Bu hafta hiç yapmadığım, muhtemelen daha sonra da pek tercih etmeyeceğim formda bir yazı kaleme alacağım. Gündemi ele geçiren ve bir süre daha bırakmayacak görünen “süreç” tartışmalarını, kendim için de bir izlek oluşturacak şekilde madde madde ele almak istiyorum.
1- Bazı şeylerin aynı kalmayacağı, sürerken ve bittiğinde, -iddia edilen çeşitli hedeflere yaklaşmasa bile şimdiden- önemli etkiler yaracak bir süreç yaşanıyor.
Herkes dahil olmaya çalışıyor. Kimse, dışında ve tepkisiz duramıyor ya da kalamıyor. Şaşırtıcı çıkışlar ve aldığı karşılıklarla yürüyen bir gündem var.
İç veya dış aktörler, -provokasyonlar dahil- her yolla dahil olmak için hareketlenmiş görünüyor. Ayrıca aktif aktörler ve fonksiyonları değişiyor.
Pek çok aktör yeni pozisyonlar alıyor, bazıları pozisyon değiştiriyor, bir kısmı pozisyon tahkim ediyor ve boşa düşenler, ipe sarılanlar görülüyor.
İp atma polemiğinde gördüğümüz gibi, mesela milliyetçilik zemininde belirgin pozisyon çalkalanmaları şimdiden başladı, aceleci çıkarımlar da.
“Bir şey olmadığını, asla olamaması gerektiğini” söyleyen rehavet ya da endişe kaynaklı hezeyanlar var. Kaba çıkarımlar, komplo teorileri yarışta.
Özetle, “duvara asılı tüfek” görünmekle kalmadı, artık patladı. “Bir süreç başlıyor mu” geç bir soru, sadece başını geç gördük ve artık içindeyiz.
2- İç ve dış dinamiklerin süreçteki ağırlığı tartışmaları sürüyor. Önceki süreçten de biliyoruz ki, bilgiler hiç güvenilir değil ve görünenle her şeyi açıklamak da çok sorunlu.
Muhalefet kamuoyunda ikna edici bulunan, biraz tefekkürü gereksiz gören yaklaşım, kaba “pazarlık” etiketiyle rafına koydu, kafası rahat.
İktidar cephesinde ise ağırlıklı olarak “dış tehdide” dikkat çekilerek, “devlet aklının” devrede olduğu “iç cepheyi güçlendirme” tezi işleniyor.
Her iki yaklaşımın, “karşı mahallede” de -olumlu veya olumsuz anlamlar yüklenip, bağlamı değiştirilerek- destekçi bulabildiğini izliyoruz.
İç ya da dış dinamik zorlamasıyla, iktidarın bu hamleye mecbur kaldığını düşünenler, farklı imalarla “pazarlık” yerine “fırsat” demeyi tercih ediyor.
Sürecin zamanlaması ve ilerleme hızı konusunda birden fazla dinamiğin ve birbirleriyle ilişkilerinin etkili olduğunu düşünmek hiç yanlış olmaz.
Meselenin güncel ve tarihsel özelliği nedeniyle ve başlatan aktörlerin öncelikleri itibarıyla, iç dinamiğin çok daha belirleyici olduğu fikrindeyim.
3- Hızı ve muhtemel hedefi açısından önceki süreçten hayli farklı. Fakat ilk reaksiyonlar, kullanılan semboller ise -aktörler değişse bile- fazlasıyla benzer.
TUSAŞ saldırısı, önceki süreçteki provokasyonları fazlasıyla hatırlatıyor. (Paris saldırısı, tutanakların sızdırılması, MİT operasyonu ve Ceylanpınar)
“Kürsüden ip atma”” meselesi de sembolik benzerlik olarak not edilebilir. 2007’de Bahçeli’nin attığı ip, şimdi ona döndü ve odasında sergileniyor.
Öcalan yine önemli aktör ama daha önce AA’nın canlı yayın yaptığı Kandil’in süreç dışı gösterilmek istendiğini düşündüren güçlü bir ima var.
