CHP’nin 31 Mart seçimlerinden zaferle çıktığı ne kadar tartışmasızsa, sonrasında yaşananlara bakıldığında partinin bu zafere ne kadar hazırlıklı olduğu konusu da bir o kadar tartışmalı.
Toplumun partiye gösterdiği teveccühün ivmesi anketlere bakıldığında hâlâ yukarı yönlü olsa da bu çıkışın kalıcı olup olmayacağı konusunda kafalar karışık. Çünkü 31 Mart sonrası ülke gündemini belirleyecek güce erişen parti, bir süredir biz habercilerin deyimiyle habere gidip haber oluyor; yani değil gündem belirlemek, kendisi gündemden düşmüyor.
“CHP, 31 Mart’taki yerel seçim zaferinin ardından zafer sarhoşluğuna kapıldı” demek doğru bir ifade olmasa da son aylarda yaşananlara bakıldığında sarhoşluk hali olmadığını söylemek de zor. Parti içinde CHP’nin bir süredir, içinde bulunduğu süreci yönetemediği dillendiriliyor. “Yönetilemeyen süreç kendi içinde kriz üretir hale geliyor, sinirler yıpranıyor, yıprandıkça hatalar peş peşe geliyor” görüşü yabana atılamayacak kadar yaygınlaşıyor.
Bu görüşün nedeni sorulduğunda hemen herkes benzer örnekleri veriyor, ama onlar söylemese de bu örnekleri dışarıdan bakan herkes zaten görüyor.
Son örneği 20 Eylül Cuma günü Muğla’da yaşandı. CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in halk buluşması sırasında “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” sloganı atan bir kişiyi azarlaması, bununla yetinmeyip “Alın götürün kenara arkadaşı” diyerek kolluk güçlerini göreve davet etmesi partilileri bile şaşkına çevirdi. Eğer sinirleri bozuk olduğu için böyle davranmadıysa -ki Özel’in sinirleri epey bozuk gibi- bu despotik ve istenmeyen tutum epey düşündürücü.
Birkaç gün sonra (24 Eylül Salı günü) Sosyalist Enternasyonal Başkanlık Kurulu Toplantısı’na katılmak üzere Türkiye’nin birinci partisi CHP’nin genel başkanı sıfatıyla ABD’ye gitme hazırlığındaki bir genel başkandan beklenmeyen bir tavır olduğu tartışma götürmez. Diğer yandan Özel’in seçmenle karşı karşıya geldiği ve hükümran bir edayla tepki gösterdiği tablonun, onu 31 Mart zaferine götüren tablo ile taban tabana zıt olduğu da ortada.
Tüzük Kurultayı sırasında “ufak çaplı” diyerek geçiştirilmeye çalışılan krize de bu pencereden bakmakta yarar var. Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş’ın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun ardından kürsüye çıkıp “Ben de hazır bir şekilde Ekrem Başkanımın güzel konuşması gibi sizlere bir konuşma yapmak isterdim. Ama maalesef bana bir saat önce telefonla bildirdiler” diye sitem etmesiyle ortaya çıktı ki ortada bir rahatsızlık var. Neden bu noktaya gelindiğini sorup soruşturunca mesele anlaşıldı.
Edindiğim bilgiye göre mesele şu: İmamoğlu, tüzük kurultayında konuşma yapmak istedi. Bu talebi CHP Genel Merkezi’ne günler önce iletti. İmamoğlu’nun konuşmayı kurultayın ikinci günü yapması konusunda mutabık kalındı. Buraya kadar süreç olması gerektiği gibi işledi.
Ama ikinci gün gelip çattığında genel merkez, son anda -artık akıllarından ne geçtiyse- “ayıp olmasın” diyerek Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş’tan da bir konuşma yapmasını istedi.
O da haklı olarak konuşmasına sitem ederek başladı.
Bu durum hem Ekrem İmamoğlu ve Özgür Özel’i zora soktu, hem Mansur Yavaş’ta gereksiz bir kırgınlığa yol açtı. Gelinen noktada partililer bu tablonun neresinden tutacağını bilemiyor. Diyorlar ki, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı’nın konuşmasının rahatsızlığa yol açacağı yönünde bir hassasiyet olduysa teklif Yavaş’a günler önceden yapılabilirdi. Çünkü ortada İmamoğlu tarafından günler önceden yapılmış ve kabul görmüş bir talep var. Hadi talepte bulunmadığı halde son anda Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı’na teklif götürdünüz, bu durumda hemen yanı başında oturan İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Cemil Tugay’a karşı neden hassas değilsiniz? Ya aynı salonda bulunan diğer büyükşehir belediye başkanları, onlara da ayıp olmadı mı?
“Maalesef biz de buradan fitne ateşine odun atmış oluyoruz” diyen ve şu sıralar gelene gidene “Bana komplo kurdular” sözleriyle durumdan yakınan Mansur Yavaş siteminde haksız mı?
