Açık konuşalım, İsrail şov yaptı.
Kendine tehdit olarak gördüğün bir örgütün, terör örgütü olarak nitelendirdiğin bir grubun üyelerinin sana yakalanmamak için kullandığı teknolojisinin eskiliğine güvenerek kullandığı cihazları uzaktan ele geçirip, bunları silah olarak kullanmak suretiyle o örgütün elemanlarını öldürmek ya da yaralamak az buz bir iş değil.
İnsani değil, adaletli değil, sorumluluk sahibi bir ülkenin yapacağı iş değil.
Patlattığınız sırada o cihazın kimin elinde olduğunu bilmeniz mümkün değil, öldürmek istediğiniz kişinin mi yoksa onun beş yaşındaki çocuğunun ya da eşinin elinde ya da yanında mı bilmeniz mümkün değil, bu yüzden de sivilleri öldürmeniz, günahsız insanların kanına girmeniz de düşük bir olasılık değil ama ülkenize hasmane tutum takınmış kişilere “Size elinizde tuttuğunuz her şey kadar yakınım” mesajı vermek de ciddi bir şey.
“Bana yakalanmamak için cep telefonundan uzak dursanız da, yer altı tünellerinden geçseniz de, bodrumlarda saklansanız da, kurşun geçirmez camların arkasında otursanız da size ulaşırım” mesajı sadece Hizbullah’a değil, tüm dünyaya verilmiş bir mesajdır.
Yıllar önce İran’ın nükleer programını, uranyum zenginleştirme tesislerini hack’leyerek sıfırlamalarından sonra, bu İsrail’in ve İsrail istihbaratının son aylardaki ikinci “güç gösterisi”.
Daha önce, bir diğer İsrail karşıtı örgüt Hamas’ın liderini İran’da, şüpheli bir şekilde öldürülen İran Cumhurbaşkanı’nın yerini alan yeni Cumhurbaşkanı’nın yemin töreninde, en yüksek dereceli güvenlik önlemlerinin uygulandığı bir günde, kaldığı odada, hâlâ nasıl olduğu çok anlaşılmayan bir patlamayla öldüren İsrail, şimdi de “çağrı cihazlarını patlatarak” bir başka örgüte, Hizbullah’a ciddi zarar ve mesaj verdi.
Şu andan itibaren herkes biliyor ki, elinizdeki cep telefonu, belinizdeki çağrı cihazı, muhtemelen önünüzdeki lap top, tepenizdeki ampul, mutfağınızdaki buzdolabı, hatta belki çayınızı koymakta olduğunuz kettle, kullandığınız otomobil (elektrikli olması şart değil) bile size karşı kullanılabilecek bir silahtır.
İsrail’e kızabiliriz, kınayabiliriz, sorumsuzlukla suçlayabiliriz, sivilleri gözetmemekle itham edebiliriz.
Ama açık söyleyin, Türk istihbarat örgütleri PKK ya da YPG’li teröristleri ellerindeki telefonları, bellerindeki çağrı cihazlarını kullanarak “etkisiz hale” getirseydi, Kandil’den PKK Merkez Komitesi’nin cep telefonlarının patlatılması suretiyle ortadan kaldırıldığı haberi gelseydi hoşunuza gitmez miydi!
Üretici işbirliği olmadan mümkün değil
Gelelim bu işin nasıl yapılabildiği ile ilgili teorilere.
Önce şu soruya yanıt arayalım.
Çağrı cihazları uzaktan patlatılabilir mi?
Bunu birkaç uzmana sordum.
Evet mümkün. Ama öldürücü bir patlama zor.
Çağrı cihazlarının içindeki piller, diğer tüm piller gibi uzaktan kumanda ile patlatılabilir ancak bu denli hasar vermesi mümkün değil. Üstelik önceden yollanacak bir sinyal ile en az 15-20 dakika ısınmaları ve patlayacak sıcaklığa erişmeleri gerekiyor. Ancak bu uzuv kopartacak ya da öldürecek boyutta bir patlama olamaz. Bu pillerin ölümcül bir yaralanmaya yol açması için oldukça büyük olmaları gerekiyor.
Bu cihazlar nasıl silaha dönüştü?
Çağrı cihazlarının kullanıcılarını öldürecek kadar güçlü bir patlama meydana getirebilmesi için, bu cihazların önceden ele geçirilmiş olması gerek. Bu da ancak üretim ya da sevkiyat aşamasında mümkün. Bu cihazları bilen uzmanlar, üretici firmanın bu işin içinde olmamasının mümkün olmadığını söylüyorlar. Cihazların içine, ya kondansatörlerine ya da şarj edilebilir pillerine çok güçlü bir patlayıcı yerleştirmeden, sıradan bir pager ile bu patlamaların mümkün olmadığı görüşünde herkes ortak.
Hizbullah’a bu cihazlar nasıl ulaştı?