CHP, ihtiyat payını aşan “kandırmaca” yorumuna ve “kimler kimlerle beraber” muhalefetine dayalı eski pozisyonuna bu kez mesafeli durdu.
Biraz hızlı teşekkürler gelse, “amasız destek” açıklamaları yapılsa bile DEM ve Demirtaş, Bahçeli’nin ardına düşme görüntüsünden kaçınıyor.
Önceki süreç de “çözüm” ön ekiyle kodlandı ama herhangi bir şeyi çözmedi, böyle hevesi olduğu da tartışmalı. Şimdi de aynı şüphe güçlü.
4- Bu sürecin başlatıcısının Bahçeli olması çok önemli farklardan biri elbette. Beklenmedik aktörden gelen hamle, sürecin ivmesini artıran en önemli unsur.
1987’de MHP’de göreve gelişi, 1997’de Genel Başkan olması, 1999 koalisyonu ve 2001, 2007 tutumu, 2015 hamlesinde bir süreklilik var.
Bahçeli’nin ismiyle müsemma, “önce devletim” sözü, hamlelerinin önemli bir kısmının kişisel veya “siyasi” olmadığı imasını taşıyor.
Beka tehdidi saydığı Erdoğan’ı desteklemeyi “beka gereği” olarak değiştirebilmesinin gerekçesi neyse, şimdi attığı adımın nedeni de o.
2015’de iktidarda kalmak için, Erdoğan’ı ideolojik aşı ve yeni rotaya razı (mecbur) eden süreçte, bir kanadın “siyasi komiserliğini” üstlendi.
“Koltuk değneği olduğu için bitecek” iddiaları doğrulanmadığı gibi hem desteğini korudu hem etkisini genişletti. Ciddi bir kopmayı bile atlattı.
2017 referandumunun getirdiği 50+1 mecburiyeti, aritmetik; Erdoğan’ın yalnızlaşması, siyasi; Kürt sorunu, ideolojik patronajını sağlamlaştırdı.
5- “Devlet” tek ve mutlak bir hiyerarşiye bağlı gizemli bir aygıt değil. Devlet başka hükümet başka -hele şimdi- hiç değil. Hegemonya mücadelesi ve rejim terkibi rekabeti ise süreklik arz eden bir fıtrat.
Son hamle, ister Erdoğan’ı kurtarmak, isterse sıkıştırmak için yapılmış olsun, iktidardaki hakim blok mücadelesiyle ilgili bir boyutu var.
Bundan birkaç ay önce pek rağbet gören kulisler, MHP’nin iktidardan tasfiyesi üzerine inşa ediliyordu. Buna bağlı stratejiler bile kurulmuştu.
Bahçeli’nin DEM Parti konusunda kısa süre önce söylediklerini herkes hatırlıyor ama beş ay önceki “normalleşme” resti çabuk unutulmuş gibi.
Şimdi, hiç varlık gösteremeyeceği varsayılan bir zeminde, kendisine ve Erdoğan’a manevra alanı açıyor, hem de aktörleri ve sınırları belirleyerek.
2015’teki gibi Erdoğan’a belki kurtuluş yolu açıyor ama sürecin dışında kalmayıp, bu hamlenin kendisine mecburiyetinin altını çiziyor.
Erdoğan’ın haberdar olmadığı veya hevesli görünmediği yorumlarını ve suskunluğunu biraz da bu pencereden okumak mümkün.
6- Bütün süreçler, başlatanın niyetinden veya beklediği sonuçtan ibaret veya ona mahkum değil. Hele toplumsal ve siyasal süreçler asla doğrusal ilerlemiyor.
Süreçler, bazen başlatanın, bazen başlayan yerin, bazen de sonucun işaret edildiği ön ekle isimlendirilir. Annan Süreci, Oslo Süreci, Çözüm Süreci gibi.
Süreç ilerlediğinde, başlangıçta pek titizlenilen ismin yarattığı çağrışımının pek bir önemi kalmaz. Çoğu zaman tezat oluşturan bir içeriğe evrilebilir.