İmamoğlu da Özel de o krizi yatıştırmak için elinden geleni yaptı ama benim o krizden hafızama tek kare bir fotoğraf kazındı. O da Türkiye’nin birinci partisinin genel başkanı konumundaki Özel’in, şirinlik yapıp, sevimli bir edayla kafasını koluna girdiği bir belediye başkanının omuzuna yaslaması.
Bu krizin nedeni deneyimsizlik mi, gereksiz hassasiyet mi, plansızlık mı varın siz karar verin. Kesin olan bir şey var, o da krizin hiç sebep yokken ve durup dururken çıkarılmış olduğu.
Diğer yandan iktidarın yumuşama, muhalefetin normalleşme adını verdiği sürecin geldiği nokta da ortada. Hatta partide 31 Mart sonrası gündem belirleyen CHP’nin bu sürecin kötü yönetilmesi sonrası, kendi iç sorunlarıyla öne çıkıp gündem oluşturacak kadar güçlendiği bir zeminde güç kaybı yaşadığını ve kendisinin gündeme dönüştüğünü savunanlar da var.
Hatırlayalım… Tüm seçimlerden birinci çıkan AKP’nin, ekonomik krizin yol açtığı tahribat, uzun yıllar iktidarda olmanın getirdiği yıpranmışlıkla, yerel seçimlerde aldığı ağır yenilgi sonrası başlayan o süreç, başlangıçta siyasi müzakere kanallarının açacak bir hamle gibi görünse de “Tayyip Erdoğan yeni bir oyun mu kurguluyor? Özel, Erdoğan’ın kurguladığı yeni oyunun aparatı mı?” sorusunu da akıllara getirmişti. Gelinen noktada siyasetin ne kadar yumuşadığı ve/veya normalleştiği ortada. Partide bu sürecin 31 Mart sonrası irtifa kaybeden AKP’yi yeniden dirilttiğini düşünenlerin sayısının az olmadığını belirtmekte yarar var.
Bugün CHP’nin önünde çok daha büyük bir sınav var.
Sözünü ettiğim, iktidar medyası tarafından ısıtılıp ısıtılıp dolaşıma sokulan ve tansiyonu yükselten Ekrem İmamoğlu’nun istinafta bekleyen “ahmak” davası. İstinaf, İstanbul Anadolu 7. Asliye Ceza Mahkemesi’nin verdiği 2 yıl 7 ay 15 gün hapis ve siyasi yasak cezasını bozabilir veya onayabilir.
CHP’nin sınavı da bu noktada başlıyor. İstinaf cezayı onarsa “yek vücut oluruz” diyen CHP nasıl bir tutum sergileyecek, nasıl yek vücut olacak?
Örneğin karar açıklandığı gün ne yapacak? Ya sonra? CHP Yargıtay sürecini nasıl yönetecek? İmamoğlu’nun cezasının istinafça onaylanması halinde Yargıtay’a başvuracağı biliniyor da, Yargıtay’ın ne zaman karar vereceği bilinmiyor… Ve önceden süresi ve sonucu kestirilemeyen Yargıtay süreci de ayrı bir koşu gerektiriyor. avanın bu aşaması için CHP ne tür bir hazırlık yapıyor?
Ne yapılacağı, hangi aşamada nasıl aksiyon alınacağı konusunda, partililerin kafasında kocaman bir soru işareti var.
Dahası CHP’nin bu aşamada hata yapma lüksünün olmadığı görüşünde birleşiyorlar.
Tabi bir de “Özgür Özel ABD’deyken karar çıkarsa ne olacak” diye soracaktım ama neyse ki Özel onun cevabını vermiş ve “ABD’ye gidiyorum ama Kemal Bey gibi olmayacak, atlayıp geleceğim” demiş de içimize su serpildi.
Partide bu aşamada durumun sanıldığından daha ciddi olduğunu düşünenler, genel merkezin bu süreci yönetecek deneyimli kadrolara sahip olmadığı görüşünde birleşiyor.
Dedikleri şu: “Birinci parti olmak bir avantaj ama önemli olan bu avantajın nereye evirileceği. Ekrem İmamoğlu hakkında çıkacak karar ve o karar karşısında alınacak pozisyon bu aşamada kritik bir öneme sahip. İmamoğlu’nun hüküm giymesi onun gücüne güç katar ve bu süreçten güçlenerek çıkar ama onun siyasi yasaklı olduğu dönem, AKP’nin baskın bir erken seçimle iktidar ömrünü uzatması için yeter de artar. Bunu önlemenin tek yolu, partinin bir an önce rasyonel bir planı hayata geçirip, ‘ahmak davası’ ile ilgili nasıl aksiyon alacağını netleştirmesi; bir krize daha meydan vermemesi gerekiyor.”