İsrail, İran’da nükleer tesisleri vurur mu; “Sırada Türkiye var” iddiası ciddi mi?

Hamas’ın 7 Ekim’de Gazze duvarlarını aşarak gerçekleştirdiği kanlı eylemler ve buna karşı İsrail’in başlattığı toplu cezalandırma operasyonları birinci yılını dolduruyor. Kriz Gazze’nin boyutlarını çoktan aştı. Artık büyük Orta Doğu Savaşı’nın ayak sesleri duyuluyor.

Hamas’ın 7 Ekim’deki saldırıları İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’ya ve aşırı sağ koalisyon ortaklarına İsrail’i Filistinlilerden arındırmak için bulunmaz bir fırsat sundu. Adım adım uygulamaya konulan bu plan şu anda son aşamasına ulaşmak üzere. Bundan sonraki hedef Lübnan’ın güneyinde tampon bir bölge yaratmak ve İran’ı bir savaşa zorlayarak nükleer tesislerini yok etmek. Bu planlar da işliyor.

Hamas, Filistin halkına büyük zarar verdi

Gazze halkı, Hamas’ın 7 Ekim gafletinin bedelini misli ile ödemeye devam ediyor. Gazze halkının kaderi İsrail’in insafına terk edilmiş durumda. Ancak sadece masum halk kitleleri değil; sivilleri kendilerine siper eden Hamas kadroları da ağır faturalar ödüyorlar. Örgütün yeni lideri Yahya Sinvar’ın dahi hayatta olup olmadığı bilinmiyor. Sinvar muhtemelen aylardır saklandığı derin tünellerin birinde öldü. Sinvar’ın etkisi altında bir intihar kültüne dönüşen Hamas artık Filistin halkının sırtında bir yük haline geldi.  

Hamas’ın Gazze’deki sivilleri düşünmeden giriştiği hesapsız çılgınlık Batı Şeria’yı da olumsuz etkiledi. Batı Şeria halkı silahlı yerleşimcilerin ve İsrail güvenlik birimlerinin artan saldırganlıkları karşısında iyice örselendiler, önemli toprak kayıplarına uğradılar. Mahmud Abbas başkanlığındaki Filistin yönetimi bu saldırılar karşısında aczini sergilemekten başka bir şey yapamıyor. Artık Filistin halkının ne Gazze’de ne de Batı Şeria’da güvenebileceği bir liderliği bulunuyor. Bu yüzden Netanyahu’nun eli Filistinlileri vatanlarından sürmek için her zamankinden daha güçlü.

Sırada Lübnan ve İran var

Netanyahu’nun Filistinliler konusundaki hedeflerine iyice yaklaşmasından sonra gözlerini Lübnan’a ve İran’a çevirmesi doğaldı. Gazze krizi öncesinde de İsrail için büyük bir baş ağrısı teşkil eden Hizbullah, krizin ortaya çıkmasından sonra Hamas’la dayanışma maksadıyla Kuzey İsrail’i kısıtlı füze atışları ile sürekli taciz ediyor ancak sıcak bir çatışmanın içine girmekten kaçınıyordu. Hizbullah’ın füze atışları nedeniyle İsrail, Lübnan sınırında yaşayan 60 bin kişiyi güneyde nispeten daha güvenli bölgelere tahliye etmek zorunda kalmıştı.

İsrail’in bölgedeki en büyük düşmanı olan İran ise Gazze krizinin başlamasından bu yana kendisi bulaşmadan “direniş ekseni” örgütleri aracılığıyla İsrail’e zarar vermeye çalışıyordu. Örneğin Yemen’deki Husiler sık sık İsrail’e füze atışı yapıyorlardı. İsrail son olarak Husi bölgesinden gelen balistik füze saldırısına karşı Hudeyde liman kentini ağır şekilde bombalayarak ne kadar uzakta olursa olsun düşmana ulaşabileceğini kanıtladı. Bu aynı zamanda İran’a bir uyarı sayılmalı.

Netanyahu, Gazze krizinin yarattığı karşıtlıklardan faydalanarak Hizbullah’ı Güney Lübnan’dan sürmek, İran’ı ise İsrail’e zarar veremeyecek şekilde hırpalamak istiyor. Bu iki odaktan İsrail’e öteden beri tehdit gelmesi Netanyahu’nun içeride elini güçlendiriyor. İsrail kamuoyunda Gazze operasyonları konusunda hatrı sayılır bir muhalefet varken, aynı şey Hizbullah ve İran konusunda geçerli değil.

