Trump’lı bir dünyanın daha kaotik, daha istikrarsız, daha riskli ve daha öngörülmez olacağı kesin. Trump geldi diye alkışlayanların sevincinin zaman zaman kursaklarında kalma ihtimali çok yüksek. Zira adamın sağı solu belli olmadığı gibi bugün bir şey, yarın başka bir şey deme lüksü de bulunuyor
Recep Tayyip Erdoğan ve Donald Trump
Ha Kamala ha Trump, hangisi gelse çok da fark etmeyecekti şeklindeki yaklaşımlara ben pek katılamıyorum.
Her şeyden önce, kural tanımaz Donald Trump’ın gelmesi demek, otoriter rejimlerin daha da otoriterleşmesini hızlandıracak.
Tabii denebilir ki; kim kimi tetikliyor, kim kime örnek oluyor.
Geçenlerde iki Amerikalı gazeteciyi dinliyordum. Biri dedi ki: “Trump Fed’e (Amerikan Merkez bankasına) müdahale edecek. Türk cumhurbaşkanı Merkez Bankası’na müdahale etti, Türk lirasına ne olduğunu hepimiz biliyoruz.”
Yani Ankara’dakilerin otoriterleşmeyi konsolide etmek için rehbere ihtiyacı yok; zaten bunun ders kitabını yazarak, Macaristan’da Orban’dan, Hindistan’da Modi’ye otoriter liderlere ilham kaynağı oldular.
Hatta belki ABD’ye bile... Trump taraftarları dört yıl boyunca hareketsiz kalmadılar. Özellikle kritik eyaletlerdeki seçim kurullarına sızdılar. Makul Cumhuriyetçi yetkililerin yerlerine, Trump’ın 2020’de hileyle seçimi kaybettiğine inananlar bu kurullara geldiler. Sandık görevlileri geçmişten çok farklı olarak işlerini yaparken kendilerini daha az güvende hissettiklerini söylediler.
Ama Sezar’ın hakkı Sezar’a... Trump hileyle hurdayla değil bileğinin hakkıyla kazandı. Ama bu, kaybetmesi durumunda, temelsiz iddialara dayalı gayri hukuki itiraz yöntemlerini kullanmaya hazırlıklı olduğu gerçeğini unutturmamalı.
Türkiye’de zaten otoriterleşme hız kesmemişti, Harris de gelse otoriterleşme hız kesmeyecekti diyenler olabilir.
Yine de…
Gözü dönmüşlüğün sınır tanımadığı bir süreçte, beterin beteri vardır. Beteri gördük, daha beter ne olabilir dememek gerek.
Beştepe Demokratlar kaybetti diye üzülmez
Beştepe’nin Demokratlar kaybetti diye karalar bağladığını sanmıyorum. Obama döneminden beri demokratlara bir diş bileme hali var.
Suriye’de YPG ile olan iş birliğine giden yol Demokratlar tarafından açıldığı için öfke söz konusu.
Washington’un 2016 darbesindeki tavrı da AKP tarafından unutulmadı. Biden yönetimi Erdoğan’a hep soğuk davrandı ve 2002’de iktidara geldiğinden beri, Erdoğan ilk kez bir Amerikan yönetimi sırasında Beyaz Saray’da ağırlanmadı.
Aslına bakarsanız, Biden döneminin büyük bir bölümünde ilişkiler Ankara’nın İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğine vetosu nedeniyle kilitlendi. Neredeyse bu konu dışında bir şey konuşulmadı. Ve Türkiye NATO vetosunu kaldırdıktan ve yeni F-16 alımına yeşil ışık yandıktan sonra, ilişkiler tam da biraz daha yumuşama ve iyileşme dönemine girmişti ki Gazze savaşı bu yumuşamaya set vurdu.
Eminim, Beştepe’dekiler “Sen misin bize soğuk davranan, sen misin İsrail’e bu kadar destek veren, Allah’ın sopası yok ki” diye ellerini ovuşturuyorlardır.
Bunu söyleyen, Trump’ın Kudüs’ü resmen İsrail’in başkenti kabul edip elçiliği taşımasını, Filistin davasının satılıp, Arap ülkeleriyle İsrail’i barıştıran anlaşmaların fikir babası olduğunu, Erdoğan’a iktidarı boyunca hem de kamu önünde en ağır hakaretleri ettiğini, demir çelike getirilen vergilerden F-35 programından çıkarılmaya, ilişkilere darbe vuran en somut kararların Trump döneminde alındığını unutmuş olamazlar.
Ama sonuçta Erdoğan ve danışmanları pragmatik bakıp, Trump’ın kişisel özelliklerinden ve siyasetteki duruşundan nasıl yararlanabiliriz diye bakacaklardır.
Erdoğan yüksek risk alan bir lider. Trump’la da yüksek risk alacaktır. Ancak yüksek risk, yüksek kazanç kadar yüksek kayıp anlamına da gelebilir.
Erdoğan, Trump-Putin-Zelenski arasında arabuluculuğa soyunur
İlk aşamada, Trump’ın Rusya-Ukrayna savaşını bitirmek istemesi üzerine yoğunlaşılacaktır.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Trump’ın telefonla görüştüğü ilk 5-10 lider arasında yer alırsa; ve hatta Trump Fransa ve Almanya liderlerinden önce Ankara’yı ararsa hiç şaşırmam.
Daha bu ilk telefon konuşmasında, Erdoğan, Ukrayna ve Rusya liderleriyle iyi ilişkiler içinde olduğunu hatırlatıp, savaşı bitirmek için kolaylaştırıcı rol oynamaya hazır olduğunu da araya sıkıştırabilir.
