Bölge savaş döngüsüne kilitlenirken

İSRAİL’in önce Lübnan’da Hizbullah örgütüne çağrı cihazlarını patlatarak vurduğu ağır darbe, ardından lideri Hasan Nasrallah’ı Beyrut’ta yeraltındaki korumalı sığınağında öldürmesi, ayrıca örgütün birçok üst kademe yöneticisini ortadan kaldırması; bu hareketlere İran’ın İsrail’e balistik füzelerle saldırarak karşılık vermesiyle birlikte, bulunduğumuz bölge şiddetli bir savaş döngüsüne kilitlenmiştir.

Aktardığımız olayların yalnızca son iki hafta içinde yaşandığını, geçen ekim ayında başlamış olan ve önemli bir bölümü sivil olmak üzere 40 binden fazla insanın öldüğü Gazze’deki savaşın birinci yıldönümünü doldurmakta olduğunu, bu süreçte İsrail’in Hamas’ın siyasi büro şefi İsmail Haniye’yi geçen temmuz ayında Tahran’da öldürdüğünü de fotoğrafın bütününü görmek açısından hatırlamalıyız.

Sel sularının her şeyi önüne katıp ilerlemesi gibi, girilen savaş döngüsü de İsrail, Lübnan, Hamas, Hizbullah ve İran’ın yer aldıkları çoklu bir çatışma ekseni üzerinde herhangi bir kontrol olmaksızın kendi belirleyiciliği içinde artan bir ivmeyle yol almaktadır.

Bu savaş sarmalının bölgeyi nereye sürükleyeceğini bu aşamada öngöremiyoruz.

*

Karşımızdaki tabloyu değerlendirirken vurgulamamız gereken bir nokta, savaşın ABD’deki Biden yönetiminin seçim öncesi dönemde tam bir acz içinde olduğunu göstermesidir.

ABD Yönetimi’nin ateşkesi sağlayamadığı gibi, savaşın yayılmasını, örneğin Gazze’den Lübnan’a sıçramasını önlemeye, aynı zamanda İsrail ile İran arasında bir çatışmaya dönüşmesini caydırmaya dönük bütün çabaları nafile kalmıştır.

ABD açısından düşündürücü olan, kendisine atfedilen gücün krizi baskılamaya yetmediğinin anlaşılması değildir tek başına. Bir yandan savaşı dizginlemeye çalışırken, diğer yandan kendisi de sıkça İsrail’in yanında taraf konuma geçmek gibi bir çelişkinin içindedir.

Örneğin İran’ın salı günkü hava saldırısında, ABD, bölgedeki savaş gemilerinden ateşlediği hava savunma füzeleri ile fiilen İsrail’in yanında yer almıştır. Bu yönüyle yaşanan çatışma, gelinen noktada İran ile İsrail-ABD ikilisi arasında bir boyut kazanmıştır.

Aynı ABD, İsrail’i Hamas’a yönelen saldırılarında sivilleri gözeten ayrımcı bir şekilde davranmasını isterken, diğer yandan İsrail’e 20 milyar dolara yaklaşan silah satışı paketini Kongre’den geçirerek Başbakan Binyamin Netanyahu’nun sivilleri, çocukları da hedef alan katliam stratejisini teşvik eden bir duruma düşmektedir. Daha açıkçası, bu katliamlarda suç ortaklığına girmektedir.

Neresinden bakılırsa bakılsın, ABD açısından çelişkilerle kaplı son derece problemli bir durum söz konusudur.

*

Savaşın girdiği tırmanmada şu an uluslararası alanda yanıtı aranan en kritik soru, İsrail’in İran’ın hava saldırısına vereceği karşılığın nereye kadar gideceğidir. İsrail, bu durumu bir altın fırsat olarak değerlendirerek, İran’ın atom bombası elde etmeye dönük programının altyapısını tümüyle ortadan kaldırmaya gidebilir mi?

İran’ın şu ana kadar aldığı ve bundan sonra alması da muhtemel darbelerin ardından, İsrail ile stratejik denkliği kurmak amacıyla nükleer güç elde etme çalışmalarına hız vereceği yolundaki yaygın beklentiler var. İsrail, bölgedeki ezeli hasmını böyle bir yetenek kazanmaktan alıkoymak için pekala her şeyi göze alabilir. 

