Cemal Kafadar "Tarih yazıcılığı özgürleştirmiyorsa zulme hizmet eder" diye yazar, 'Kendine Ait Bir Roma' kitabında. Arkasından ekler:
"Bu bir beyan; altını doldurmak, hakkını vermek, neyin ne olduğunu bilmek kolay mı? Tarih cilveli, hürriyet efsunkâr, zulüm kurnazdır. İnsanlığın geçmişi, içinden zulüm çıkan nice hürriyet mücadelesiyle dolu değil midir? Birilerinin hürriyeti başka birilerini dışlamanın yolu olarak tecelli edince şaşırıyor muyuz? Ama kokusunu alınca da hürriyetin neye benzediğini hemen anlamıyor muyuz?"
Ne kadar çarpıcı bir cümle değil mi "insanlığın geçmişi içinden zulüm çıkan nice hürriyet mücadelesiyle doludur." Güne dair haber verip, yorum yapan not düşen -bir anlamda tarihin günlüğünü tutan- gazeteciler ile daha geniş bir zaman sürecinde daha derin ama önemlisi 'güne sıkışmamış' analizler-yorumlar yapan tarihçiler. Merkezi korku olan pek çok sebeple, pek çok kişinin suskun kaldığı 'bugünler' elbet yarınlarda çok konuşulacak. Tarihçilerin işi çok olacak. Türkiye'de iktidarın durduğu yer de 'içinden zulüm çıkan hürriyet mücadelesi' listesine yazılacak. Memlekette okuldan sosyal hayata, oradan ekonomik yapıya -daha önce- dışlanan muhafazakârlara nefes alanları açması, bir süre çözüm arandıktan sonra kapatılan Kürt sorunu parantezi, ardından uzun süre işbirliği yapılan Fethullahçıların darbe girişimi sonrası inşa edilen yeni rejimde kendi gibi düşünmeyenlerin yargı eliyle sistem dışına ve/veya hapse gönderilmesi...
Üç cümlede özetlenemez elbet 22 yıl. Zaten anlamlandırmak için tarihsel olarak da en az üçe ayırmak lazım AKP iktidarını. 2002-2013, 2013-2016 ve 2016'dan bugüne… Bu üç dönem başka bir yazı konusu olsun. 2016 sonrası süreç özellikle izaha muhtaç. AKP MKYK'dan önemli bir ismin bana söylediği şekliyle "MHP'nin AKP'ye kayyım olarak" atanması ile yeni bir anlayış. Bu anlayışın-durumun ana eksenini 'seküler-güvenlikçi-milliyetçi' bir yapının devletteki gücünü artırması olarak okuyabiliriz. Yargıdan ordu üst yönetimine (eski Genelkurmay Başkanı ve Milli Savunma Bakanı'na da uzanan bir çizgide) eğitime her alanda 'dine' vurgu, dinsel dilin kamudaki görünürlüğünün artması varken bu okumayla, yani 'dinin devletteki etkisini hafife almak mı' niyetim? Değil elbet. Anlamaya-tartışmaya çalışmak.
'Devlet-sermaye' ilişkileri merceğinden otoriterleşme
Ancak dünü-bugünü hatta yarını tartışırken devlet-iktidar-sermaye-bürokrasi ilişkisi de göz önünde tutulmalı. Biraz daha derinlemesine düşünülmeli. Öğrenerek okuduğum bir kitaptan, "Türkiye ve Ötesi: Devlet, Sınıf, Mekân"dan dört alıntı yapacağım. Birincisi Ankara Üniversitesi Sosyoloji Bölümü öğretim üyesi Melih Yeşilbağ'dan:
"AKP döneminde yükselen otoriterleşme dinamiklerini karizmatik liderliğin kişisel özelliklerine ya da devlet geleneği gibi soyut kavramlara referans değil de somut ekonomi-politik konfigürasyonlara ve devlet sermaye ilişkilerinin mahiyetine referansla açıklama çabası şüphesiz ki yararlı."
"Neo-liberal İslamcılığın yarattığı yıkım"
İkincisi Maltepe Üniversitesi Siyaset Bilimi Bölümü'nden Cangül Örnek'ten. Milli Türk Talebe Birliği'nin 1976'da düzenlediği mitinglerde attığı "Kahrolsun bürokrasi" sloganlarından bugün yönetimdeki o kadroların bürokrasiyi sıkı kontrole almasıyla-bir kısmını sistem dışına atmasıyla dönüşen diline de dikkat çeken yazısıyla:
"Türkiye kapitalizminin özellikle son yirmi yıldaki gidişatına bakıldığında kamunun elindeki zenginliklerin özel ellere geçtiği, doğanın ekonomik talan sonucu büyük tahribata uğradığı, kentlerde kısıtlı olarak bulunan sağlıklı yaşam ve barınma olanaklarının daha da azaldığı görülür. Devlet aygıtında bu gidişata kamu yararı ilkesiyle karşı koyabilecek direnç noktaları önemli ölçüde tasfiye edilmiş, neo-liberal İslamcılığın yarattığı yıkımı eleştiren kesimlerin itibarı ve güvenirlikleri zedelenerek topluma seslenme kanalları kapatılmaya çalışılmıştır. Tüm bunların gerek tek kişinin keyfi iktidarının önünü açan yasal değişikliklerle gerek zor yoluyla gerekse anti-entelektüel söylem ve tavırlarla gerçekleştirilmeye çalışılan bir dönemden geçilmektedir."