Trump’lı Amerika’yla ilişkiler üzerine yazılacak daha pek çok konu var. Hepsine tek yazıda girmeyeyim. Daha başlangıçta Trump’la iyi bir diyalog kurmanın yolu Ukrayna savaşından geçtiği için bu konuyla başlamak istedim. ABD-Rusya-Ukrayna-Rusya dörtlüsü arasında Türkiye’nin oynayabileceği bir rol, S-400 meselesinin çözümünü de kolaylaştırabilir.
Ukrayna - Rusya savaşından Ortadoğu’ya inmek gerekecek elbet.
Asıl rakip olarak Çin’i gören Trump, Ukrayna savaşının Rusya-Çin yakınlaşmasına yol açtığının kuşkusuz farkında. Rusya’yı Çin’den uzaklaştırmak için, Ukrayna dışında, misal Suriye’de de Rusya’ya taviz verir mi? Ya da Ukrayna’yı tamamen kaderine terk etmemek adına Suriye tavizini masaya sürebilir mi?
Tüm bunlar, başta Gönül Tol, Washington’daki uzmanların dikkat çektiği gibi, sadece Trump’a değil, Trump’ın ekibine; ekibinin onu, onun da ekibini nasıl etkileyeceğine de bağlı. “Ben istedim, oldu” diye bir önermenin Trump için bile geçersiz olduğunu hatırlatan somut bir olay var.
Erdoğan Trump’ı Amerikan askerlerinin Suriye’den çekilmesi için ikna etmişti. Ancak Pentagon ve CIA ayak sürüyüp, yine de ordaki varlığını küçülerek de olsa sürdürmeyi başarmıştı.
Filistin davasını satan Trump, YPG’yi satar mı?
Bana kalırsa, iç politikada Gazze konusunda kendilerini bu kadar bağlamış olmasalardı Beştepe’nin şu anda en son düşündüğü şey Filistin davası olurdu.
Maalesef Trump’ın kazanmasının en büyük kaybedenleri Filistinliler oldu.
Ortadoğu’da ABD-Rusya-İsrail üçgenindeki ilişkilerin İran, Irak ve Suriye’ye etkileri, hem dış politika açısından, hem de iç politikaya iz düşümü açısından çok önem taşıyor.
Türkiye’yle büyük bir güven erozyonu yaşayan Amerikan asker-güvenlik bürokrasisi, “YPG’yle omuz omuza teröristlerle savaştık onları terk edemeyiz, satamayız” tutumundalar.
Açıkçası Joe Biden bile Beyaz Saray’a gelir gelmez, müttefiklerine bile haber vermeden Afganları satıp, Afganistan’dan çıktı. Trump’ın da Suriye’de “YPG’ye vefa borcumuz var” diye bakması beklenemez.
Üstelik, ABD, Irak’taki askerlerini kademeli olarak çekmek için (ucu açık da olsa) belirli bir takvim konusunda Bağdat’la anlaşmış durumda. Bu çekilmenin kısa olmasa da orta vadede Suriye üzerinde de yansımaları olması beklenir. ABD’nin Irak'taki askerî varlığından lojistik destek almadan Suriye’de askerî varlık göstermesi zor deniyor.
Ve tabii bu noktada asıl meseleye yani İran’la ilgili olarak neler yaşanacağına geliyoruz ki; bu aslında seçimlerden nice bile Ankara’yı ciddi şekilde endişelendiren bir mesele.
Belki de Harris/Trump yönetimleri arasındaki fark açısından en belirleyici konu.
Bir süredir yapılan analizler İsrail’in İran’a çok ciddi bir darbe vuracağı yönünde. Hizbullah’ı ve Suriye’deki İran milislerini zayıflatmaya çalışan İsrail’in, İran rejimini içerden sarsacak ölçüde vurmasının bölgeye dönük etkileri ne olabilir?
Tahran rejiminin zayıflaması Suriye ve Irak’ta İran’la bölgesel rekabet içinde olan Türkiye’nin işine gelir mi? İran’dan desteği azalacak olan Şam rejimi Türkiye’ye yakınlaşma yoluna gider mi? Tersine, Irak, Afganistan ve Suriye örneklerinden ağzı yanan Türkiye, İran’la ilgili her tür istikrarsızlık sürecini zararlı mı bulur?
Tüm olası senaryoların masaya yatırılıp incelenmesi gereken ve bu süreçlerin de Türkiye’nin çıkarlarını koruyacak, maksimize edecek şekilde yönlendirilmesi için stratejilerin geliştirilmesine ihtiyaç var.
Tam da bu noktada, Türkiye’nin milli çıkarları ile AKP-MHP koalisyonunun iktidarda kalma hedeflerine dair net bir ayrışma olabilecek mi?
Korkarım, AKP-MHP koalisyonu tüm bu kaotik ortamı kendi iktidarının devamı için manipüle edecektir.
Trump’lı bir dünyanın daha kaotik, daha istikrarsız, daha riskli ve daha öngörülmez olacağı kesin. “Bu kaotik ortamda benden iyisini bulamazsınız” temasıyla, toz duman arasında kimselerin ses edemeyeceği demir yumruk uygulamalarının Trump’lı dünyada hayata geçirilmesi çok daha kolay olacaktır.
Yine de Trump geldi diye alkışlayanların sevincinin zaman zaman kursaklarında kalma ihtimali de çok yüksek.
Zira adamın sağı solu belli olmadığı gibi bugün bir şey, yarın başka bir şey deme lüksü de bulunuyor.