Kazan Kazan

MHP lideri Devlet Bahçeli “Öcalan’ı serbest bırakalım. Gelip TBMM’de konuşma yapsın.” diyerek Türk siyasi tarihinin ve kendisinin en büyük ikinci dönüşüne imza attı.

Barış daveti yapılan PKK ertesi gün Kazan’da, Türk Savunma Sanayii’nin en köklü ve en önemli tesisine, yarım asırlık TUSAŞ’a saldırı düzenleyerek yanıt verdi.

Bir mesaj olarak özellikle mi seçildi bilmiyorum ama Cumhurbaşkanı Erdoğan Rusya’nın Kazan kentinde BRICS toplantısındayken, Ankara Kazan’da PKK saldırısı gerçekleşti. 

Bu saldırı, PKK’yı kontrol eden güçlerin, Öcalan’ı denklem dışına ittiğini gösteren bir gelişme gibi görünüyor.

Tam da dün bu köşede “Yeni PKK Öcalan’ı dinler mi” diye sorduğumuz gün.

Kazan’daki içimizi yakan saldırı, Bahçeli’nin meseleyi okuma konusunda artık yeni alfabeyi bilmediğini de gösterdi.

Daha önce Öcalan’la bu meseleyi çözüme kavuşturma işi AKP tarafından denenmiş başarılı olmamıştı.

Aynı şeyi bir kez daha deneyip, yanıtı 24 saat geçmeden aldı MHP.

Üstelik AKP Öcalan’a Meclis çatısı altında “Ulusa Sesleniş” yaptırmaya cesaret edememişti.

Hatta bu kadarı HDP’nin bile hayallerinin ötesindeydi.

Ankara Kazan’daki ya da Darbe Girişimi sonrası adıyla Kahramankazan’daki saldırı müthiş bir güvenlik zafiyetini de ortaya çıkardı. (Darbe girişimi sırasında Kazan’ın AKP’li Belediye Başkanı Lokman Ertürk, o gece nasıl kahramanca bir direnişe imza attığını anlatıp durmuş, daha sonra Belediye Başkanı Ertürk’ün o gece Kazan’da değil, Antalya’da eğlencede olduğu ortaya çıkmıştı. Kazan kahramandı belki ama başkan yalancıydı)

Başta TUSAŞ, savunma sanayinin en önemli firmalarının, Akıncı Üssü’nün ve daha pek çok sanayi tesisisin bulunduğu Kazan’da böyle bir eylem yapmak, bir anlamda bir meydan okuma gibi de görülebilir.

Ancak daha net görülen, Bahçeli’nin açıklaması ile birlikte Türkiye’nin yeniden bir istikrarsızlık sürecine doğru gitmeye başlamasıdır.

AKP’nin ve iktidarın oy kaybetmeye başladığı her dönemde eyleme geçen terörün bir güvenlik tehdidi algısı oluşturmaya başlaması da ilginçtir.

Ve PKK’ya mal edilen her eylemin ardından TSK’nın Kuzey Irak’a bomba yağdırıp, “hedefleri” vurması da bir o kadar dikkat çekicidir.

Madem hedefleri biliyorsunuz ve bu kadar nokta atışı vurabiliyorsunuz, niye önce PKK’nin saldırmasını bekliyorsunuz sorusu her zaman bakidir.

Aliyev ile Erdoğan’ın arası açıkça açık

Ankara Kazan’da aşağılık bir terör saldırısı olurken, Rusya Kazan’da da “bölge siyaseti açısından” önemli görüntüler vardı.

Kazan’daki BRICS toplantısında BRICS liderlerinin yanı sıra BRICS’e gözlemci ya da aday ülkelerin liderleri de yer aldı. Bu liderler arasında Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Azerbaycan Devlet Başkanı Aliyev de vardı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Karabağ’a nasıl girdiysek, Libya’ya nasıl girdiysek İsrail’e de öyle gireriz” sözleri sonrası Azeri tarafının kırgınlığını ve kızgınlığını bu köşede dile getirmiştim.

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ise birkaç gün önce Azerbaycan ile dost ve düşman algımızın aynı olduğunu söyleyip, arada hiçbir sorun olmadığını ifade emiş ve bun de bunun üzerine “Pek de öyle değil” diye yazmak zorunda kalmıştım.

Durumun “Pek de Dışişleri Bakanı’nın söylediği gibi olmadığı, Kazan’da dünyanın gözüne sokuldu”.

BRICS liderler zirvesinde, Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Devlet Başkanı Aliyev hiç ama hiç yan yana gelmediler.

Her iki lider de katılımcı başka liderler ile görüşmeler yaptılar ama birbirleriyle görüşmediler.

İki ülke ve iki lider arasındaki gerginliğin boyutu TUSAŞ saldırısı sonrası iyiden iyiye ortaya çıktı.

Aliyev, saldırı sonrası çok resmî ve hatta soğuk bir dille kaleme alınmış taziye mesajını bizzat açıklamak yerine Bakü’den yayınlattı.

Oysa Erdoğan da, Aliyev de Bakü’deydi ve yan yana çok etkili bir mesaj verebilirlerdi.

Yapılmadı.

Bakü’den yayınlanan bir mesajı yeterli gördü Aliyev.

