Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye’nin yaşamakta olduğu ekonomik sorunları, üzerinden 11 yıl geçmiş Gezi olaylarına bağladı.
Erdoğan bunu ilk kez yapmıyor. Her şeyin sorumlusu olarak Gezi’yi göstermesi yeni değil.
Reisi Cumhurumuza göre Gezi’nin Türk ekonomisine maliyeti 1,4 milyar dolar ve bugün çektiğimiz tüm sıkıntıların nedeni işte o 1,4 milyar dolar.
1,4 milyar dolarlık bir maliyet nedeniyle ülkenin batma noktasına geldiğini iddia eden Erdoğan, o tarihlerde IMF’e 5 milyar dolar borç vermekle övünüyordu.
Sıkışık IMF’e 5 milyar dolar atıveren bir ülkenin 1,4 milyar dolarlık bir maliyet ile battığını iddia etmek ne kadar doğru bir hesap olabilir emin değilim.
Ancak emin olduğumuz bir şey var.
Gezi Türkiye’ye 1,4 milyar dolarlık zarar verdi ise, Kamu Özel işbirliğiyle yürütülen (KOİ) projelerin şu ana kadar bilinen zararı 37 milyar dolar.
Hadi onu bırakalım.
Ekonomide NAS dönemi diye bilinen dönemin yarattığı hasarı ortadan kaldırabilmek için uydurulan Kur Korumalı Mevduat (KKM) denilen saçmalığın da aralarında bulunduğu bir grup “sözde” önlemin Türkiye’ye maliyeti 100 milyar dolar.
KKM’ye Merkez Bankası’ndan yapılan fazladan ödemenin Merkez Bankası’nı sadece geçen yıl 1 milyar dolara yakın zarara sürüklediği biliniyor.
Lafın kısası, Gezi’ye yüklenen 1,4 milyar dolarlık maliyetin 26 katı bir fazladan ödemeyi KOİ’ler için yapıyor bu ülke.
NAS ekonomisi denemesi için ise Gezi’nin maliyetinin 71 katı bir maliyete katlandık, daha da katlanacağız.
Gezi’nin maliyeti 1,4 milyar dolarsa, Yap İşlet Modeli’nin fazladan maliyeti 37 milyar dolar, KKM’nin de aralarında bulunduğu NAS ekonomisi maliyeti ise 100 milyar dolar.
Yani toplamda Gezi’ye atfedilen maliyetin yüz katına yakın.
Sizce hangisinin ülkeyi bu ekonomik çıkmaza sürüklemiş olması daha olası?
Göçmenlerin maliyetini de eklersek durum iyiden iyiye içinden çıkılmaz hale gelebilir.
2017 yılında dönemin Başbakan Yardımcısı Recep Akdağ, Türkiye’nin göçmenlere 6 yılda harcadığı paranın 30 milyar dolar olduğunu açıklamıştı.
Ki o zaman göçmen sayısı bugünkünden çok daha azdı.
2017’den sonraki 7 yılda da 50 milyar dolar harcadığımızı kaba bir tahmin olarak ileri sürersek o da Gezi’nin hemen hemen 60 katı bir maliyet getiriyor.
Diğer tüm hatalar bir yana sadece KOİ, KKM ve benzerleri artı göçmenlere harcanan paralar Gezi’nin en az 150 katı bir zarar getiriyor.
Şimdi samimi olarak söyleyin, sizce ekonominin bugün olduğu noktadan hangisi daha fazla sorumludur?
Ya da daha basitçe sorayım.
1,4 mü büyüktür yoksa 217 mi!
Yanıtı vermek için ekonomist olmaya gerek yok.
İlkokul 1 matematiği bile yeter…
Zararı veren Gezi mi, Gezi tepkisi mi!
Peki Gezi olaylarının bugünkü durumumuzda bir payı yok mu!
Elbette var.
Bugün Türkiye yabancı yatırımcıların gelmediği, uluslararası devlerin yatırım açasından riskli gördüğü, yerli yatırımcılarının bile parasını yurt dışına çıkarıp, dışarda yatırım yapmayı tercih ettiği bir ülke haline geldiyse bunda Gezi’nin büyük payı var.
Ama Gezi eylemlerinin değil, Gezi eylemlerine iktidarın gösterdiği tepkinin ve Gezi sonrası artan hukuksuzluğun payı.
Gezi’yi sıradan bir demokratik eylem olarak görmektense, bunu “iktidarına karşı bir güç gösterisi” olarak gören AKP, meseleyi şahsileştirdi, paranoyaya kapıldı ve Gezicilere karşı bir intikam hissi ile hukuku neredeyse askıya alan adımlar atmaya başladı.
Darbe girişimi bu paranoyayı iyice tetikledi ya da belki de tetiklemesi için planlandı.
Gezi’nin en olumsuz sonucu adaletten zaten uzaklaşmaya başlamış olan iktidarın, adaleti tam anlamıyla bir kenara bırakması oldu.
İktidarı bu konuda uyarmayı hedefleyen ve demokrasiyi güçlendirmeyi amaçlayan Gezi, iktidar ya da o günlerde iktidar üzerinde etkili olan FETÖ’nün yönlendirmesi ile Türkiye’yi demokratik ülkelerden giderek uzaklaştıran bir dönemi tetikledi.
Türkiye’ye zarar veren Gezi değil, iktidarın Gezi’ye gösterdiği tepkidir.
Her güçlü iktidarda zaten var olan güçler ayrılığına son verme arzusunu tetikleyen paranoyak tavrın nedeni olabilir!
Doktorlar ve güzellik yarışmaları
Türkiye’nin en popüler üniversitesinde Tıp Fakültesi’ni bitirmek üzere olan bir genç kızın, geleceğini neden doktorluk gibi müthiş bir meslekte değil de, Güzellik Yarışması’nda takması muhtemel bir “taç”ta aradığının yanıtını aslında biliyorduk.
Nereden mi!
Anlatalım.
Memlekette doktorluk zaten “acılı” bir meslek.
“Giderlerse gitsinler” denilerek aşağılanan bir meslek.
“Dövülebilir olmaları” ülkede sağlık sektörünün gelişmişliğine örnek olarak verilen bir meslek.
Bunun üzerine bir de kendi içlerinde de kötü muamele eklenince tıp fakültesi mezunu bir genç kızın çareye güzellik yarışmasında aramasına şaşmamak gerekiyor.
Uğurcan Ağcaoğlu adını hiç duydunuz mu!
Duymadıysanız duyun.
Uğurcan, 29 yaşında bir doktordu.
9 Eylül Üniversitesi’nde uzmanlık eğitimine devam etmekteydi ve cerrah olacaktı.
Kendisine meslektaşları ve üstleri tarafından uygulanan kötü muameleye dayanamayarak intihar etti.
Hekime yönelik şiddetten haklı olarak yakınan hekimlerden birkaçı, kendi meslektaşlarına uyguladıkları psikolojik ve hatta zaman zaman mobbinge varan şiddet ile bir doktorun ölümüne neden oldular.
Ve şimdi muhtemelen bununla ilgili soruşturma da bir şekilde kapatılacak bir genç hekim öldüğü ile kalacak.
Tıpta Uzmanlık Sınavı yerine güzellik yarışmasını kazanmak daha mı iyi diye düşünüyor insan.
Belli ki, Türkiye güzeli kızımız da Uğurcan’ın hikayesini bildiği için yarışmaya başvurmuştu.
NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?
Ders almayı öğrendiğimiz zaman.