Bu defa oylar Sisi’ye!

Şaka değil. 2019 mahalli seçimlerinde “Sisi’ye değil, Binali’ye” oy vermiş olan seçmenin önemli bir kısmı, önümüzdeki seçimlerde yine AK Parti’ye ve aday olursa Erdoğan’a oy verecek…

Zira “faiz sebeptir” deyince de faiz “yüzde 50”ye çıkarılınca da oy veriyorlar.

Erdoğan 2011’deki hükümet programında “Cumhuriyetin kuruluşundan sonra en büyük modernleşme hamlesi olan Avrupa Birliğine katılım süreci” diye konuşmuştu. (Resmi Gazete 17 Temmuz 2011)

Sonra, 26 Mart 2017’de “Bunlar Haçlı ittifakı” dedi ve yine oy aldı.

LİDER KÜLTÜ

Gelişmiş demokrasilerde de her şart altında partisine destekleyen seçmenler vardır. Ama geniş bir seçmen kitlesi “taraftar” duygularıyla değil, politikalara bakarak oy verir.

Bizde ise bütün partilerde “lider kültü” çok daha etkilidir. Ne yaparsa yapsın lider desteklenir. En fazla “çevresi” eleştirilir. CHP bir ölçüde farklıdır çünkü uzun siyasi hayatında çok lider ve program değiştirmiştir. Daha 1953 Kurultayı’nda CHP’li delegeler İsmet Paşa’nın “Genel Sekreterlik kaldırılsın” şeklindeki tüzük değişlikliği önergesini reddetmişti.

Sağda ise bu tecrübe devamlılığı yoktur. 27 Mayıs belasının en büyük zararlardan biri DP’yi kapatması oldu. Sağda patrimonyal gelenekler de güçlüdür. Her parti, liderinin partisidir.

Hatta yakın zamana kadar Erdoğan’ın karizması, partisinden daha önde, daha etkiliydi.

RASYONEL DÖNEM

Erdoğan’ın çeyrek asra yaklaşan iktidarında iki ayrı dönem vardır.

İlk on yılda, parti programında da yazdığı gibi “lider partisi” değil, “ekip partisi”dir. Erdoğan ve bütün parti belgeleri, “Avrupa kıstasları”nı, “evrensel hukuk”u esas almaktadır. IMF ve Dünya Bankası’yla ilişkiler parti programına yazılmıştır.

Erdoğan, merhum Ergun Özbudun başkanlığında bir liberal hukukçular heyetine “Parlamenter sistem anayasası” taslağı hazırlatmıştır. Partide soldan gelen, liberal sağdan isimler de vardı.

Merkez Bankası’nın bağımsızlığı parti programında yazılmıştı.

Bu dönemde kişi başına gelirimiz 3 bin dolardan on yılda 12.600 dolara çıkmıştır. Türkiye, 25.000 dolara çıkmayı düşünebiliyor, IMF Türkiye’yi “kaplan ekonomi” diyerek övüyordu.

İDEOLOJİK DÖNEM

İkinci dönemde, 2011 seçim zaferi iktidara muazzam özgüven kazandırdı. İçeride sağlanan büyük ekonomik gelişmeye, Arap Baharı’nın uyandırdığı “gönül coğrafyamız” coşkusu da eklenince “yedi düvele” meydan okuma havası oluştu.

Erdoğan, İhvan iktidarı döneminde Kahire Üniversitesi’ndeki konuşmasında “yüz yıllık esaret sona eriyor” diyerek başka bir sübjektif dünya tasavvurunu dile getiriyordu.

Suriye politikasında “Emevi camiinde namaz kılmak”, Mısır’daki darbeden sonra “katil Sisi” söylemi bu dönemin sloganlarıdır.

Burhanettin Duran’ın da yazdığı gibi, bu politikalar Körfez ülkelerinin Türkiye’ye karşı tavır almasına yol açtı. Erdoğan, “topunuz bir Türkiye etmezsiniz” diyerek karşılık verdi. (13 Ekim 2019)

AB artık “Haçlı ittifakı”ydı. S-400 de bu dönemin serüvenidir.

“Faiz sebeptir, nass var” söylemi bu ideolojik dönemin temel özelliklerinden biridir.

Sistem de artık CB hükümet sistemidir.

RASYONEL ZEMİN?

Birinci dönemin on yılında, elbette Kemal derviş reformları temelinde, yılda bin dolar milli gelir artışı ve 220 milyar dolar yabancı sermaye yatırımı gerçekleşti.,

İkinci dönemin on yılında ise 12.600 dolardan ancak 13.110 dolara çıktık! Dünyada böylesine başarısızlık örneği yok.

Suriye politikasında revizyon ve Mısır’la yeniden iyi ilişkiler kurmak elbette doğrudur. Fakat ideolojik siyasetin hasarı çok büyüktür. Bundan ciddi dersler alınmalı.

Ekonomide bu ders bir ölçüde alınmış görünüyor; Mehmet Şimşek’in “rasyonel zemine dönmekten başka çaremiz yok” sözü bütün yanlışları özetliyor. Bir ölçüde diyorum çünkü hiçbir yapısal reform yok.

Dış politikada da sadece Araplarla ilişkiler düzeltiliyor. Batı ile ilişkileri geliştirecek ve ekonomiye büyük katkıları olacak hukuk reformu, özgürlükler, yargı bağımsızlığı, AİHM ve AYM kararlarının bizim anayasamızın gereği olarak uygulanması konularında bir milim gelişme yok.

Çin-Rus patronajındaki BRICS’te kimse insan hakları, hukuk gibi konuları konuşmaz, iktidar kendini rahat hisseder ama BRICS “üyeliğinin” yanlış olduğunu da önümüzdeki yıllarda göreceğiz ve korkarım yine hasarı ağır olacak. Bunu ayrıca yazacağım.