Artık aynı mesajları yinelemekten yorulduk. Gerçekten de dünya enerji alanında köklü bir dönüşümden geçiyor. Herkes, gezegenimizin ve gelecekteki nesillerimizin çıkarlarını gözeterek karbon emisyonlarını azaltma çabasının peşinde, fosil yakıtları – petrol, doğal gaz ve kömür – azaltıp yeşil enerjinin payını arttırmaya, enerji verimliliğini iyileştirmeye, yeni teknolojiler geliştirmeye çalışıyor.
Ancak acı gerçek şu ki, fosil yakıtlar hala küresel enerji arzının yüzde 81’ini oluşturuyor. Muazzam bir rakam bu. 20 yıl önce de yüzde 87 idi. Yenilenebilir enerjiye ve teknolojik gelişmelere yönelik yıllık 2,8 trilyon dolara kadar ulaşan küresel yatırımların üçte biri ayrılmasına rağmen, bu görünümü kısa vadede yeşil enerji lehine süratle değiştirmek pek olası görünmüyor.
Dolayısıyla, enerji talebinin dünyanın dört bir yanında sürekli olarak artmaya devam ettiği bir dönemde hem yeşil hem de fosil yakıtları kapsayan dengeli bir strateji geliştirmeliyiz. Maalesef, başka alternatif çözümler de pek görünmüyor. Bakü’de yapılacak COP29 zirvesinden de kimse pek umutlu değil.
Türkiye doğru yolda mı?
Üstelik, Batı dünyasında karbon takıntısı, dünyanın büyük bir kısmında insanların enerji erişimi ve yoksulluk gibi öncelikleri karşısında daha alt sıralarda yer alıyor.
Enerji konusunda dışa bağımlılığı yüksek olan Türkiye, “stratejik” enerji sektöründe önemli adımlar atıyor. Bu sevindirici bir durum.
Lakin, tüm paydaşların eşit muamele görüp görmediği, mevcut modelin uygunluğu, yeterince şeffaf olup olmadığı ve geleceğin küresel eğilimlerinin dikkate alınıp alınmadığı soruları haklı olarak gündeme geliyor.
Türkiye, dış enerji bağımlılığını azaltma, yenilenebilir kaynakları etkin bir şekilde kullanma, nükleer enerjiye geçiş yapma, enerji taşıma ve transmisyon ağlarını geliştirme, yeni keşfedilen petrol ve gaz rezervlerini değerlendirme ve yurtdışında yatırımlar yapma çabalarıyla uluslararası profilini artırıyor. Küresel işbirliği aranılan bir ülke.
Bazı girişimlerin gerçekçiliği ve maliyet etkinliği konusundaki endişeler bulunmasına rağmen, Türkiye’nin enerji güvenliğini, ekonomik büyümesini ve sürdürülebilirlik hedeflerini sağlıklı bir şekilde dengeleyebilmesi, bu alandaki başarısını kritik bir şekilde değerlendirmeyi gerektiriyor.
Nadir toprak elementleri sahnede
Yeni küresel enerji düzeninde lityum, kobalt ve nikel gibi kritik minerallerle birlikte nadir toprak elementleri (NTE), fosil yakıtlar kadar hayati hale gelmiştir. Bu minerallerin işlenmesi, tedarik zinciri güvenliği ve ilgili endişeler, önümüzdeki yıllarda dikkatimizin merkezinde olacaktır.
Türkiye’nin Eskişehir Beylikova’da önemli nadir toprak elementleri rezervleri keşfetmesi, küresel ölçekte büyük bir ilgi uyandırdı. Bağımsız uzmanlar, henüz bu rezervleri resmi raporlarla doğrulamamış olsalar da Türkiye’nin Çin’den sonra en büyük NTE rezervlerine sahip olduğu iddia ediliyor.
Ancak, asıl zorluk bu kaynakların nasıl çıkarılıp işleneceğidir.
Küresel NTE pazarı son derece rekabetçi bir yapıya sahip olup, Çin hem hammadde çıkarımı hem de yüksek teknolojili ürünlere dönüştürme alanında lider konumda. Bu durum dünya çapında endişelere yol açmaktadır.
Türkiye’nin bu alanda başarılı olabilmesi için sadece yatırıma değil, aynı zamanda teknoloji, finansman ve uzmanlığa da ihtiyacı olacaktır. Türkiye, mevcut durumda gerekli altyapıya sahip olmadığından, nadir toprak elementleri pazarında etkili bir oyuncu haline gelmesi yıllar alabilir.
Dolayısıyla, bu keşiflerin hemen ve önemli bir ekonomik katkı sağlayacağına dair iyimser tahminler gerçekçi olmayabilir.
Doğalgaz depolama ne kadar etkili?
Türkiye, enerji güvenliğini artırmak amacıyla doğalgaz depolama projelerine büyük yatırımlar yapmaktadır. Hedef, ülkenin yıllık tüketiminin yüzde 25’ini karşılayacak depolama kapasitesine ulaşmak.
Bu, oldukça iddialı bir hedef; ancak artan doğal gaz talebinin bu kapasitenin zirve dönemlerinde yeterli olup olmayacağı sorgulanıyor.