"Mustafa Kemal'e karşı yürütülen İslamcı ideolojik mücadelenin çaresiz kaldığı nokta"
Üçüncüsü Virginia Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nden Barış Ünlü'den. Kemalizm-İslam-sözleşme noktasına dair:
"Kemalizm İslami motifleri yerinden etmeye çalışmış olabilir, ama aynı zamanda Müslümanlığı, Türklüğün doğuşundan kaynaklanan kriteri yaparak Müslümanlık Sözleşmesi'ne her zaman sadık kaldı. Ayrıca Müslümanlık Sözleşmesi'nin temel amacı olan Müslümanlara ait bir devleti Kemalistler kurmuştur. Bu devlet inşası Müslümanlar açısından bakıldığında bütün ideolojik yarılmaları aşacak önemde hayati faktördür. Nitekim Mustafa Kemal ve Kemalistlere karşı yürütülen İslamcı ideolojik mücadelenin çaresiz kaldığı esas nokta da burasıdır…"
"İslamcı-laik gerilimi sönümlenirken…"
Dördüncüsü Xavier Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nden Utku Balaban'dan:
"İslamcılar ve laikçiler arasındaki gerilim sönümlenmeye başladı. 2014 cumhurbaşkanlığı seçimlerinden bu yana parti siyasetini iki seçim bloku arasındaki rekabet belirliyor ve blokların her birinde İslamcı ve laikçi partiler var. 2016'daki darbe girişimi iki İslamcı klik arasındaki çatışmanın yansımasıydı. Laikçi kadroların takındığı tutum çatışmanın sonucuna iktidardaki klik lehine etkide bulundu."
Bugün Türkiye'de; bürokraside, sermayede, hatta siyasi partiler arasında sadece İslami refleksin egemen olmadığı, seküler yapıların bir kısmını da kapsayan, hatta iç içe geçmiş bir yapıdan bahsediyoruz. Tayyip Erdoğan ve ekibi 1 Ekim'de aslında etkisini-önemini-gücünü çoktan yitirmiş Meclis'in de açılmasıyla Anayasa konusunu daha çok gündeme getirecek. Mevcut Anayasa'nın emredici hükümlerine rağmen siyasi tercihlerle uygulanmayan Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarının, pek çok maddesi defalarca değişmiş 'darbe anayasasının' yerine yeni bir anayasa. Hem de ifade özgürlüğünün bu denli kısıtlandığı ortamda. Yoksa bu 'yeni' anayasanın kimi yerlerine 'muhafazakârların hassas olduğu kimi maddeler yerleştirilerek' eskiden AKP'nin kapsadığı, ancak son dönemde uzaklaşmış kimi partiler/gruplar 'yakına çekilmek' mi isteniyor?.. Devlet Bahçeli'nin "Anıtkabir ile Kocatepe arasına çekilmiş çelikten bir halat" olarak tarif ettiği partisi, hangi zaman ve alanlarda devrede? Hüda-Par'ın söylemini ve yerini, bir önceki-MHP'ye de yakın İçişleri Bakanı tarafından 'devlet aklının ürünü' olarak tarif edilmesine bakmadan-hatırlamadan düşünmek mümkün mü? Ya da 'biçilen rolü…'
Konuşulacak çok fazla konu var. Ama bir adım geride durup bakmaya-düşünmeye-anlamaya-tartışmaya kimsenin tahammülü yok. Bu bazen bir 'taktik…' Pek çok sesin arasında boğulup gitsin diye gerçekler. Daha çok bağıranın-sesi çıkanın-slogan atanın 'fark edildiği-takip edildiği' bir düzen. Memleketin geleceği için konuşmaya, farklı seslere kulak kabartmaya ihtiyaç var.
Kaynaklar:
- Türkiye ve Ötesi: Devlet, Sınıf, Mekân. Çağlar Keyder'e Armağan / Derleyenler: Fırat Genç, Gözde Orhan, Melih Yeşilbağ (İletişim Yayınları)
- 1924 Anayasası, Ergun Özbudun (Yetkin Yayınları)
- Kendine Ait Bir Roma, Cemal Kafadar (Metis Yayınları)