İktidarın göçmen sevgisinin yakıcı bir örneği

Biliyorsunuz, iktidarımız “geçici sığınmacı” adını taktığı göçmenleri bağrına bastığını iddia ediyor.

Çok sevdiklerini, insanlık adına bunu yaptıklarını, göçmenlerin “ensar ve muhacir” olduklarını söylüyor.

Hatta mahdum-ı iktidar göçmenlerin, geldikleri ülkelerin ekonomilerine katkıda bulunduğunu ve büyüttüğünü iddia ediyor.

Ben ise yıllardan beri, iktidarımızın ve küçük sanayicimizin göçmenleri “köle” gibi gördüklerini, köle muamelesine tabi tuttuklarını, köle olarak sevdiklerini görüyor ve yazıyorum.

Hatta SGK’nın batma nedeninin iktidarın iddia ettiği gibi EYT değil, kayıt dışı çalıştırılmalarına izin verdikleri bu “köle” göçmenler olduğunu da biliyorum ve söylüyorum.

Şimdi size dün görülen bir davayı aktarayım ve benim mi, yoksa iktidarın mı haklı olduğuna karar verin.

Dün Zonguldak’ta bir dava görülüyordu.

Belki hatırlayacaksınız, Zonguldak’ta, yakılmış bir ceset bulunmuştu.

Cesedin Afganistan vatandaşı bir göçmene ait olduğu anlaşılmıştı.

Bu kişi Zonguldak’taki “kaçak” yani ruhsatsız ve izinsiz bir madende çalışan Vezir Muhammed’di.

Dün mahkemeye Vezir Muhammed’in nasıl öldürüldüğüne ilişkin Koç Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı Başkanlığınca hazırlanmış ve Prof. Dr. Coşkun Yorulmaz’ın imzasını taşıyan bir rapor sunuldu.

Rapora göre Vezir Muhammed adlı Afgan işçi “diri diri” yakılmıştı.

Rapora ve tanık ifadelerine göre olay şöyle gelişmişti.

Kaçak madende çalışan Vezir Muhammed, arkadaşları tarafından yer altında nefes almakta güçlük çeker bir halde bulunmuştu.

Hemen maden dışına, yüzeye taşınmıştı.

Kalp krizi geçirdiği düşünülmüştü ancak maden kaçak olduğu için ambulans çağrılmamıştı.

Hastaneye götürülmesi de iş için sıkıntılıydı. Rahatsızlığın nerede olduğu araştırılırsa, kaçak maden ortaya çıkacaktı.

Bunun üzerine Vezir Muhammed, maden alanında bulunan bir kamyonetin arkasına atıldı. Bedenini yakmak suretiyle ortadan kaldırmaya karar verdiler.

Bir akaryakıt istasyonuna gidildi. Cesedi yakmak için bir bidon benzin alındı. Daha sonra da kırsal bir bölgede ceset üzerine benzin dökülerek yakıldı.

Koç Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Ana Bilim Dalı tarafından hazırlanan rapor, Vezir Muhammed’in yakıldığı sırada hayatta olduğunu, diri diri yakıldığını söylüyor.

Bulunduğu cenin pozisyonunun, solunum yollarındaki izlerin buna işaret etme olasılığının çok yüksek olduğunu belirtiyor.

Ayrıca bedende kamyonet kasasına atılırken ve taşınırken oluşmuş kırıklardan da söz ediliyor.

Raporun ekindeki fotoğraflar korkunç.

Daha doğrusu insanlık dışı bir muameleye işaret ediyor.

Vezir Muhammed’i yakan sanıklar bu cinayeti işledikten sonra bir de içkili alem yapmayı ihmal etmemişler.

Tüm bu anlattıklarım güvenlik kamerası kayıtlarında da görülüyor.

Bu dramın bir diğer yönü ise hâlâ yaşanıyor.

Yakılarak öldürülen Afgan işçinin eşi ve üç çocuğu hâlâ Zonguldak’ta.

Derme çatma, kapısı asma kilitle kapatılan bir barakada, toprağa serdikleri kilimlerin üzerinde yaşıyorlar.

Sağdan soldan gelen küçük yardımlarla hayatta kalmayı başarıyorlar.

