10 gün önceki yazım (22 eylül)ın başlığı “İsrail neyi göze alıyor?” şeklinde idi. Netanyahu Tevrat kaynaklı “Nil’den Fırat’a” hedefine atıfta bulunmuştu. Nil’den Fırat’a Mısır’dan Türkiye’ye uzanan geniş bir coğrafyayı ele geçirme iddiasıydı. Bunu mu hedefliyordu İsrail, en azından Netanyahu gibi bir adam?
“Nil’den Fırat’a” ideali, Türkiye’de islâmî muhitlerde Siyonist hedef olarak kayda geçti, hep gündemde tutuldu. Rahmetli Erbakan Hoca’nın da çok seslendirdiği bir “tehlike” idi bu.
Gazze faciası yılı dolduruyor. Ona Lübnan eklendi. Belli ki İsrail İran ile de hesaplaşacak.
Ama bu arada biz de, “İsrail ve dolayısıyla Netanyahu ile normalleşme”nin kıyısından dönüp, en tepeden, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın seslendirmesi ile “İsrail’in hedefinin Türkiye olduğu” ilanına geldik.
Salı günkü yazım “Şimdi sıra kimde?” başlığını taşıyordu. O soru, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın “İsrail’in bir yıl sonraki gündemi ne olacak?” sorusu üzerine ortaya çıkmıştı. Aslında orada da “Türkiye mi?” kaygısı vardı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Cumhur İttifakı ortağı Devlet Bahçeli hiçbir şeyin örtülü kalmasını istemiyor olmalılar ki “İsrail’in Türkiye’yi hedef aldığı”nı apaçık bir dil ile dünyaya ilan ettiler.
Salı günkü yazımda özellikle muhalefeti sorguladım. Şu satırları hatırlayalım:
“Türkiye muhalefeti henüz Gazze’den başlayıp Lübnan’a Hizbullah’a uzanan İsrail saldırılarının Türkiye ile ilişkisi üzerine bir şey söylemiş değil.
“Netanyahu’nun “Tevrat kaynaklı” hedefleri seslendiren sözlerinin Türkiye ile ilişkisi üzerine ya da bölge ile ilişkisi üzerine de bir şey duyulmadı mesela ana muhalefet partisinden… Ana muhalefet mesela “Nil’den Fırat’a” stratejisinin hiçbir anlam taşımadığı düşüncesinde midir?”
O yazı şu ifadelerle bitiyordu:
“Belki de Cumhurbaşkanı Erdoğan, ana muhalefet lideri başta olmak üzere siyasi parti liderlerini Beştepe’de bir araya getirmeli ve “Tehlikenin hangi boyutta olduğuna ve Türkiye’nin buna karşılık nasıl bir hazırlık yaptığı”na dair bilgilendirmeli, istişare etmeli.“
Hele şükür, diyelim.
CHP Lideri Özgür Özel Meclis resepsiyonunda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Meclis kürsüsünde “İsrail Türkiye’ye gözünü dikti” açıklamasından söz ederek “Acilen kapalı oturum yapılmalı. Ne duruyoruz Meclis’i bilgilendirmek için? Bu çatının altında bu laf bu kadarla bırakılamaz” demiş.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, ortağı Bahçeli’nin, Dışişleri Bakanı Fidan’ın “İsrail’in Türkiye’yi hedef aldığı” yönündeki sözlerini yeterince tartıştığımız kanaatinde değilim.
Dün sabah bir grup dostla konuşurken “Bu sözü nasıl karşılıyorsunuz?” diye sordum. “Netanyahu ‘Nil’den Fırat’a’ diyor. ‘Bu coğrafyada haritalar değişecek’ diyor. Cumhurbaşkanı da bu sözlerden yola çıkarak o sözleri söylüyor. İsrail’in nihai planda Türkiye’ye saldıracağına inanıyor musunuz? Sonra Cumhurbaşkanının bunu halkla paylaşmasına nasıl bakıyorsunuz? ”
Bazısı “Nasıl olacak o?” diye karşılık verdi. Ona göre İsrail’in bütün bu coğrafyayı işgal ederek Türkiye’ye uzanması mümkün değildi. İsrail Türkiye’den çekinirdi. Ayrıca tüm dünyadaki nüfusu ne kadardı ki.
Bazısı, bunun bir “iç politika hamlesi” olduğunu söyledi. Erdoğan’ın siyaseten zorda olduğunu, böyle bir temanın ise Türkiye’de alıcı bulabileceğini ifade etti. Erdoğan’a yönelik sorgulayıcı yaklaşımda idi.
Ben, “Böyle bir tehlike olsa bile bunu halk ile paylaşmanın sürecin yönetimi açısından doğru olup olmadığını” sordum. “Bu sözlerle halk savaşa mı hazırlanıyor, bu sözler mesela İsrail’i destekleyen ABD – İngiltere – Almanya gibi ülkeler için ne anlam taşıyor? Bu sözler NATO’da bir karşılık bulur mu? Bu sözlerin İsrail’deki karşılığı ne olur?” gibi sorular sordum.
“Erdoğan’ın seçim söylemi” görüşünde olan dostum düşüncesinde ısrar ediyordu.
Bazısı “NATO içindeyiz, İsrail Türkiye’ye nasıl saldırır?” gibi bir soru soruyordu.
Ekonominin çarkları altında ezilen geniş halk kitlelerinin, özellikle bu yüzden Erdoğan iktidarına mesafe koyup, henüz yönünü belirlememiş “kararsız” kitlelerin “İsrail Türkiye’yi tehdit ediyor” söylemine nasıl yaklaştığını bilmiyorum. Bu “tehdit algısı” onları yeniden eski mecrasına döndürür mü, bu mümkün. Oradan bakıldığında “seçim söylemi” değerlendirmesi pek yabana atılır gözükmüyor. Siyasetçi dara düşerse ne yapmaz ki, duygusunu bu ülkede pek çok insanın paylaştığı da bilinir.
Muhalefetin rolü bu açıdan önemli. Muhalefet halk adına meseleyi anlar, neresi zora giren iktidarın kendini kurtarma hesabı ile ilgilidir, neresi beka sorunudur, bunu halkla paylaşır.
Yazıyı şunu yazarak bitireyim: Ben iktidarın “İsrail’in Türkiye’yi hedef aldığı” kanaatini uluorta seslendirmesinin makul bir izahını yapamıyorum. Böyle bir tehdidi önemsemediğim, ya da inandırıcı bulmadığım için değil, bir tehlike varsa, asıl yapılması gereken onu karşılamak için hazırlık yapmaktır, böyle bir şey karşı taraftan ifade edilmişse “Aklından bile geçirme” diyebilecek bir özgüvene sahip olmaktır, diye düşündüğüm için. “Beka sorunu var, bizi destekleyin” söylemine doğru gidecek bir dil, en önce halkta siyasi istismar kaygısı uyandıracaktır.