Türkiye’de siyasi hareketlilik, şaşırtıcı görünen pek çok gelişme, sürekli olağanüstülük hali ve bütün dalgalanmalara rağmen, gayet basit bir kronolojiyle ve kolay tekrarlarla ilerliyor. Üstelik bu akış, büyük komplolarla, kişisel hesaplarla, karmaşık siyasi oyunlarla veya sıradan rastlantılarla gerekçelendirilmeye gayet müsait. Her versiyonda mantıklı bir süreklilik görmek ve iddia etmek mümkün. Ne yapılmak, nereye varılmak istendiği ve senaryonun sahibi gizli değil. Ancak bu akışın mağduru olanlar adına konuşmaya kalkanların, bu tekrarlara ve kronolojiye bağlılığı da bitmiyor. Aslında bir anlamda plana sadakat devam ediyor. Bunu kimin ve ne kadar istediği, kimin ya da neyin bu gidişata neden olduğu, açılan fırsatlar ve muhtemel ihanetler hakkında ise zengin bir mevzu havuzu ve çok da şeffaf olmayan tutumlar var.
Canlı bir tartışma varmış gibi görünmesine, çıkarılan dersler olduğu söylenmesine rağmen, kronolojinin esası pek değişmiyor, bu kronolojiyi bozacak müdahale hevesi hiç artmıyor. Çünkü bu akışı, (küresel siyasal iklimle uyumlu biçimde) toplumsal-siyasal dinamikler, büyük kalabalıkların talep ve itirazları belirlemiyor. İddia edilenin aksine, taban konsolidasyonu çabası da, tatmin ve ikna öncelikli değil, aksine aktif aktörlerin pozisyonlarını etkilemeye yönelen taktiklerle sınırlı. Hadise, çeşitli kimlik gruplarını, sosyo-ekonomik dinamikleri temsil iddiasındaki “profesyonel” aktörlerin rol aldığı küçük bir sahnede geçiyor. Siyasi elitler ve onların temsiline mahkum edilmiş beklentilerle siyasi mühendislik yapmak, aslında eğitim hatta zeka gerektirmeyecek kadar kolay.
2023’ü ister komplo ile açıklayın ister kişisel tercihlere bağlayın, basiretsizlerin hatası ya da planlı ihanet diye tarif edin; 2024’te, itirazında ısrar eden sahici ekonomik-toplumsal dinamik, vazgeçmediğini net biçimde gösterdi. Fakat kısa bir duraksama sonrasında, küçük sahnenin yeniden kurulduğunu izliyoruz. İster masadan kalkıp oturması, ister Külliye ziyareti dikkate alınsın, Akşener hamleyi erken yaptı. Anketlerle avunma alışkanlığını sürdüren CHP’deki değişim, şapkadan “makama saygılı normalleşme” tavşanını çıkardı. Aday gündemi de, seçim gündeminden daha hızlı ilerliyor. Şimdi de Bahçeli’nin uzattığı el vesilesiyle “yeni süreç” konjonktürü geldi. Kronolojinin kritik dönemeçlerinde hep devreye giren anayasa, elverişli unsur olarak gündemde. Muhalefet aktörleri birer birer bildik akışa itiliyor veya gönüllü olarak dönüyor.
Devlet Bahçeli’nin Ahlat’ta Hüda-Par Genel Başkanı’nın elini kaldırmasıyla, DEM Parti sıralarına elini uzatması veya “aldıkları maaş bile geri alınmalı” demesiyle “kategorik sorun yok” açıklaması arasında kaç gün var? Grup toplantısında hakaret ettikten kaç saat sonra Özgür Özel’e “üzülme siyaset yapıyoruz” diye sordu ve Celal Adan’ı şahit göstererek verdiği “biliyoruz” cevabını aldı? Peki bu baş döndürücü dönüşler kronolojiyi bozar mı? Daha birkaç ay önce “normalleşmenin” engeli olduğu için iktidar ittifakından gönderileceği anlatılan Bahçeli’nin yeni süreç başlatacağına inanmaya geçiş hızına bakınca hiç öyle görünmüyor. Ne iç ne dış dinamiklerde radikal bir değişim var. Zaten manevralar değişimden beslenmiyor, tam tersine döngüyü besliyor. Çatlak-patlak siyaseti ve pazarlık kehanetleri de akışın ayrılmaz parçaları.