Ve pek yakında sınır dışı edilmeyi bekliyorlar. Ailenin en azından dava sonuçlanana kadar Türkiye’de kalabilmesi için yapılan tüm başvurular Valilik tarafından reddedilmiş vaziyette. Bu arada adaletin tecellisi konusunda da çok ciddi kaygılar var.

Çünkü sanıklardan biri, Cumhur İttifakı ortaklarından bir partinin eski il başkanı.

Ve iktidarımız göçmenleri sevdiğini söylüyor.

Ben ise “Siz onları köle olarak seviyorsunuz” diyorum.

Sizce ben mi haklıyım, iktidar mı!

Bu da Bakan işte

“Vatandaşlarımızın kimlik bilgilerinin çalındığı yalan” dedikten 5 dakika sonra hırsızlığın ve Bakanlığın bundan haberinin olduğunun belgesi gözüne sokulan Ulaştırma Bakanı bu kez de “Bizde çağrı cihazı kullanılmıyor. Olanlarda da bir risk yok” buyurdu.

Allahtan birisi Bakan’ı yalancı çıkarmak için durduk yere bir ikisini patlatmadı da, bir kez daha rezil olmadı.

Sorumluluk sahibi birisi böyle bir cümle kurar mı Allah aşkına.

Nereden biliyorsun, araştırdın mı!

İran’da ilgili Bakan’a sorsan Haniyye’nin havaya uçurulduğu odanın güvenli olduğunu söylerdi, Hizbullah’ın güvenlikten sorumlu isimlerine sorsan çağrı cihazlarının ve telsizlerin güvenli olduğu için tercih edildiğini anlatırdı.

Öyle işkembeden sallamakla olmaz.

Sorumlu ve bilinçli bir Bakan “Bizim elektronik ürünlerde ithalat prosedürlerimiz güvenlidir ama yeni gelişmelere göre güvenliği arttırmak, daha kapsamlı testler yapmak ve kritik noktalarda kullanılan her türlü elektronik cihazı bir kez daha gözden geçirmek gibi önlemler alıyoruz. Siber güvenlik birimlerimiz yeni risklere karşı yeni önlemler geliştiriyorlar ve geliştireceklerdir” dersin olur biter.

“Bizde sorun yok” diye kestirip atmak, ilerde olması muhtemelen sorunlara karşı hiçbir önlem almadığının, önlem alma niyetine sahip olmadığının, en ufak bir sorumluluk duygusu taşımadığının da göstergesidir.

Bakanlığındaki belgeli yolsuzluklara karşı bile en ufak bir duyarlılığı olmayan bu beyefendinin, siber güvenlik konusunda bir duyarlılığı olmasını asla beklemiyorum o ayrı.

Ama yine de bu bakanlarla “Allah Cumhurbaşkanı’na sabır versin” demek istiyorum ama sonra bu bakanları oraya atayanın da “O” olduğunu hatırlayıp vazgeçiyorum.

Büyükelçi rüşvet mi aldı!

ABD’de yargılanan tek ünlü Türk Sezgin Baran Korkmaz değil. 

Bugünlerde bir başka Türk vatandaşının yargılaması, hem de siyasi yönü olan ve diplomatik kimlik taşıyan bir vatandaşımızın New York Güney Bölgesi Mahkemesi’nde başladı.

Bu vatandaşımızın adı Murat Mercan. 

Eski AKP Milletvekili, eski belediye başkan adayı ve belki de hepsinden önemlisi eski Washington Büyükelçimiz. 

Gazeteci Tülin Daloğlu, eski New York Büyükelçimizin New York Bölge Mahkemesinde No 22-cv-7326 sayılı dosya ile hakim karşısına çıkacağını ve yargılamanın başladığını aktarıyor. 

Eski büyükelçi Murat Mercan hakkındaki davayı açan ise Büyükelçi’ye “milyonlarca dolar ödeme yaptığını” iddia eden bir ABD vatandaşı. 

İddianın ortaya koyuluş biçimi bunun aslında bir “rüşvet ödemesi” olduğu şüphesini uyandırıyor. 

Eğer davacı bu iddiasını kanıtlar ve eski Büyükelçi bu suçtan hüküm giyerse, bu Türk Dışişleri tarihine de kara bir leke olarak geçecek. 

Umarım bu ödemenin “yasal” bir gerekçesi vardır. 

Yoksa gerçek anlamda rezalet. 

NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?

Az gelişmişliğin bir bütün olduğunu hatırladığımız zaman.