Hile hurda olmaz ise Trump seçimi alır demiştik.
Ben bu yazıyı yazmaya başladığımda Trump oldukça farklı bir biçimde yarışı önde götürüyordu ve seçilmek için gereken 270 temsilcinin 267’sini garantilemişti. Aynı saatlerde Harris’in kazanabildiği temsilci sayısı 214 idi.
Trump ipi göğüslemekten sadece 3 kişi uzaktaydı.
Yine de seçim bugün sonuçlanacak gibi durmuyor, itirazlar, posta yoluyla kullanılan oylar üzerinden geçen seçimde olduğu gibi tartışmalar sürecektir.
Zaten Kamala Harris de “Bugün bir açıklama yapmayacağını, kamuoyu önüne yarın çıkacağını’ söyleyerek sonuçların hemen alınamayacağını teyit etmiş oldu.
Ancak genel hava Trump’ın kazandığına işaret ediyor.
Bunun Türkiye için manası ne!
Açık söyleyeyim pek bir manası yok.
Demokrat Başkan Biden, AKP iktidarına “yüz vermeyen” başkan olarak tarihe geçti.
Biden döneminde Erdoğan bir kez bile Beyaz Saray’a davet edilmedi.
Geçen ilkbaharda Saray’dan uçurulan “Davet geldi gidiyoruz” palavrası da gerçekleşmedi. Önce ertelendi falan dendi ama davet Beyaz Saray’dan asla teyit edilmedi.
Başkan yardımcılığı döneminde defalarca Türkiye’ye gelen Biden, başkanlığı döneminde dibimize kadar geldiği halde Türkiye’ye uğramadı. Uluslararası toplantılardaki ayaküstü görüşmeler dışında Erdoğan’la bir araya gelmedi.
Sadece Başkan değil, Başkan yardımcısı ve Başkan adayı Harris de Türkiye’ye hiç gelmedi.
Hal böyle olunca Türkiye için Trump’un seçilmesinin daha iyi olduğu düşünülebilir.
Acaba öyle mi!
Trump, hava ve dışarı yansıttığı tavır olarak Erdoğan’la iyi geçindiği, Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı ile görüşmekten keyif aldığı izlenimi uyandırdı.
Peki ya gerçek!
Türkiye, S-400’leri satın alması nedeniyle F-35 programından çıkarıldığında ABD Başkanı Donald Trump’tı. Türkiye’nin sadece F-35’leri alması engellenmekle kalmamış, programdan tümüyle çıkarılmış ve Türkiye’de üretilen parçaların da Türkiye dışında bir ülkeden temin edilmesi yoluna gidilerek Türkiye’ye birkaç milyar dolarlık bir zarar verilmiş ayrıca Türkiye’nin F-35 programı için ödediği 1,3 milyar doların da üzerine yatılmıştı.
Trump ABD Başkanı olduğu dönemde Türkiye’ye ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yazdığı iki küstah mektupla da gündeme gelmişti.
AKP iktidarının “PKK ve FETÖ lehine faaliyette bulanmakla suçladığı” ve ajan olduğunu söyleyerek tutukladığı Rahip Brunson’ın serbest bırakılması için Erdoğan’a bir mektup yazmış ve “Brunson’ı serbest bırakmazsanız ekonominizi batırırım” demiş ve Erdoğan’ı şahsi olarak da tehdit etmişti.
Bu mektup üzerine daha önce “Bu can bu bedende, bu fakir bu görevde olduğu sürece oldukça o teröristi alamazsınız” dediği Brunson serbest kalmış ve özel uçakla ABD’ye giderek Beyaz Saray’da ağırlanmıştı.
Trump’ın bir sonraki mektubu da felaketti.
Bu kez de Erdoğan’a “Aptal olma” diye hitap ediyor, Suriye’nin kuzeyindeki YPG güçlerinin komutanı Mazlum Kobani’nin kendisine bir mektup yazdığını, Erdoğan’ın YPG komutanı ile görüşmesi gerektiğini söylüyor ve Erdoğan’ı tarihe katil olarak geçmek istemezsin diye tehdit ediyor ve “Brunson olayında neler yapabileceğimi gördün” diyerek yine sopasını gösteriyordu. (Trump bu mektubu New York’taki lokantasının duvarında sergiliyor)
Türkiye’ye pek yüz vermeyen bir yönetimden, Türkiye’yi aklına estikçe açık bir biçimde tehdit eden ve bununla sonuca ulaşan bir Başkan’a geçiyor.
Ve bunun için mutlu oluyor.
Ne diyeyim, Allah akıl versin!
Anladıysam ne olayım!
Zannederim MHP liderinin cümleleri için bir “anlama kılavuzu” gerekecek.
“Öcalan’ın TBMM’de konuşmasına karşı çıkıp, İmralı’da olmasına karşı çıkmamak ne demektir” deyince benim beynim yandı.
Zannedersin, İmralı Adası cezaevi değil de, TBMM’nin yazlık misafirhanesi.
Devlet Bey bunu hangi mantıkla söyledi anlayamadım.