Yani anlayacağınız AKP iktidarı, en dost ve en kardeş ülke ile bile ilişkileri bozmayı, soğutmayı başardı.

Bunu da Devlet aklı ile mi, yoksa başka bir akılla mı yaptılar bunu bilmemiz mümkün değil.

Ancak sonucunu görmemiz mümkün.

Demirtaş niye istenmedi

PKK ve Kürt siyasi hareketi çizgisine yakın olduğu halde, AKP saflarında siyaset yapmayı tercih eden ama kendi tarzını önemli ölçüde korumayı başaran bir Kürt siyasetçiye, Bahçeli’nin mesajı ile Selahattin Demirtaş’ın devre dışı bırakıldığı izlenimi oluştuğunu ve sanki bu açıklamanın Demirtaş ve İmamoğlu’nu zayıflatmak için verildiğini söyledim.

Demirtaş ile İmralı ve Kandil arasında bir sorun olup olmadığını sordum.

Anlattıkları ilginçti.

“Bir süre önce Selahattin Demirtaş’a barış çağrısına katkıda bulunması için bir açıklama yapması önerisi götürüldü. Bahçeli’nin yapacağı açıklamaya açık destek vermesi istendi. Selahattin önce biraz düşünmek istedi. Sonra da yanıtını verdi. Yanıtı netti ‘Böyle bir açıklama Erdoğan’a destek olarak görülür. Ben bunu yapamam. Erdoğan’ı desteklemek anlamına gelecek herhangi bir açıklamaya imza atmam.’ dedi. Hal böyle olunca Demirtaş devre dışı kaldı. Kendisi bir hayal kırıklığıdır.”

Anlattıklarının kesin bilgi olduğunu da söyledi.

Bunun üzerine Devlet Bahçeli’nin açıklamalarını şaşırtıcı bulup bulmadığını da sordum.

“Şaşırtıcı değil.” dedi ve anlattı.

“Devlet Bahçeli daha önce de Öcalan’ın idam edilmemesi için gereken yasal değişikliğe de destek vermişti. Çok kritik dönemlerde ülkücü hareket Kürt meselesinde yapıcı rol oynamıştır. Bahçeli döneminde sert söylemler olsa bile bunlar asla eyleme dönüşmemiştir. Bahçeli sorumlu bir siyasetçidir. Kürt siyasal hareketi Bahçeli’ye karşı değildir.”

Bu cümlelerin beni hayli şaşırttığını söylemeliyim.

Anladığım kadarı ile bizim yıllardır siyaset diye izlediğimiz şey, oldukça inandırıcı bir tuluatmış.

Devlet Bahçeli ve Mehmet Metiner

Ümit Özdağ’dan öğrendiğim kadarı ile Bahçeli’nin “Öcalan affedilsin, gelip TBMM çatısı altında konuşma yaparak PKK’yı barışa davet etsin” açıklamasından sonra MHP’den ciddi kopuşlar başlamış.

Özdağ “12 saat içinde MHP’den bize gelen 10 bini aşkın katılım var” dedi.

Konuştuğum bir başka isim “Tabanda hâlâ bir şaşkınlık var. Pek çok kişi Devlet Bey’in böyle bir şey söylemiş olabileceğine inanmıyor. Bunu bir medya yalanı olarak görüyorlar. Eğer Devlet Bahçeli’nin bu lafları ettiğine kesin olarak inanırlarsa çok büyük sorun olur. MHP’ye gönülden değil boğazdan bağlı olanlar dışında parti ciddi kopuşlarla karşı karşıya kalabilir.” dedi.

Zaten partide Bahçeli’nin “hık” deyicisi isimler bile suskun ve liderlerinin yaptığı çağrıya destek verecek açıklamalar yapmıyorlar.

Ve şu anda uydurmaya çalıştıkları kılıf şu:

“İsrail İran’ı vuracak ve özellikle Devrim Muhafızları’na yönelik bir saldırı olacak. Bu da İran’da bir zafiyet yaratacak. ABD bir yandan da İsrail saldırısı sonrası İran’daki Kürt grupların ayaklanmasını sağlamaya çalışıyor. Onlara da Suriye ve Irak’taki gibi bir devlet sözü verdiler. Bu olursa Türkiye’de ciddi sıkıntı yaratır. Bu yüzden Devlet Bey Türkiye’de bir barış sağlamak için uğraşıyor.”

Senaryo hoşuma gitti.

TRT’ye dizi olabilir.

Ama ben tokum, yemem.

Çünkü Bahçeli’nin çıkışı, iddia edilen ABD planına katkı sağlar.

Hele tam da AKP’li Mehmet Metiner’in “Suriye’de özerk bir Kürt devletine karşı değiliz” açıklaması üstüne gelince.

Kuzey Kore miyiz!

AKP’nin medyayı getirdiği yer nedeniyle artık halkın yegane doğru haber alma kaynağı haline gelen internetin ve sosyal medyanın yavaşlatılması ve hatta durdurulması iğrenç ve ilkel bir yöntem. 

İktidar artık bundan vazgeçmeli. 

Burası Kuzey Kore değil. 

Olamaz da. 

NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?

Yasaklayarak gerçeklerin gizlemeyeceğini anladığımız zaman.