Beyrut’ta Hizbullah’ın iki nolu lideri Fuad Şükür’ün öldürülmesi ve iki bin civarındaki orta dereceli Hizbullah savaşçısının çağrı cihazı saldırıları ile tesirsiz hale getirilmesi ile Lübnan cephesi açılmıştı. Hizbullah lideri Hasan Nasrallah’ın öldürülmesi ile Lübnan’da kara harekâtı için gerekli zemin oluşturuldu. Bundan sonrası İsrail ordusunun 2000’li yıllarda başaramadığını bu kez başarmasına bağlı. İsrail bu kez Litani nehrine kadar ilerleyebilirse bu bölgeden kolay kolay çıkmayacak.

İran ise Hamas Siyasi Büro lideri İsmail Haniye suikastinden sonra büründüğü sessizliğini daha fazla sürdüremeyerek 1 Ekim’de dinî lider Ali Hamaney’in emri ile İsrail’e füze saldırısında bulundu. İran’ın 1 Ekim’deki füze saldırıları hem siyasi anlayış hem kullanılan sistemlerin niteliği ve hedefleri bakımından nisan ayındaki füze saldırılardan önemli farklar içeriyordu. Nisan ayındaki füze saldırıları, Şam’daki İran diplomatik misyonuna karşı yapılan saldırıya karşı misilleme olarak gerçekleştirilmişti. İran, nisan füze saldırısını hem ABD’ye önceden haber vererek hem de düşük teknolojik silahlar kullanarak İsrail’e gerekli tedbirleri alacak zamanı tanımıştı. Buna karşılık nisan saldırısından sonra İsrail de ABD’nin teklinlerini dinleyerek herhangi bir misillemede bulunmamıştı. Ta ki İsmail Haniye suikastine kadar…

İsmail Haniye

İsmail Haniye suikastinden sonra ABD, Gazze’de ateşkes sağlanacağı vaadiyle İran’ı iki ay kadar durdurabildi. Ateşkese şans tanımayan Netanyahu oldu. Netanyahu, Birleşmiş Milletler (BM) konuşmasında İsrail’in hedeflerini gerçekleştirene kadar durmayacağını vurgulayarak, ateşkes istemediğini iyice açığa vurdu. Nasrallah suikasti İran’ın sabrını taşıran son damla oldu. İran Ali Hamaney’in verdiği emirle İsrail’i balistik ve hipersonik füzelerle vurmaya çalıştı. Söz konusu füzeler İran’la İsrail arasındaki 2 bin kilometrelik mesafeyi ortalama on dakika içinde alabiliyorlar. İran geçen seferden farklı olarak bu kez başta askerî tesisler ve büyük kentler olmak üzere tüm İsrail topraklarını hedef aldı. İsrail kaynakları, İran füzelerinin çoğunun havada imha edildiğini, çok azının Demir Kubbe hava savunma sistemini geçebildiğini iddia ederken, İran atılan füzelerin çoğunun hedeflerini bulduğunu iddia ediyor.

Hedefte İran’ın nükleer tesisleri ve mollalar rejimi var

Nisan saldırısında olduğu gibi İran füzelerinin havada vurulmasında İsrail’e destek olan ABD’nin tepkisi bu kez farklı oldu. Başta Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan olmak üzere ABD temsilcileri İran’ın gerçekleştirdiği saldırının sonuçlarına katlanmak zorunda olduğunu belirterek İsrail misillemesine yeşil ışık yaktılar. Netanyahu ise lafı hiç dolandırmadı. İran’ın büyük bir hata yaptığını, İsrail’in mukabelesinin çok şiddetli olacağını söyleyerek İran’ı tehdit etti. Netanyahu, İran halkına da dönerek mollalar rejiminden kurtuluşun beklenenden çok daha yakın olduğunu iddia etti. Bu aşamadan sonra İsrail’in İran’a çok şiddetli bir saldırıda bulunması sadece zaman meselesi.

Bu satırların yazarı öteden beri İsrail’in İran’ı, nükleer silah sahibi olmasını engellemek için bir savaşa zorlamaya çalıştığını savunuyor. İsrail’in İran endişesi boş bir endişe değil. Dünya üzerinde gizli amaçlarla sivil nükleer program başlatan her ülke nükleer silah sahibi olabildi. İran’ın da günün birinde tâbi olduğu tüm yaptırımlara ve denetimlere rağmen nükleer silah sahibi olacağı kesin bir gerçektir. Nükleer silahlar, ideolojik saplantı ve despotik yönetim tarzı son derece tehlikeli bir kombinasyon olarak karşılanmalıdır. Bunun en çarpıcı örneği Kuzey Kore’dir. İsrail bu yüzden çok gecikmeden İran’ın tesislerini vurmak istiyor. 