Sürece dahil olacak veya müdahale edecek aktörlerin tutumları, tamamen başka bir sonuca varabilir veya beklenen amacın akim kalmasını sağlayabilir.
Bazen de sürecin görünen amacı gibi algılanan veya sunulanlar, nihai hedefi perdeleyen bir fonksiyon kazanır. Süreç, belki başka bir sürecin öncülüdür.
Mevcut veya süreçte dahil olan aktörler, oluşan zemini bambaşka bir sonuç veya pozisyon için değerlendirebilir, kullanabilirler veya değiştirebilirler.
Dolayısıyla, bir süreçle karşı karşıya olunduğunu görmekle, bu süreci amaç odaklı olarak isimlendirmek arasında ciddi bir mesafe olmalı ve korunmalı.
7- Sürecin nereye varacağı sorusunun cevabı çeşitli başlıklar için farklı olabilir. Geçen sefer de pek yaklaşılmamış sahici “çözüm”, bu sefer de en uzak ihtimal.
Bahçeli’nin esneme sınırları sanılandan çok daha geniş. İdam meselesi, her dönemdeki tokalaşmalar ve 2019 Öcalan mektubu eski örnekler.
Bahçeli, önceki süreçte de -potansiyeli dikkate alınırsa- çekimser sayılırdı. “İp atmanın” (2007) karikatür etkisi de caydırıcı değil cesaretlendiriciydi.
İç veya dış gerekçeli ama kesinlikle pragmatik olan yeni arayış, esnemeyi aktöre özel tarif ediyor ve sorunla yüzleşmeyi yine pas geçiyor.
Dış dinamik ve iç dinamik ağırlıklarına göre farklı çıkarımlar yapılıyor. Aktörlerin çözüm öncelikleri başka ve karşıdakini de tam bilmiyorlar.
Hem PKK’nın en güçlü döneminde olduğunu söyleyenler (Mehmet Yılmaz) hem devletin en avantajlı konumda olduğunu söyleyenler (Mümtazer Türköne) var.
Aktörlerin pozisyonları kadar kapasiteleri de netleşmiş değil. Hatta çoğu, kendi kapasitesini dahi bilmiyor, yoklamalarla ölçmeye çalışıyor.
8- Süreç, iç politikada önemli değişiklikler yaratmaya aday. Daha şimdiden ciddi etkiler yarattı ve burada kalsa bile bu etkilerin bazıları daha ileriye taşınacak.
Dört işlem siyaseti veya siyasi aritmetik yaklaşımı hala çok popüler hatta başka ihtimalleri tartışmayı lüzumsuz ve kötü niyet sayacak kadar agresif.
Oysa “Erdoğan’ı tekrar seçtirmek” hukuki (anayasa) bir mesele olmaktan ziyade siyasi bir müşkül ve meclis aritmetiğinin pek yetemediği bir alan.
Anayasa değişikliğiyle Erdoğan’a adaylık yolu açılması epeydir gündemde. Saklayan da yok. Bu indirgeme, bir keşif değil zaten olması istenen bir şey.
Kürtlerin küçük lütuf ve vaatlerle oyalanarak ya da “ihanet sayılacak” tavizler verilerek ikna edilebileceği iddiasına hevesliler şimdiden atakta.
Epeydir pozisyon sıkıntısı çeken ve “milliyetçi muhalefete” yeni kulvar açıldığına hükmedenler hamasete erken sarıldı. Anketçilik öne çıktı.
Benzer bir kırılma, “tarihin doğru tarafında yer almalıyız” diyen Özgür Özel’in, bu sözlerine verilen tepkilerde kendisini gösterdi.
9- Sürpriz bir aktör tarafından, beklenmedik bir zamanda ve fazla hızlı başlayan süreç, çok sağlam görünen veya zannedilen bazı pozisyonların tartışılmasına ve elbette tepkilere neden oldu.
Siyaseti, anket yüzdelerinin toplamı olarak okuyan ve senelerdir “iyi gidiyoruz ilk seçimde tamam” cümlesiyle idare edenlerin işi zorlaştı.
