Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın 1 Ekim Meclis açılışında İsrail’in gözünü Anadolu’ya diktiğini söylemesinden yaklaşık bir saat sonra Amerikan haber siteleri istihbarat kaynaklarına dayanarak İran’ın “birkaç saat içinde” İsrail’e bir füze saldırısı başlatacağını bildirmeye başladı. Haberlerde İran füzelerinin tipleri, yaklaşık sayıları, İsrail’deki muhtemel hedefleri ve İsrail’in buna yanıt olarak İran’ın nükleer santralleri dahil hangi hedeflerini vuracağı ayrıntıları da vardı.
İran’ın füze saldırısının arka planı ve ayrıntılarından önce Erdoğan’ın İsrail’i Türkiye’ye tehdit olarak göstermesi konusuna değinmek gerekiyor. Hem Türkiye’yi doğrudan ilgilendiriyor hem de diğer konuyla bağlantılı.
Aslında Cumhurbaşkanının TBMM çatısı altında İsrail’in hedefleri arasında Türkiye’nin de bulunduğunu beyanının benzerini 30 Eylül’deki basın toplantısında TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş da yapmıştı. Buradan, Türk devletinin elinde bu yönde bir bilgi olup belki de MİT tarafından üst makamlarla iletildiği doğrultusunda akıl yürütmek de mümkün.
Vadedilmiş topraklar iddiası
Gerek Erdoğan gerekse Kurtulmuş, İsrail’in Tevrat’taki “Vadedilmiş topraklar” bahsiyle ilişkilendiriyor. Buna göre İsrail’in amacı Nil nehrinden Fırat nehrine kadar olan bölgede, ki Ürdün ve Lübnan’ın tamamıyla, Mısır’ın Sina dahil kuzey doğusu, Suriye’nin Batısı ve Türkiye’nin de güney topraklarından bir kısmında bir “Büyük İsrail” kurmaktır. Meclis açılış töreninde Kurtulmuş’un diplomatik temsilcilere bakarak, İngilizcesiyle İsrail’in bu “messianic-mesihci” iddiasından, Erdoğan’ın İsrail’in “dinî fanatizminden” söz etmesi de tehdidin Binyamin Netanyahu hükümetinin Yahudi şeriatına dayanan, teopolitik stratejisine atıfta bulunuyor.
Buna dair askeri-siyasi istihbaratın ne olduğunu şu aşamada bilemiyoruz ama Lübnan’a kara harekâtının başlamasından hemen önceki bir gelişme bu niyetin İsrail hükümet çevrelerinde bulunduğuna işaret ediyordu. Netanyahu hükümetine yakınlığıyla bilinen The Jerusalem Post gazetesinde 25 Eylül’de “Lübnan, İsrail’in vadedilmiş topraklarının bir parçası mıdır?” makalesine gelen uluslararası tepkiler sonucu gazete yayını sitesinden kaldırdı.
Ankara’daki vadedilmiş topraklar söyleminin devletin en üst yetkililerinde dile getirilmesi de son birkaç gündür başladı.
Türkiye İsrail’le korkutulamaz
Ancak Türkiye Cumhurbaşkanı ve Meclis Başkanının bu çıkışkları adeta Türkiye, İsrail’in tehdidi altındaymış ve İsrail sanki korkulması gereken bir güçmüş algısına yol açacak şekilde dile getirmesi, dile getirmeleri değil, getirme şekilleri sorunlu.
Birincisi, İsrail’in Türkiye’ye saldırmaya cesaret edeceği uyarısının kamuoyu tarafından inandırıcılığı kuşkulu. Bugün manşetlerde Cumhurbaşkanına atfen yer alsa da kalıcı olması zor. İran’ın elindeki en kısa menzilli füze tipi dahi Türkiye’ye tehdit oluşturmuyor mu örneğin?
İkincisi, Türkiye örneğin İsrail’e karşı Lübnan’a asker göndermeyi mi düşünüyor? Neyse ki öyle bir işaret yok. Türkiye’nin etkisindeki Suriyeli milisler Sünni radikallerden oluşuyor. Lübnan’da Şii Hizbullah’ı savunmak için İsrail’le savaşmaya “gönüllü” olacaklarına Suriye’de Hizbullah ve Devrim Muhafızlarına karşı savaşmayı tercih edebilirler.
Üçüncüsü, Erdoğan kimi, kime şikâyet ediyor? Arzuhal ABD’ye midir?
Dün Erdoğan’ı izlerken bir başka 1 Ekim konuşmasını, Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in 1 Ekim 1998’de Suriye’yi PKK lideri Abdullah Öcalan’ı barındırmayı sürdürmesi etmesi halinde savaşla tehdit ettiği konuşmasını anımsadım. Sonuç alan bir çıkış olmuştu. Öcalan önce Suriye’den çıkarılmıştı, sonra yakalanmıştı.
O sırada İran’da
Ankara’da, Meclis’te bu konuşmalar yapılırken ve diplomatlar başkentlerine geçecekleri rapor için harıl harıl not alırlarken, Tahran’da İsrail’e füze saldırısının son hazırlıkları tamamlanıyordu.