İsrail’in saldırılarından kesin sonuç alıp almayacağı başka bir konu. Ama İran’ın nükleer kabiliyeti tümüyle elinden alınamasa da büyük bir zarar göreceği açık. İsrail’in muhtemel diğer hedefleri arasında füze rampaları, petrol tesisleri, enerji alt yapısı ve limanlar da olacak. İran, İsrail saldırılarını durduramaz ve ekonomisi bundan büyük hasar alırsa mollalar rejimi içerideki muhalefetin de harekete geçmesiyle pek âlâ son bulabilir. Böyle sonuç aynı zamanda Orta Doğu’da İran nüfuzunun da sona ermesi anlamına gelir.

İsrail bir yandan Lübnan’da kara harekâtına girişirken bir yandan da İran’a karşı hava harekâtı başlatarak büyük risk alacak. İran Hava Kuvvetleri, İsrail’in uçaklarını durdurabilecek nitelikte değil. İran’ın İsrail balistik füzelerini havada durdurabileceği de çok şüpheli. İsrail yanında ABD, İngiltere ve diğer batılı ülkelerin olmasından cesaret alıyor. Ukrayna’da zor duruma düşen Rusya’nın ise İsrail’e etkili bir tepki göstereceği sanılmamalı. Aksine İran’ın Orta Doğu’daki etkisinin yok olması Suriye’deki çıkarları bakımından Rusya’nın işine dahi yarayabilir. Nükleer silahlardan arınmış, bölgede nüfuzu kırılmış bir İran, Türkiye’nin de çıkarlarına uygundur. Çin ise Orta Doğu konusunda ABD ile çatışmak istemez. Çin’in Orta Doğu’daki ekonomik çıkarları etkilenmediği sürece Çin bu bölgede risk almak istemeyecektir. Arap dünyası içinse İran’daki mollalar rejiminin zaafa uğraması ancak memnuniyetle karşılanacak bir gelişme olabilir. Toz duman yatıştıktan sonra Araplar, İsrail ile uzlaşma sürecine kaldıkları yerden devam etmeye çalışacaklardır.

Bugün Orta Doğu olarak adlandırılan bölgede İran en son Pers İmparatorluğu döneminde etkiliydi. Büyük İskender, 2 bin 300 yıl kadar önce bugünkü Erbil yakınlarındaki Gaugamela’da (Arabela) 3. Darius’u yenerek Pers İmparatorluğu’na son vermişti. Netanyahu’nun İran’daki mollalar rejimine vuracağı darbeler onu elbette İskender konumuna getirmez. Ama Orta Doğu’da İran nüfuzuna son veren siyasetçi konumuna gelebilir. Ancak Netanyahu’nun kaderi yine de ilk seçimlerde İsrailli seçmenin elinde olacak.

“Sırada Türkiye var" iddiası ciddi değil

İsrail’in İran’ın işini bitirdikten sonra Anadolu’da hâkimiyet elde etmeye çalışacağı iddiası ise ciddiye alınabilecek gibi değil. Bu tür fantastik düşünceler ancak kahve sohbetlerinde dikkat çekmek için ortaya atılabilir. Cumhurbaşkanı tarafından daha önce bu konuda bir endişe ifade edilmemişken TBMM’nin açılışında apansız ortaya atılması çok yadırgatıcı olmuştur. Türkiye’nin İsrail ile AKP hükûmetleri döneminde sorunlar yaşadığı doğrudur. Ama hiçbir zaman İsrail’den bir tehdit algılaması içinde olduğumuzu hatırlamıyorum. Olsaydık bir zamanlar İsrail uçaklarına Konya ovası üzerinde eğitim imkânı tanımaz, GAP bölgesinde tarım yaptırmazdık. İsrail’le hâlâ süren ticaretimiz de bu iddiayı boşa çıkarıyor. 

İsrail, bunca güvenlik sorunu varken bölgenin en güçlü ülkesi olan NATO üyesi Türkiye’ye niye saldırsın? Türkiye, İsrail’i tehdit kaynağı olarak NATO’ya bildirmiş midir? İsrail’den tehdit algılıyorsak NATO Kürecik Radarı’ndan bu ülke niye yararlandırılıyor? İsrail, NATO’nun ortak üyesi olurken niye engellemedik? Bu sorular uzar gider. 

Ne TBMM kürsüsü bir siyasi miting kürsüsüdür ne de TBMM bir miting alanıdır.

1954 yılında İstanbul’da doğdu.