Ukrayna’daki savaş sürüyor. Moldova’da ve Gürcistan’da seçimler yapıldı. Kore Yarımadası karışmaya başladı. ABD seçimlerine çok az kaldı…
Bu ve başka önemli uluslararası gelişmelere damgasını vuran konulardan biri, Rusya-Batı mücadelesi.
BRICS zirvesinde BBC muhabiri, Rusya Devlet Başkanı Putin’e önemli bir soru sordu:
“Siz sık sık ulusal güvenlikten ve istikrardan bahsediyorsunuz. Ukrayna askerî operasyonunuz öncesinde Rusya’ya yönelik SİHA atakları, çeşitli saldırılar ve Rus topraklarının işgali (Kursk Bölgesi’nin bir bölümü 6 Ağustostan bu yana Ukrayna ordusunun işgali altında - HA) gibi şeyler olmazdı. Yaklaşık 3 yıl önce Rusya’nın ulusal güvenliği açısından şartlar daha olumlu değil miydi?”
Rusya lideri “evet, eskiden SİHA atakları falan olmazdı” diyerek başladığı cevabını şöyle sürdürdü:
“Ama durum bugünkünden daha kötüydü. Çünkü Batı bizi aşağılıyordu. Bizi ikinci sınıf bir devlet yapmaya çalışıyordu. Bu, Rusya’nın egemenliğine karşı bir durumdu. Rusya böyle bir şeye razı olamaz, egemenliğinden vazgeçemez. Bu durumdan çıkmamız gerekiyordu.”
Soru gibi cevap da ilginç ve önemli. Bunun yorumunu herkes kendine göre yapıyor. Bazı düşüncelerimi az sonra yazacağım. Ama önce güncel birkaç gelişmeye değinelim.
Eski Sovyet ülkeleri karışıyor
Bol seçimli 2024 yılı son aylarına girerken gözler birkaç eski Sovyet cumhuriyetine çevrildi. Moldova ve Gürcistan seçimleri çok tartışmalı geçti. Tartışmalarda sık sık Rusya konusu öne çıktı. Hatta Litvanya’da seçimleri muhalefetteki Sosyal Demokrat Parti’nin kazanması bile bu bağlamda tartışıldı: Acaba yeni yönetim AB’nin ve NATO’nun Moskova karşıtı çizgisini aynen sürdürür mü? Acaba ülkedeki çok sayıda Rus muhalif göçmene karşı tavrı ne olur?
Moldova’yı bir hafta önce burada yazmıştım. Batı yanlısı Devlet Başkanı Sandu ne başkanlık seçimlerinde istediği sonucu elde edebildi ne de AB’ye katılım konusunda düzenlediği anayasa referandumunda.
Referandumda AB yandaşları “burun farkıyla” kazansa da tartışmalar dinmedi ve bu mesele gelecek yılki parlamento seçimlerinde de gündemin ilk sıralarında olacak gibi. Başkanlık seçimlerinde ise Sandu’nun, Rusya yanlısı muhalif lider Stoyanoglo karşısındaki yüzde 26’ya 42’lik üstünlüğü 3 Kasım’da yapılacak ikinci tur seçimlerinde rahat kazanmasına yetmeyebilir; Batı karşıtı tüm adayların kitlesi birleşirse zor da olsa iktidarı yenilgiye uğratabilir.
Moldova muhalefeti Sandu’yu seçimlerde hile yapmakla suçlarken o da Rusya’nın seçimleri etkilemek için büyük paralar harcadığını vurguluyor. Ortalık daha da karışabilir.
Gürcistan’daki parlamento seçimlerinin ise 12 yıldır iktidardaki Gürcü Rüyası Partisi’nin (yüzde 54 oy oranıyla) zaferiyle sonuçlandığı açıklandı. Ama muhalefet aslında kendisinin kazandığını ve Rusya yanlısı oligark İvanişvili önderliğindeki iktidarın sonuçları değiştirdiğini öne sürüyor. Üstelik muhalefeti destekleyen iktidar kanadının nispeten az yetkili bir ismi, Devlet Başkanı Zurabişvili de seçim sonuçlarını tanımadığını açıkladı.
Ülkede protesto gösterileri başladı; nereye kadar gider, bilinmiyor. Kimileri 21 yıl önceki Gül Devrimi’ni hatırlatarak Gürcistan’da kanlı gelişmelerin yaşanabileceğini iddia ediyor.
Bu iki eski Sovyet cumhuriyetindeki iki kadın başkan ve arkalarından giden kitleler ile onlara karşı çıkan Rusya destekli güçler… Kim üstün gelecek, göreceğiz. Ancak Rusya’nın bu ülkelerdeki etkinliğinin son dönemde arttığı da bir gerçek.
Etkinin farklı bir boyutu daha var: Gürcistan’da anketler, halkın büyük bölümünün AB üyeliğinden yana olduğunu gösteriyordu. Şimdi buna ek olarak yine aynı halkın – gerçek düşüncesi ne olura olsun – 2008’deki gibi Rusya ile savaşmaktan korktuğu ve Ukrayna’da yaşanan yıkımdan derin etkilenerek Moskova’yı kızdırmak istemediği üzerine yorumlar yapılıyor.