Netanyahu bu yola gittiği takdirde, muhtemelen Batı dünyasının azımsanmayacak bir kesiminin dışarı pek göstermeseler de, kendisini alkışlayacağını hesaplamaktadır. Zaten daha şimdiden ABD basınında İran’a bu darbenin artık indirilmesi zamanının geldiğini savunan çıkışlara rastlanıyor.

ABD’de 5 Kasım’da yapılacak başkanlık seçiminde Trump’ın seçilmesi halinde, Netanyahu bu konuda elini iyice serbest hissedebilir. Bu arada, zaten seçimden önce de bu yönde bazı hamlelere kalkışması şaşırtıcı olmaz.

Hizbullah’a indirilen darbelerle özgüveni artmış olan Netanyahu’nun bundan sonra daha da pervasız bir çizgiye kayması şaşırtıcı olmamalıdır.

*

Bu noktada İsrail’in Hizbullah’a düzenlediği operasyonlar karşısında uluslararası alanda sergilenen tepkilerin, Hamas’a saldırılarına gösterilen tepkilere kıyasla daha düşük bir eşikte kalması dikkat çekicidir.

Batı dünyasında birçok ülkenin Hizbullah’ı terörist kategorisinde görmesi burada önemli bir faktördür. Bunun yanı sıra Arap dünyasında Şii İran’ın ön saftaki bir temsilcisi olarak kabul edildiği için Hizbullah’a uzak duran ülkelerin sayısı hiç de az değildir.

Savaşın seyri Hizbullah’ın hamisi durumundaki İran açısından azımsanmayacak bir zemin kaybına yol açıyor. Bir kere, başkentinde Hamas liderlerinden Haniye’nin İsrail tarafından öldürülmesi İran tarafından hazmedilmesi kolay bir hadise değildir. Bunu, Lübnan’daki vekili Hizbullah’ın birbiri ardına aldığı darbeler izlemiştir.

Evet, bu hafta düzenlediği balistik füze saldırısıyla İsrail’i neredeyse 2 bin kilometre uzaktan vurabileceğini göstermiştir. Bu yeteneğinin sergilenmiş olması ve ortaya çıkan görüntüler İran bakımından etkileyicidir. Ancak kabul edelim ki, füzelerin büyük bir bölümü de İsrail ve ABD hava savunma sistemleri tarafından önlenmiştir. Bu savunma barajını aşan füzelerin İsrail’e verdiği tahribat da sınırlı kalmıştır.

Üstelik, İsrail’in bu saldırıya karşı misilleme olarak İran’a yanıtını şu an için bilemiyoruz.

Sonuçta düzenlediği balistik füze saldırısına rağmen, İran’ın öncesinde aldığı darbeler sonucu kendisini içinde bulduğu sıkışmışlığa nasıl bir karşılık vereceği bu aşamada bir büyük soru işaretidir.

Her halükârda önümüzdeki dönemde İsrail ile İran arasında muhtemelen karşılıklı olarak birbirlerine zarar vermeye dönük her türlü yöntemi devreye sokacakları uzun sürecek bir savaş haline hazırlıklı olmamız gerekiyor.

*

Öte yandan, İsrail ordusunun Lübnan’a karadan girmesinden sonra bu ülkenin güneyindeki Hizbullah ile İsrail arasındaki çatışmalar da savaşın yeni bir cephesini şimdiden açmıştır.

Hizbullah’ın lider kadrolarının çok ağır darbeler almasına karşılık, örgütün her şeye rağmen kuvvetli bir askeri gücünün bulunduğu, ayrıca gerilla savaşında pekala belli bir tecrübeye sahip olduğu bu cepheyle ilgili değerlendirmelerde hesaba katılmalıdır.

Bu arada, İsrail’in Lübnan’ın güneyine hava bombardımanı ve başlayan kara harekâtı üzerine yerinden olup kuzeye doğru yönelen Şii unsurlar ile ülkedeki farklı gruplar arasında bir iç savaş ortamının tetiklenmesi, yapılan yorumlarda sıkça endişe ifade edilen ihtimallerden biridir. Yakın tarihte uzun bir iç savaşa sahne olan Lübnan’ı yeniden çok sıkıntılı günlerin beklediğini görüyoruz.

Türkiye’nin de bitişik bulunduğu bölge çok büyük bir savaş sarmalının içinde hızla savrulmaktadır. Ne yazık ki barış çağrıları, savaşın her bir taraftan yükselen uğultusunda kaybolup gitmektedir.