Anlayan varsa anlatsın, dinlemeye hazırım.
Ancak Bahçeli’nin sözlerinden anladığım, Öcalan’ın serbest bırakılması ve TBMM’ye gelip konuşması konusunda kararlı ve ısrarlı.
Ve iktidarın diğer kanadının görevden aldığı Ahmet Türk’e olan sevgisinde de samimi ve ısrarlı.
Eğer hal gerçekten bu ise, AKP-MHP bloğunda ilk çatlak ve Erdoğan-Bahçeli beraberliğinde ilk çatlak olarak görülebilir.
Aynı anda hem Öcalan’ı yeniden TBMM’ye davet etmesi, Ahmet Türk’e bir kez daha sahip çıkması ve bu konuşmasında Erdoğan’ın de yeniden aday olabilmesinin önünü “Enflasyonun düşmesi ve terörün durması” koşuluna bağlaması ilginçtir.
Utanç değil, güç gösterisi
Esenyurt Belediyesi’ne baskın yapılıp, Belediye Başkanı Ahmet Özer Remzi Kartal’la 10 yıl önce telefonla konuştuğu için gözaltına alındığı gün burada hatırlatmıştım, aynı tarihlerde AKP’li Hüseyin Yayman ve Ayşenur Bahçekapılı’nın Rezmi Kartal ile yemek yediğini hatta masadaki gazeteci Şirin Payzın’ın da bunun tanığı olduğunu.
Bu konu günlerdir konuşulunca Hüseyin Yayman “Yahu ben akademisyenim, görüştüm ama akademisyen kimliğimle görüştüm” dedi.
Doğru, Hüseyin Bey akademisyendir.
Ama unuttuğu bir şey var.
Ahmet Özer Remzi Kartal ile görüştüğü tarihte musluk tamircisi değildi.
O da akademisyendi. Hatta o tarihte PKK ile mutlu ve keyifli bir balayı yaşayan AKP’nin “Çözüme katkıda bulunur mu acaba” diye konuya dahil etmeyi planladığı bir akademisyendi. GAP belediyeler Birliği’nin kurucusu ve yöneticisiydi.
Yani “Görüşme gerekçesi” bakımından Yayman’dan eksiği yoktu, fazlası vardı.
Ama biri tutuklu, diğeri hakkında ise hiçbir soruşturma yok.
Sakın yanlış anlamayın Yayman da tutuklanmalı demiyorum.
Sadece adında adalet kelimesi olan bir partinin adı dışında hiçbir yerinde adaletin A’sının bile olmadığı anlatıyorum.
Şu kadarını söyleyeyim.
AKP Adalet’ine göre Yayman ve Özer aynı masada aynı anda oturuyor olsalardı bile AKP fikriyatı Özer’i tutuklar, Yayman’a dokunmazdı.
Bundan da gocunmaz, bunu bir ayıp olarak görmezdi.
Hatta tam aksine AKP açısından bu bir marifet, bu bir güç gösterisi, bilinmesi anlaşılması gereken bir tutumdur.
Mesaj açıktır.
“Bendensen her şey serbest. Benden değilsen benim insafıma kalırsın.”
AKP bunun bilinmesinden, böyle anlaşılmasından rahatsız falan değil.
Tam aksine bunu bir güç gösterisi olarak görüyor.
Adalet mi!
Partinin adında var ya, başka yerde ne gerek var!
Vergimle yaşayan TRT’nin paralı maç rezilliği
Vergilerimizle, cep telefonu dahil her türlü yayın alan veya veren aletin fiyatına ekleyerek cebimizden aldığı pay ile milyarlarca liralık bir bütçeye sahip TRT, utanç verici tarafgir yayıncılığının yanı sıra bir başka rezalete de imza atıyor bir süredir.
Bizim paramızla yaşayan bu kurum, bizim paramızla yayın hakkını satın aldığı Şampiyonlar Ligi ve Avrupa Ligi maçlarını izletmek için bizden ayrıca para istiyor.
Dünyadaki kamu yayıncıları reklam dahi alamazken, TRT hem özel televizyonlarla haksız rekabet ediyor, bu yetmezmiş gibi bir de maçları kurduğu “paralı” bir platformdan yayınlayarak vatandaşı dolandırıyor.
Dün de en önemli maçları Tabii adını verdiği paralı platformundan yayınlamayı tercih etti.
Ve kendini iyiden iyiye rezil ederek, bunu da beceremedi ve platformu çöktü.
Real Madrid – Milan maçını izlemek isteyenler paraları ile rezil oldular.
Ben TRT’nin bu dolandırıcılığına boyun eğmediğim için zaten Tabii’ye para vermiyorum.
Ama okurların şikayetlerinden dolayı durumdan haberdar oldum.
Bence siz de bu iğrenç tutuma boyun eğmeyin.
TRT’yi para vereceğime, daha fazlasını verir eve IP tv kurdurur, başka bir yerden izlerim.
Olmuyorsa da izlemem.
NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?
Din tacirinin barmenler gibi olduğunu unutmadığımız zaman.