Ayrıca, bu tür altyapı projeleri uzun vadeli ve önemli yatırımlar gerektirdiğinden, Türkiye, jeopolitik ve ekonomik dalgalanmalardan tam olarak korunamayabilir.
Gabar petrolü ve Karadeniz gazı
Petrolün yüzde 98’ini, doğalgazın ise yüzde 95’ini dışa bağımlı olan bir ülke için, her bir molekül son derece kıymetlidir.
Bu nedenle, Gabar’daki petrol ile Trakya ve Karadeniz’deki gaz keşifleri, enerji bağımsızlığına giden yolda ve cari açığı azaltma çabalarında hayati adımlar olarak görülmelidir.
Gabar’da hedeflenen günlük 100.000 varil petrol üretimi ve Karadeniz gazından beklenen ekonomik katkılar, Türkiye’ye kısa vadeli bir rahatlama sağlayabilir. Ancak, günlük petrol tüketiminin bir milyon varil olarak tahmin edildiği göz önüne alındığında, bu keşiflerin enerji dengelerini temelden değiştirme potansiyeli sınırlıdır.
Karadeniz gazı ve Gabar petrolü gibi keşifler, Türkiye’nin enerji ithalatını bir nebze azaltabilirken, enerji bağımlılığının köklü nedenlerini ortadan kaldırma gücüne sahip değildir. Bu kaynaklar enerji güvenliğine katkıda bulunsa da etkin bir uzun vadeli enerji geçişi için diğer yakıt ve dış kaynaklarla uyumlu, dış gaz kaynaklarına yatırımı da içerecek kapsamlı bir strateji şart.
Yenilenebilir ve nükleer enerji
Türkiye’nin 2053 yılına kadar net sıfır karbon emisyonu hedefine ulaşma çabaları önemli. Yenilenebilir enerjiye yapılan yatırımlar, doğru yolda atılan adımlar olarak görülmekle birlikte, bu yatırımların hızla ölçeklenmesi lojistik ve maliyet zorluklarıyla karşı karşıya kalacaktır.
Yıllık 5.000 megavat yenilenebilir enerji kapasitesinin eklenmesi hedefi oldukça iddialıdır. Ancak bu hedefin gerçekleştirilmesi, etkin bir planlama, yatırım ve koordinasyon gerektirecek. Türkiye’nin enerji karışımı büyük ölçüde fosil yakıtlara bağımlı; bu bağımlılığı hızla azaltmak oldukça zor.
Nükleer enerji, Türkiye’nin enerji stratejisinin önemli bir bileşenini oluşturmaktadır. Ancak, bu projelerin yüksek maliyetleri, güvenlik endişeleri ve kamu direnci, nükleer enerji yatırımlarının hızını kesebilir. Daha birincisini tamamlayamadık ama üç yeni santralden daha söz ediliyor.
Küçük ve orta ölçekli nükleer reaktörlerin pahalı “beyaz fil” projeleri yerine önceliklendirilmesi, bu kaynakların enerji arz güvenliğine katkısını artırabilir.
İddialı ama ne kadar gerçekçi?
Türkiye’nin enerji stratejisi, enerji bağımsızlığı elde etme, küresel arenada rekabetçiliğini artırma, enerji yoksulluğunu giderme ve karbon emisyonlarını azaltma dahil sürdürülebilirliği teşvik etme amacını gütmektedir.
Ancak bu strateji, Türkiye’nin bölgesel ve küresel konumunu güçlendirmeyi amaçlayan dış politika ve güvenlik stratejilerinden de ayrı düşünülemez.
Bu hedeflerin zamanında ve eksiksiz gerçekleştirilmesi, teknolojik, finansal, altyapı ve lojistik zorluklarla dolu karmaşık bir süreç, hatta bazen küresel kısıtlamalarla da olumsuz etkileniyor.
Nadir toprak elementlerinden petrol ve gaz rezervlerine, yenilenebilir enerji ve nükleer yatırımlara kadar birçok sektörde memnuniyet verici önemli ilerlemeler kaydedildi; ancak bu gelişmelerin Türkiye’nin enerji bağımsızlığı ve güvenliği için uzun vadeli çözümler sunup sunamayacağı belirsiz.
Sürdürülebilirlik önemli
Bu nedenle, Türkiye’nin enerji politikasında daha gerçekçi, uzun vadeli ve sürdürülebilir stratejiler geliştirmeye devam etmesi son derece önemli. Enerji bağımsızlığı ve güvenliği, yalnızca keşifler ve yeni projelerle değil; teknolojik ilerleme, uluslararası işbirliği ve ekonomik kaynakların ihtiyatlı yönetimi ile sağlanabilir; bu süreçte özel sektörle birlikte dış politika ve güvenlik stratejilerinin de sinerji oluşturması elzem.
Türkiye için, nispeten az enerji kaynağına sahip bir gelişmekte olan ülke olarak enerji meselesi yalnızca arz ve talep ya da temiz ve kirli enerji ayrımıyla sınırlı bir konu değil; bu, tüm paydaşların dahil olması gereken çok ciddi ulusal güvenlik meselesidir ve de öyle tasarlanmalı, icra edilmelidir.