Bu arada Rusya’nın Kuzey Kore ile stratejik iş birliği anlaşması yapması ve askerî ittifakı pekiştirmesi karşı cephede tepkilere yol açıyor. Son haftalarda binlerce Kuzey Kore askerin Rusya’ya gittiğinin ortaya çıkması en başta Güney Kore’yi telaşlandırdı. Aynı zamanda Japonya’yı, hatta Çin’i rahatsız etti.
Stratejik İş birliği anlaşması iki ülkenin saldırı halinde birbirini askerî olarak desteklemesi yükümlülüğünü getiriyor. Koreli askerlerin Kursk’un Ukrayna’dan kurtarılmasında kullanılacağı öne sürülüyor. Ya Kore Yarımadası’ndaki gerginlik bir çatışmaya yol açarsa, o zaman da Rus askerleri oraya mı gidecek?
Bu durum Rusya-Ukrayna Savaşı’nın Uzakdoğu’ya yayılması ve Üçüncü Dünya Savaşı’na dönüşmesi anlamına mı gelecek? Durum oldukça vahim…
NATO daha da güçlendi
Şimdi tekrar yazının başındaki konuya dönelim.
Rusya Batı’nın ekonomik yaptırımları karşısında diz çökmedi. Rus ekonomisi yıkılmadı. Hatta savunma bazlı bir ekonomik ataktan söz ediliyor. Bu durumun ve yaptırımların gelecek yıllarda değişeceğini iddia edenler olsa da bugünkü tablo böyle.
Peki, Rusya’nın Ukrayna işgalinin başladığı 24 Şubat 2022’den bu yana Rusya’nın güvenliği eskisinden daha güçlü bir hale geldi mi? Rusya bir yana, bölgesel güvenlik konuları (Avrupa’da, Karadeniz’de, Balkanlar’da, Ortadoğu’da, Uzakdoğu’da vb.) bakımından dünya daha güvenli bir ortama kavuştu mu?
Galiba bunu savunmak zor. Tersine, birçok bölge ve genel olarak dünya eskisinden çok daha riskli bir hale geldi.
Bundan 33 ay önce kaç kişi Rusya’nın komşuları Finlandiya’nın ve İsveç’in NATO’ya üye olacağını söyleyebilirdi? Gerilimin tırmanması sonucu hem bu devletler Moskova korkusuyla NATO’ya sığınma ihtiyacı hissettiler (veya birçok faktörün etkisiyle bu seçeneğe teslim oldular diyelim) hem de ABD-NATO ikilisi “şartlardan ustaca yararlanarak” bu ülkeleri askerî pakta dahil etme başarısını gösterdi.
Sadece genişleme değil, 2022 öncesi birkaç yıl içinde iyice etkisizleşen Batı cephesinin ve Fransız lider Macron’un (2019’da) “beyin ölümü gerçekleşti” denilen NATO’nun konsolidasyonu ve ABD öncülüğünde yeni ataklara hazırlanması bakımından da önemli kazanımları kendi hanelerine yazdılar.
Avrupa giderek daha riskli bir kıta durumuna gelirken Okyanus ötesinde durum farklı. Savaş boyunca kazandıkları yüzlerce milyar dolar ile Amerikan silah üreticileri ve tüccarlarının son yılların en mutlu aktörleri arasında yer aldığı şüphe götürmüyor. Onlar açısından bölgesel tehlikelerin artması da Ukraynalı ve Rus gençlerin ölmesi de önemli değil.
Daha gerilere gidilirse, Sovyetler Birliği ve Doğu blokunun, bu arada askerî örgütleri Varşova Paktı’nın dağılması sonrasında NATO’nun da lağvedilmesi gerektiğini söyleyenlere, Washington’dan asla ciddi bir cevap verilmedi. Tersine ABD’nin tercihi, birçok açıdan SSCB’nin yerini alan Rusya Federasyonu’nun kuşatılması, onun ve Çin’in düşman ilan edilerek silahlanma ve NATO’nun genişlemesi sürecine devam edilmesi oldu. Bu ortamda Rus liderler Yeltsin ve Putin’in ülkelerinin NATO’ya alınması önerileri reddedildi. Ne diyorlar, “koskoca Rusya’nın pakta alınıp sindirilmesi zordu”; şimdi yaşanan ve dünyayı yok olma tehlikesiyle karşı karşıya bırakan gelişmeler sanki çok kolaymış gibi…
Tarihi, imparatorluk, toprak fetihleri, iç ve dış her türlü savaşlarla geçmiş olan Rusya’nın barış ve istikrar siyaseti izlemek bakımından çok usta olduğunu savunmak da zor. Kremlin, hem Batı’ya hem de kendisine yakın sayılabilecek müttefik ve komşularına karşı güç gösterisi ile ilerlemeye alışkın.
Durumun bugünkü hale gelmesinde ana faktörler arasında lider unsurunun altını da kalın çizgilerle çizelim: Mesela Brejnev, mesela Gorbaçov, mesela Yeltsin zamanında Rusya-Batı ilişkileri bu kadar gergin bir aşamaya tırmanır mıydı, doğrusu emin değilim. Ama Putin’in geçmişi, karakteri, sahip olduğu ulusal güvenlik ve vatanseverlik anlayışı, olayların bu şekilde gelişmesinde reddedilemez bir rol oynadı.