Yazının sonunda söyleyeceğimi, başta söyleyerek başlayayım: Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde (BMGK) reform yapmak bugün mümkün değil; 2. Dünya Savaşı’nı galiplerinin kurduğu Birleşmiş Milletler düzeni artık işlemese de, 5 daimî üyenin (ABD, İngiltere, Fransa, Rusya, Çin) ellerindeki gücü paylaşmayı kabul etmesi neredeyse imkânsız.
Fakat, özellikle son bir yılda Ortadoğu’da yaşananlar BM düzeninde değişiklik talebinin artık önünde durulamaz hale geldiğini kanıtladı. İsrail’in son bir yıldaki hak-hukuk dinlemez tavrı, Filistin sınırlarını aşıp saldırılarını Lübnan’a, Suriye’ye ve hatta İran’a yayması, düzendeki yenilik taleplerini daha da kuvvetlendiriyor. BM Genel Sekreteri’ni “istenmeyen adam” ilan etmek ise amiyane tabirle, artık bu pervasızlığın üzerine tüy dikmektir. “Her şerde bir hayr vardır” denir ya… İsrail’in bu kadar fütursuz davranmasının belki de hayra alâmet tek tarafı, bu düzenin artık böyle devam edemeyeceğinin dünya âleme bir kez daha hem de acı şekilde kanıtlamış olmasıydı.
Bu hafta, NATO üyeliği ile Rusya’yla “cephe ülkesi” haline gelen Finlandiya’nın Ankara’ya gelen Cumhurbaşkanı Alexander Stubb ile görüştüm. 8,8 milyon nüfus ve kişi başı 45 bin dolar gelir ile dünyanın refah içinde yaşayan “huzurlu” kesimini temsil eden, arabulucu, tarafsız sıfatlarını taşımakla övünen Finlandiya’nın Cumhurbaşkanı da, bu düzenin böyle devam etmeyeceğini söylüyor.
Finlandiya’nın reform önerisi
BM reformu, malûm Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın yıllardır gündeme taşıdığı bir konu. Stubb-Erdoğan görüşmesinde de bu konu konuşuldu. Finlandiya’nın reform talebinin üç temel ayağı var:
BM Güvenlik Konseyi’nde kıta temsiline göre daimî üye sayısı 5’ten 10’a çıkarılsın, geçici üye sayısı da 15’ten 10’a indirilsin. Üyelerin veto hakkı, BM sözleşmelerine aykırı kararlar alması halinde askıya alınabilsin.
Önerinin en can alıcı kısmı, vetoyla ilgili olanı. Stubb “3 önerimden biri kabul edilse bile kötü olmaz” diyor. Hiç kuşku yok ki Stubb saf değil, “veto hakkının askıya alınabilmesinin” gerçekçi olmadığını o da biliyor, ama ekliyor:
“Bunu birinin öne sürmesi gerekiyor, veto hakkının askıya alınması gerekliliği çok net bir konu olmalı.”
Geçmiş teklifler
Bu teklif önemli, zira bugüne kadarki öneriler ya “hak bâki kalsın” ya da “kaldırılsın” şeklindeydi. Veto meselesini iyi hesap etmenin önemi de şu: Düşünün ki, bir odada elinde silahı olan 5 kişi var. Bir reformla elinde silahı olan kişi sayısı 10’a ya da 15’e çıkıyor. Dolayısıyla zor bir konu, ama yine de ortaya atılan uzlaşma formülleri var.
Mesela Türkiye, daimî üyelik sayısının artırılmasını, veto yetkisinin kaldırılmasını ve BM Genel Kurulu’nun güçlendirilmesini öneriyor. Arap Birliği de BM’de veto hakkına karşı çıkıyor. Almanya, Brezilya, Hindistan, Japonya’nın oluşturduğu G4 ülkeleri, 2005 yılı reform taslağında, Güvenlik Konseyi’ne üye sayısının kıta temsiline göre artmasını istedi. Ayrıca veto hakkının tartışılmasını, reform yürürlüğe girdikten 15 yıl sonrasına da bırakılmasını teklif ettiler. Afrika Birliği, “Veto hakkı kaldırılsın, kaldırılmayacaksa yeni daimî üyelere de hemen bu hak verilsin” diyor. Çin ve Rusya’nınsa veto hakkından vazgeçmeye hiç niyetleri yok. Bu iki ülke Güvenlik Konseyi’ndeki Batı çoğunluğundan rahatsız. Bu sebeple, ‘kıtalara dönük temsiliyet artırılarak’ sınırlı bir reform istiyor.
Muhtemel bir reformun hayata geçebilmesi için BM Genel Kurulu’nda üçte iki çoğunluk bile yetmiyor, daimî üyelerin mutabakatı gerekiyor. Özetle süreç zor ama İsrail’in fütursuzluğu devam ederse, dünya hızla bu noktaya gelecek. Belki 5, 10 yılı alacak ama mutlaka gelecek.