme kartını kullanması ve bu konunun ABD ile Avrupa arasında sıkıntılı bir meseleye dönüşmesi şaşırtıcı olmayacaktır.
Her halükârda Avrupa’nın gelecekte kendi savunmasını kendisinin üstlenmesi gerekebileceği düşüncesi artık kıtada üzerinde ciddi bir şekilde kafa yorulan bir başlıktır. Bu konudaki zihin egzersizleri Trump’ın Beyaz Saray’a dönüşüyle daha çok zemin kazanacaktır.
*
AB Komisyonu’nun bu konularda bir çalışma yapma ihtiyacını duyup, Rusya’nın 2022 yılında Ukrayna’yı işgalinden hemen sonra “Stratejik Pusula” başlıklı bir raporu açıklamış olması, Trump döneminde başlayan tartışmaların tetiklediği bir arayış olarak görülebilir.
Keza, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un zaman zaman “Avrupa’nın Stratejik Özerkliği” kavramını gündeme getirmesi de yine aynı tartışmaların bir uzantısıdır.
Bu konudaki en çarpıcı açıklamalardan biri, 9 Nisan 2024 tarihinde Avrupa Birliği Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikaları Yüksek Temsilcisi Josep Borrell’den gelmiştir.
Borrell, “Soğuk Savaş ve sonrasında bizi koruyan ABD şemsiyesinin her zaman açık olmayabileceğini anlamalıyız. Belki de Washington’da kimin yönetimde bulunduğuna bağlı bir konu olarak, bizi koruması için Amerikan desteğine ve Amerikan kapasitesine bel bağlayamayız. Kendi ortak savunmamızı inşa etmeliyiz” diye konuşmuştur.
Kuşkusuz, bütün bu tartışmalar Türkiye’yi de çok yakından ilgilendiriyor. Çünkü Avrupa ABD’den bağımsız olarak kendi başının çaresine bakmak üzere yola koyulduğunda, kıtanın güneydoğusunda kritik bir jeostratejik mevkide NATO’nun ikinci büyük ordusuna sahip olan Türkiye faktörünü göz ardı etmek gibi bir lüksü olabilir mi?
*
Ele aldığımız bu mesele Trump’ın Ukrayna konusundaki açıklamalarına yansıyan niyetleri de dikkate alındığında, tahmin edilenden çok daha önce ve yüksek önem derecesi içinde gündeme gelebilir.
Bunun bir nedeni de, Trump’ın Rusya lideri Vladimir Putin’e ve Ukrayna’daki savaşa bakışının ABD’deki sisteminin yerleşik tutumuna kıyasla görece daha esnek bir noktada durmasıdır.
Trump seçim kampanyası sırasında yaptığı açıklamalarda “Başkan olduğunda Ukrayna’daki savaşa 24 saat içinde çözüm bulacağını” söylemiştir.
Trump’ın yeni Başkan Yardımcısı olan James David Vance ise bir mülakatında, bulunacak çözümün Ukrayna’nın NATO üyeliğinden vazgeçmesini içerebileceğini, hatta Rusya’nın girdiği topraklarda kalması gerekeceğini belirtmiştir.
Her ikisi de Ukrayna’ya giden ABD silahlarının hibe olmamasını, faturayı Avrupalıların ödemesini savunmaktadır.
*
Gerek Trump gerek Vance’in Rusya’nın Ukrayna’yı işgali sonrasında ABD ile Avrupa arasında yerleşmiş olan mutabakatın dışında bir pozisyon aldıkları aşikardır.
Bu açıdan bakıldığında, Putin’in Batı dayanışması içinde uç vermekte olan bu çatlaktan büyük bir memnuniyet duyduğunu, Ukrayna’daki pazarlık kartlarının güçlendiğini düşündüğünü tahmin edebiliriz.
Ukrayna Cumhurbaşkanı Volodimir Zelenski’nin de gelişmelerin girmekte olduğu yönden hiç de hoşnut olmadığını öngörebileceğimiz gibi...
Ukrayna’nın çözüm için majör ödünler verdiği bir çözüm, Rusya’nın kendisini işgalden kazançlı çıktığını hissettiği oranda Avrupa’yı rahatsız edecektir.
*
NATO’daki tartışmalar ve Washington’un Ukrayna konusunda farklı bir yöne doğru girmekte oluşu önümüzdeki dönem için yepyeni bir durum yaratıyor.
Batı içinde bu konulardaki görüş ayrılıklarının büyümesi, Rusya lideri Putin’in elini çok daha güçlü hissetmesine yol açabilir. Peki bu durum Putin’i Avrupa karşısında önümüzdeki dönemde kendisini çok daha pervasız, agresif bir şekilde hareket etmeye teşvik etmez mi?
Kuzey komşusunun böyle bir çizgiye kayması Türkiye açısından ne anlama gelir?
Galiba önümüzdeki dönemde bakarken bu sorular üzerinde kafa yormaya başlamamızın zamanı geliyor.