İpin ucu yine üretici firmaya dayanıyor. Üretici firmaya dair de çeşitli iddialar (Tayvan, Macaristan) var. Muhtemelen İsrail üretici firmayla işbirliği yaptı ya da üretici firma içindeki birileriyle. Lübnan’dan gelen siparişlerin Hizbullah’a gideceği bilgisi sahadan toplandı ve önceden silaha dönüştürülmüş çağrı cihazları Lübnan’a ulaştırıldı. Birkaç cihazın sivillerin elinde olması ihtimali “istem dışı zayiat” olarak göze alındı. Cihazların seri numaraları ve frekansları bilindiği için ileride yapılacak müdahale zor olmayacaktı. Hizbullah elemanları, kendilerine karşı kullanılacak silahları para ödeyerek satın aldılar.
İki mesaj mı geldi?
Çağrı cihazlarına iki mesaj gelmesi gerekmiyor. Gelen ilk mesajda kullanıcı telefonu eline alıyor ve aynı mesajla iletilen gecikmeli patlatma sinyali belirlenen süre sonrasında meydana gelecek patlamayı da tetiklemiş oluyor.
Anladınız mı yüksek teknolojinin ve bilimin önemini
Öyle görünüyor ki, on-line dünya çok da güvenli bir dünya değil.
Bir ağa bağlanan her şey, başkaları tarafından ele geçirilebiliyor.
Şimdi bazıları kalkıp “Yerli ve milli savunma sanayinin önemini anladınız mı” falan diyecektir.
Bugünkü halimizle bu koskocaman bir palavra, İngilizcesi ile “bull shit”.
Yıllar önce, Türkiye’nin yeni yeni yapmaya başladığı drone ya da İHA’larla ilgili bir tehlikeye dikkat çeken yazılar yazıp, programlar yapmıştım.
O gün kullanılan eski teknoloji nedeniyle, kendi İHA’larımız kendimize karşı çok kolaylıkla kullanılabilir, hacker’lar tarafından ele geçirilebilirdi.
Bugün Türk firmalarının ulaştığı yazılım gücü sayesinde bu eskisi kadar kolay değil.
Ama tam bir güvenlikten söz etmek de söz konusu olamaz.
Biliyoruz ki, “yerli ve milli” İHA’larımız aslında “o kadar da” yerli değil.
Çünkü içinde ve dışında kullanılan parçaların büyük bölümü yabancı menşeili.
Sadece motoru değil, avionic denilen parçaların bir kısmı tamamen yabancı.
Yerli üretim gibi görünenlerin de içindeki önemli elemanlar, başta çipler olmak üzere tamamen dışardan.
Motoru, kameraları saymıyorum bile.
Tamam yazılım bizim ve bu çok önemli ama kullandığınız elektronik parçaların, silikon parçaların hiçbirini üretmiyorsunuz.
Hal böyle olunca ister istemez riske açık oluyorsunuz.
Bu risk ne orandadır bunu ben hesaplayamam ama hesaplayanlar vardır mutlaka.
Ama sonuçta ortada mutlaka bir risk var.
Bu yüzden yıllardır “yüksek teknoloji, yüksek teknoloji, bilim, bilim” diye yırtınmıyorum.
Ne yazık ki, AKP iktidarı döneminde Türkiye’nin yüksek teknoloji kapasitesi oransal olarak hiç ama hiç artmadı.
Bunu ihracat rakamlarından da görüyoruz.
Türkiye’nin 2002 yılındaki ihracatında yüksek teknolojili ürün oranı yüzde 3’lerde idi, bugün de yüzde 2’lerde.
Çanakkale Köprüsü gibi sürekli zarar eden bir köprü yapmaktansa, aynı yatırımları bir çip üretim tesisine, bir yüksek teknoloji işine yatırsaydık bugün bu riskleri çok azaltmış olurduk.
Bırakın onu, ben bir sanayicinin AKP iktidarına “Ne olur bir LED ekran fabrikası kuralım. Bu fabrika olmadığı için Türkiye televizyon ihraç ediyor ama parayı Kore kazanıyor. Bu benim boyumu aşıyor. Devlet tüm televizyon üreticilerini bir araya getirip, kendisi de ortak olsun. Her yıl birkaç milyar dolar ülkede kalır.” diye yalvarmıştı ama dinleyen olmamıştı.
Bu vizyonsuzluktur aslında beka sorunu olan.
İlk kayda değer ürününü AKP iktidara gelmeden 3 yıl önce piyasaya vermiş olan NVIDIA bugün 3 trilyon dolar değerinde.
Yani Türkiye’nin toplam GSMH’ının hemen hemen 4 katı.
Bizim ise köprülerimiz var geçilmeyen, havaalanlarımız var uçulmayan.
Ha bir de mangalımız var.
Atınca kül bırakmadığımız.
NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?
Halkı kandıran aslında kendini kandırdığını anladığı zaman.