“Çözüm” iddiasının inandırıcı olmayacağı doğru ama ne gam. İktidar, hangi konuda inandırıcılığı dert ediyor, bedel ödüyor ki? (Bknz. Ekonomi)
“Kürtlerin sevdiği, kazanabilecek doğal aday bulduk, kim tutar bizi” yaklaşımının, zorunluluklara yasladığı avantajlı matematik artık sorunlu.
“Devlet ayrı hükümet ayrı” mottosuna inanan ve yaşananlarda Erdoğan’ın fütursuzluğundan ötesine bakmayanlar, “bir şey olmaz” boşluğuna düştü.
“Erdoğan’ın haberi yok” tevatürü, AKP içindeki zorluğu gösteriyor. “MHP yükünü atmayı”, tarihi sıfırlamak için kullanmak isteyenler de zorda.
Öcalan, “teorik ve pratik güce sahibim” dedi, Demirtaş ve KCK’den “izleyebiliriz” cevabı aldı. Ancak herkes etki terazisine çıkmak zorunda.
10- Neye bakmalı, nasıl anlamalı ve ne yapmalı? Bir süreci izlerken çok sayıda yanıltıcı tuzağın ve manipülasyonların cirit attığı kaygan bir zeminin oluşacağı ortada.
Süreçlerde -doğası ve tanımı gereği- “nihai sonucun” ezici bir ağırlığı var. Haklı olarak herkes sonuca kalan mesafeyle ilgileniyor ama bu arada sürecin her aşamasında ortaya çıkan çok sayıda netice gözden kaçıyor.
Böyle hızlı ve karmaşık süreçlerde ortaya çıkan anlama zorluğu, refleks olarak basit kalıpları, etiketleri öne çıkarıyor, ikna edicilik kazanıyor.
Bazı aktörlerin fazlasıyla hak ettikleri sıfatları tanımlayıcı kavram gibi kullanmak, bütün muhatapları içeren genellemelere dönüşebiliyor.
“Kürt sorunu uluslararasılaşmıştır” cümlesinde olduğu gibi, bir realite tespiti, tonlamayla “dış güçlerin yarattığı nifak” indirgemesine dönüşüyor.
Süreçlerin en çok zarar verdiği şey de, konu edindiği sorun oluyor. Bu hengamede, Kürt sorunu ve çözümü meselesinin araya gitmesi mümkün.
Dikenli müzakerelerde kapalılığın “başarı” şansını artırdığı iddia edilir. Önceki deneyim, şeffaflıktan ve toplumdan uzaklığın sorunlarını gösterdi.
Destekleyen veya karşı olan pek çok kişi, “geriye dönülmez bir noktaya vardı” derken, önceki sürecin daha da geriye götürebileceğini düşünmüş ve söylemiştim. Böyle düşünmeme neden olan gerekçeler değişmiş değil. Ancak, “tamam bu iş” ile “bir şey çıkmaz” arasındaki keskin benzerliği gözden kaçırmamak gerek: Verili koşullar ve aktörler karşısında peşin inisiyatifsizlik.
Velev ki, bir at pazarlığı yapılıyor veya çok tehlikeli uluslararası bir kumpas var. Seyredip nasıl kotarıldığı veya nasıl becerilemediği mi seyredilmeli? Yoksa bunu söyleyip, seçim stratejileri için endişelenenlerin veya geriye çektikleri alerjileri depreşmişlerin sözcülüğüne soyunmak mı cazip? Yoksa “başlarına yıkmak” filan gibi tehditler mi etkili? Ya da “oy kaybederler” diye avunmak mı rahatlatıcı.
Siyasi müdahalenin tek yolu, tepkilerin önünde arkasında münhal mevki aramak olmamalı. Siyaset kurarak ama ilk önce tartışmalara alan açarak daha fazlası mümkün. Müdahale edilmeyen, doğru kanala itilmeyen, izlenen ve doğru dürüst tartışılmayan süreçlerden çok fena şeyler çıkabiliyor. Zemini, pazarlık imkanları yerine, konuşma fırsatı olarak kullanabileceklere alan açmak niye zor olsun.