Görünüşte, yeni taktik manevralara alan açılıyor ve bazılarının “siyaset” saydığı pazarlık imkanları bollaşıyor. Elbette bütün bunlara “arka plan”, “büyük resim”, “sağlam gerekçe”, “elverişli matematik” ekleyecek kulisler de hareketlendi. Hiçbir şey yerinden oynamadan, daha kimse bir adım bile kıpırdamadan, “acayip gelişme” ihtimali üzerine sorular sorulmaya başlandı. “Yeni çözüm süreci mi geliyor” başlığı, en pozitif beklentilerden en negatif endişelere geniş bir yelpazede kullanılıyor. Aynı şeylerin defalarca tekrarlanabileceğine, aynı ihtimalin defalarca farklı biçimde istismar edilebileceğine iman tazeleniyor. Bu gelişmenin ilk sonucu hemen alındı zaten: Muhalefet partileri arasında ve içlerindeki beklenti ayrışmasının gündemdeki ağırlığı artıyor.
Herhangi bir şeyi “çözmek” niyetinde olmadığı için başından itibaren yanlış isimlendirilen önceki süreç, pazarlık ve beklenti istismarına dayalı bir karşılıklı “faydalanma” operasyonuydu. Taraflara kaybettirmeye başladığında, masa tekmelenerek devrildi. Herkes olayı meşrebine uygun bir arşiv rafına kaldırdı, şimdi kaldırdığı raftaki etikete göre yeniden konuşuyor. On senedir, bu iktidarın karşısında -üstelik pek de bir şey kazanmadan ödedikleri bedellere rağmen- gayet tutarlı ve kararlı pozisyon alan bir kitleyi, olağan şüpheli sayan yorumlar hemen popülerleşti. Kimi “siyasetin gereği” yumuşatmasıyla, kimi “zaten ne beklenir” kabalığıyla. Yaşananları olmasa bile sadece ihtimali önemsemiş olanları dahi rencide edecek hatırlatmalar yapılıyor. İktidarın bırakır gibi yaptığı dili sahiplenmeye hevesli çıkışlar geliyor.
Dört işlem siyaseti ve elbette bunun “net konuşmak” sayıldığı yorumlar da hemen devreye girdi. Anket hükümranlığının yerine meclis aritmetiği geçecek gibi. CHP’nin Erdoğan’ın tekrar seçilme derdini, onu yenen olma şerefiyle birleştirme hamlesi (2025’ten önce erken seçim), açılmamış teklif zarfı olarak masada bekliyor. Şimdi yeni hesaplamalar gündemde. Son bir yıl içinde muhalefet aktörlerini iktidar üzerindeki baskıyı artırmaktan alıkoyan adımların peş peşe aldığı sonuçları görünce, total bir paketle karşı karşıya olunduğu fikri ağır basıyor. Erdoğan’ın yakınlaşan yenilgi ihtimali şokunu atlatmaktan ziyade, muhtemelen en az bir -belki iki- sene daha “rahat” etmesine yarayacak zamanı sağlamış görünmesi bu yüzden.
Kimsenin dahil olamayacağı bir komplonun içinde değiliz. Farklı aktörler için farklı yöntemlerin kullanıldığı karmaşık bir mühendislik de yok. Vukuuna ihtiyaç duyulmadan şüyu ile idare edilebilen basit bir mekanizma çalışıyor. İmamoğlu’na mahkumiyet kararı çıktığında (2022) Erdoğan’ın beklentisini açık eden, “bu onların iç tartışması” sözü, atılan adımların nasıl devam etmesinin umulduğu ortada. Yasakla yol kesmekten daha verimli bir gündem yaratmak. İşaret dubaları yerleştirildikten sonra, akış kendiliğinden yoluna giriyor. Normalleşme de böyle işledi, “yeni çözüm sürecinden” beklenen de aynısı. Nitekim, her gelişmenin peşine anayasa gündeminin yerleştirilmesi boşuna değil. Sorulunca (söylenince), herkes her şeyin “farkında olduğunu” iddia ediyor ama kimse akışın dışına çıkma cesareti gösteremiyor. Aynı yoldan gidip başka bir yere nasıl varılacak?