Türkiye’nin gücü artık resmî

On beş yıl önce sadece yakıştırılan “bölgesel güç” tanımı, Türkiye için artık bir gerçeklik. Avrupa Siyasi Araştırmalar Konsorsiyumu’na göre bölgesel güç, kendi bölgesine ekonomik ve askeri açıdan hâkim, küresel etki sahibi ve komşuları tarafından lider olarak tanınan bir devlettir. Alman Küresel ve Alan Araştırmaları Enstitüsü de benzer şekilde, bir bölgesel gücün kendine özgü kimliği, bölge üzerinde belirleyici etkisi, yüksek kapasiteleri ve diğer güçler tarafından tanınması gerektiğini belirtir.

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın Cuma günü NTV’den sevgili arkadaşlarım Burcu Kaya ve Ahmed Arpat’a verdiği son mülakatı, Türkiye’nin uluslararası arenadaki gücünü bir kez daha gözler önüne serdi. Fidan, Türkiye’nin Lahey grubunun Filistin toplantısı bildirisini neden imzalamadığını açıkladı: Bildiri taslağındaki BM Deniz Hukuku Sözleşmesi (UNCLOS) atfı, Türkiye’nin deniz yetki alanlarındaki hassasiyetini koruma adına kabul edilemezdi. Bu durum, Türkiye’nin uluslararası hukuktan doğan haklarını tavizsiz savunma kararlılığını gösteriyor.

Türkiye’nin son dönemdeki diplomatik ve savunma hamleleri, bu gücün somut kanıtları: IDEF Savunma Sanayii Fuarı’na ev sahipliği ve savunma sanayinde kaydettiği ilerlemeler, Balkanlar Barış Platformu’nu düzenlemesi, E3 ile İran arasındaki nükleer müzakerelere Türkiye’de zemin oluşturması ve Rusya-Ukrayna barış görüşmelerine kolaylaştırıcılık yapması bu adımlardan sadece birkaçı.

Eurofighter konusu

Suriye’nin Türkiye’den güvenlik yardımı talebi ve Türkiye’nin gelişmiş Eurofighter savaş uçağı alımına yeşil ışık yakılması, ülkenin bölgesel güç kimliğinin fiilen kabul edildiğinin en önemli göstergeleridir. Özellikle Eurofighter anlaşması, ABD’nin Avrupa’daki varlığının azalacağı bir dönemde, Türkiye’nin güvenlik tüketen değil, güvenlik üreten bir ülke olarak stratejik boşluğu doldurma potansiyelini pekiştiriyor. Yunanistan Başbakanı Miçotakis’in bu durumu yanlış yorumlaması ise endişe verici. Türkiye’nin savunma kapasitesinin artması, aslında tüm NATO müttefikleri için bir kazançtır. Keşke Miçotakis, Türkiye’yi AB üzerinden tehdit etmek yerine, Türkiye’nin Eurofighter’lara sahip olmasının NATO nezdinde Avrupalı müttefiklerin konumunu güçlendiren ve ABD’yi telafi edecek bir savunma gücü kazanmalarını sağlayan önemli bir adım olduğunu dile getirseydi. Ancak kendi savunma bakanıyla girdiği o ilginç yarış “Renault 12” betimlemesinin , ne kadar isabetli olduğunu gösteriyor. Türkiye; artık bir bölgesel güçtür. Bu kimliğini sürdürebilmesi için ekonomi, yüksek eğitim ve Ar-Ge alanlarında da kararlılıkla çalışmaya devam etmesi gerekiyor.

UAD’den çevreye tarihi mütalaa

Uluslararası Adalet Divanı (UAD), geçtiğimiz Çarşamba günü yayımladığı tarihi mütalaayla, iklim krizine karşı yükümlülüklerini yerine getirmeyen ülkelerin uluslararası hukuku ihlal edebileceğini ve zarar gören ülkelerin tazminat talep etme hakkı olabileceğini belirtti. Bu karar, çevre kirliliğinin uluslararası hukuki süreçleri tetikleyebilecek yeni bir zemin oluşturuyor. Bu süreci, yükselen deniz seviyeleri nedeniyle yok olma tehdidi altındaki ada ülkelerinin BM nezdindeki uzun soluklu farkındalık faaliyetleri başlattı. Karar, uluslararası iklim hukukunda bir dönüm noktası olarak kabul ediliyor.

UAD Başkanı Yuji Iwasawa, “Bir devletin iklim sistemini korumak için uygun önlemleri almaması... uluslararası hukuka aykırı bir eylem teşkil edebilir” diyerek, iklim krizini “gezegen ölçeğinde varoluşsal bir sorun” olarak nitelendirdi. Mahkemenin ‘temiz, sağlıklı ve sürdürülebilir bir çevrenin bir insan hakkı olduğunu’ belirtmesi, bu karara güçlü hukuki zemin sağlıyor. Böylece, devletler artık birbirlerini sorumlu tutabilecekler. Başta ABD ve Çin olmak üzere tüm BM üye ülkelerinin mahkemenin tarafları olması, kararın küresel etkisini büyütüyor.

Bu danışma görüşü, gelecekte ülkelerin sadece geleneksel konular için değil, çevre konuları yüzünden de uluslararası hukuki süreçlerle karşı karşıya kalabileceklerinin bir işareti. Hatta bu durum, potansiyel çatışmalara bile yol açabilir. Eski BM İnsan Hakları Başkanı Mary Robinson’un belirttiği gibi, bu karar “iklim adaletinin sağlanması ve çevresel sorumluluğun uluslararası hukukta daha merkezi bir rol oynaması adına atılmış kritik bir adım”.