Oysa İran’ın füze saldırısı yapacağı internet sitelerine düşmek üzereydi ve saldırının bertaraf edileme ihtimalinin yüksekliği dini lideri Ali Hamaney’in kararını değiştirmiyordu.
Ya İsrail ve ABD istihbaratı İran’ın kılcal damarlarına kadar sızmış, stratejik askeri istihbaratı anında alır hale gelmişti ya da İran -tıpkı Nisan ayındaki füze saldırısı gibi bunu da rakibe sızdırmış önlem almasına zaman vermek ve aslında İran halkı ve çaresiz Filistinlilere Siyonistlerden intikam alındığı propagandası için kullanmak istiyordu.
Aksi halde, saldırının haber alındığını duyan İran yönetiminin sürpriz/baskın unsurunun ortadan kalktığı değerlendirmesiyle, hatta sırf Amerikan-İsrail propagandasını tersine çevirmek amacıyla saldırıyı ertelemesi beklenirdi.
Öyle olmadı.
Bile bile lades mi?
Erdoğan’ın Beştepe’de Finlandiya Cumhurbaşkanı Alexander Stubb’u ağırladığı sıralarda İran füze saldırısını başlattı.
TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş’un yasama yılı başlama resepsiyonu verdiği sıralarda da İran füzeleri Suriye üzerinden İsrail semalarına yaklaşmaya ve hedeflerine ulaşamadan patlatılmaya başlamıştı.
Daha İran füzelerini ateşlemeden İsrail elindeki 8 uçaklık yakıt ikmali filosunu alarma geçitmiş, İran’ın hedefleri arasında bulunan Beersheba yakınlarında Nevatim üssündeki F-35’leri İran füzelerini karşılamak üzere havalandırmıştı.
Buna ek olarak, ABD’nin Gazze’de Filistinli katliamı devam ederken İsrail’i korumak için Doğu Akdeniz’e gönderdiği USS Arleigh Burke, Cole ve Bulkeley füzeatar destroyerleri de alarma geçirilmişti. Nitekim İran füze saldırısı ardından İsrail ordu sözcüsü Daniel Hagari, fırlatılan 180 füzeden çoğunun İsrail ve ABD kuvvetlerince havada imha edildiğini söyledi.
Tahran ve Filistin’de halk İsrail’den alınan intikamı sokaklarda kutlarken İran Devrim Muhafızlarıysa füzelerin yüzde 90’ının hedefini vurduğu açıklıyordu. Açıklandığı kadarıyla füze İsrail’de Gazze’den Eriha’ya göçen Filistinli bir işçiyi öldürmüş iki sivili de yaralamıştı. İran kaynaklarıysa F-35 üssünün ve iç istihbarat Şin Bet karargahının vurulduğu iddiasında.
Füze ile intikam
İran Dışişleri Bakanlığı, “Gerçek Vaat-2” adlı füze harekatının “Siyonist İsrail’in İran’ın ulusal egemenliğini ihlal etmesine ve aynı zamanda Hamas lideri İsmail Haniye, Hizbullah lideri Hasan Nasrullah ve (onunla birlikte son saldırıda öldürülen) Devrim Muhafızları Komutanı Abbas Nilfuruşan’a yapılan terör saldırılarına yanıt” olduğunu açıkladı. İran Dışişleri Bakanı Seyid Abbas Aragçi ise saldırının BM’nin 51’inci maddesi uyarınca “meşru müdafaa” olduğunu ve İsrail yeniden saldırmazsa kendi operasyonlarının “tamamlandığını” söyledi.
İsrail sözcüsü ise intikam yemini ediyor. Uzmanlar İsrail’in İran’ın Buşehr, Natanz gibi nükleer tesislerinin yanı sıra doğrudan İran hükümet üyelerine saldırması ihtimalinden söz ediyorlar. ABD ve İngiltere yarım ağızla İsrail’e İran’a doğrudan saldırmamasını söylerken İran’ı tehdit ediyorlar.
Orta Doğu’da yeni savaş rüzgârı Gazze’de esmeye başladı ve tahmin edildiği gibi orada kalmadı. Ramallah’ın kuşatılması ve Lübnan’ın işgaline dek uzandı. Şimdi de süreceği belli olan İsrail-İran gerilimi var ki aslında İsrail, Nasrallah’ın öldürerek destekçisi İran’a vurmuş oldu.
Türkiye ne yapacak?
Öncelikle sakin olacak.
Müslüman Arap dünyası İsrail’in gölgesinden dahi korkup ses çıkarmadığı ortamda Filistin ve Filistinlilerin haklarını savunmayı sürdürmek doğru tutum. Aynı şekilde komşularımız olan Lübnan’ın Ukrayna’nın toprak bütünlüğü ve egemenlik haklarını savunmak da.
Dünyanın ve bölgemizin hızla bir ateş çemberine çekildiği, Türkiye’nin kuzey ve güney komşu alanlarınsa füze savaşlarının ortamda Türk hükümetinin birinci göreviyse Türkiye’nin ülke ve halkıyla haklarını ve güvenliğini korumak. Sakin olmaya o nedenle gerek var.