Siyasette ‘fikir’ sorunu

Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in ortodoks para politikasını doğru buluyorum ama onun en beğendiğim icraatı “rasyonel” kavramını siyaset dilimize sokması ve itibar kazandırmasıdır.

Artık sahası ve etkisi sınırlı da olsa, iktidar mensuplarının da itiraz edemeyeceği bir “rasyonel” kavramı var dilimizde.

Aslında “rasyonelllik”ten ideolojiye yöneliş 2011’den itibaren başlamıştı, adım adım… Ali Babacan’ın ve Mehmet Şimşek’in direnişleri olmuştu… Ama 2018’de CB sistemine geçildi, artık ne bir itiraz, ne bir direniş, tam gaz gidiş ve enflasyon okyanusuna batış…

‘DENGESİZ BÜYÜME’

Mehmet Şimşek geçenlerde yine çok önemli ve yine zihinlere yerleşmesi için çokça konuşmak gereken bir tespit daha yaptı:

“Geçen sene büyüme yüzde 5 civarıydı fakat bunun 8 puandan fazlası iç talep kaynaklıydı. Net ihracatın katkısı da -3 puanın üzerindeydi. Dengesiz büyümeydi ve enflasyonu, cari açığı doğuruyordu.” (19 Eylül)

AK Parti hep “büyüme” ile övünür ya… Hatta Nurettin Nebati dürüstçe adını da koymuştu, “enflasyonlu büyüme” diye… Yani enflasyonsuz büyüme sağlayacak “rasyonel” bir iktisadi program geliştirmek yerine, önümüzdeki seçimlere kazanmak için enflasyon pahasına büyüme!

Mehmet Şimşek’in söylediği “dengesiz büyüme” kavramı iktisat dünyasında çok iyi bilinen ama bizde yaygın bilinmediği için oy getiren bir kavramdır.

Öğreniyoruz artık, “dengesiz büyüme” diye çok lezzetli bir zehir vardır, içeni yatağa düşürür, dünya yürürken sen yerinde debelenip durursun, nitekim 12 yıldır kişi başı gelirimiz 12 bin dolar civarında debelenip duruyoruz.

ON YIL SÜREYLE

Şimşek’in konuşması 2023-2024 yıllarını kapsadığı için “geçen yılkı büyüme dengesizdi” diyor. Halbuki kabaca on yıldır “dengesiz büyüme” halindeyiz.

Bu iktidarın kanunlaştırdığı 11. Kalkınma Planı’nda, 2014-2018 döneminde ortalama yüzde 4.9 olan büyümede, “tüketimin katkısı 3 puan olurken sabit sermaye yatırımları 1.3 puan, ihracatın ise 1 puan katkıda kaldığı” yazılıydı. (Paragraf, 131)

Demek ki 2014’ten beri tüketimi körükleyerek büyüdük. Bütçe açıkları, Merkez Bankası kaynakları, dış açık ve borçla…

Hatta son dönemde ihracatın katkısı eksi 3’e düşmüş, tüketim payı artmış dengesizlik büsbütün ağırlaşmış.

İşte o politikaların faturasını ödüyoruz.

Bu, önemli dersler çıkarılması gereken çok ağır bir tecrübedir! Dile kolay, on yıl süreyle…

Yaşadıklarımızdan dersler çıkarıp bilgiler edineceksek iki soruyu sormamız lazım:

Bir, AK Parti’de niye hiç genel görüşme açılmadı? Niye hiç ekonomi müzakere edilmedi?...

İkincisi, modern devlette böyle sürekli yanlış yapılmasını frenleyecek kurumlar yok muydu?

DENETİM VE DENGE?

Bu bakımından, dünya görüşleri çok farklı olmakla birlikte, Ak Parti’deki lider kültü, zihniyet hiyerarşisi ve siyasi davranış modelleri ile 1925-1946 dönemindeki CHP arasında önemli benzerlik vardır. Her politika müzakeresiz alkışlarla kabul ediliyor.

Atatürk’ün 1935 Kurultayında “parti devleti” alkışlarla kabul edilmişti, İnönü’nün 1939 kurultayında yine alkışlarla kaldırıldı.

Ak Partililer “faiz sebeptir”i de “faiz yüzde 50” politikasını da coşkuyla destekliyor,

Kamu kurumlarına gelince… Modern devlette “denetim ve denge” kurumları vardır. Parlamentolar ciddi denetim kurumlarıdır.

Merkez Bankası bağımsızdır, para basarak, emirle faiz indirerek “dengesiz büyüme”yi desteklemez, aksine direnerek frenler. Ama bizde bağımsızlığı mı kaldı?

Modern devlette, bütçe açıklarını önlemek için “Mali Kural” kanunları vardır. Bu kanun bizde 2010 yılında Meclis’e geldi fakat Erdoğan’ın talimatıyla geri çekildi. Liste uzatılabilir.

Netice: Çağımızda siyaset hamasete, kültlere değil… Uzun zaman içinde sınanmış, teorisi yapılmış ana akım fikirlere dayanmalı. Gelişmiş toplumlarda genelde böyle oluyor.

Biz ise hamaset ve husumeti fikir sanıyoruz. Bu yüzden siyaset şahsi prestij ve güç kavgası olmaktan öteye geçemiyor. Bedelini böyle ödüyoruz.

Bir düşünelim, son on yılda Bulgaristan, Romanya, Malezya niye bizi geçti? Niye bir Endonezya performansı gösteremedik? Teknoloji ihracatında niye Vietnam’ın gerisindeyiz?

Ve niye hukukta ve değerlerde BRICS’in seviyesine inmeyi içimize sindiriyoruz?!