12 Ada Meselesi

Zaman zaman, özellikle siyasi arenada, İkinci Dünya Harbi sırasında İtalya’nın elindeki On İki Ada’nın bize teklif edildiği ve bizim de reddettiğimiz polemik konusu olmuştur. Geçenlerde de nerede okuduğumu unuttuğum bu mealde bir yazı görünce yazmaya karar verdim.

İkinci Dünya Harbi sırasında Cumhurbaşkanı İnönü, büyük bir gayret ve incelikle Türkiye’yi harbin dışında tutmayı başardı. Her iki taraf da (Almanlar ve İngilizler ile Ruslar) Türkiye’yi yanlarına çekmek için Türkiye’ye “havuç” gösterdiler. Türk-İngiliz 1939 ortak bildirisi bunu tetikledi. Almanya’nın Ankara Büyükelçisi von Papen, İtalyan Dışişleri Bakanı’na, İtalya’nın elindeki bazı önemsiz adaların Türkiye’ye verilmesini teklif edince İtalyan muhatabı bunu soğuk karşılamış. Benzer bir “havuç”u Stalin de Türkiye’ye yakın adalar Türkiye’ye verilmeli diyerek gündeme getirmiş.

Alman işgali nedeniyle Yunanistan’dan çekilmek zorunda kalan İngiltere de Midilli, Sakız ve Sisam’ın Türkiye tarafından işgal edilmesini Yunanlılara önerince, Yunanlılar tepki göstermiş ve hatta Almanlara “Siz işgal edin” demişler. Muhtemelen Türkiye işgal ederse çıkmazlar diye endişe etmiş olmalılar.

1941 yılında İngiliz karşıtı, Alman yanlısı bir darbe Irak’ta meydana gelince, Almanlar yandaş darbecilere Türkiye üzerinden silah yollamak için yine ada teklifini sunmuşlar. Ancak buna gerek kalmayınca teklif de ortadan kalkmış.

Stalin, 1941’de İngiliz Dışişleri Bakanı’na önemli olmayan Rodos ve On İki Ada’nın Türkiye’ye verilmesini teklif etmiş. Amaç, Boğazlar meselesini gündeme getirmek.

“9 Eylül Üniversitesi’nden Yeter Menteş’in belirttiğine göre, Gökhan Ak, dönemin İngiliz Dışişleri Bakanlığı arşiv kayıtlarına dayanarak yaptığı değerlendirmede, İngilizlerin, İtalyanların yenilgiye uğrayarak harbten çekilmeleri durumunda Türkiye’nin, İtalyan ve Almanlarla anlaşmak suretiyle Menteşe Adaları’ndan bazılarını işgal edebileceğinden endişe duyduklarını ifade etmektedir!”

“İngiltere’nin, adaları Yunanistan’a vermekte kararlı olduğu anlaşılıyor! Doğan Avcıoğlu’nun belirttiğine göre, bu ittifakın (İngiliz-Türk) imzalanması üzerine, Hitler şu ağır tepkiyi verir: ‘Türkiye’yi Kemal’in ölümünden sonra, budala ve aptallar yönetmektedir!’”

“Gerçekten de Atatürk’ün ‘tarafsız kalın’ uyarısına rağmen, Türkiye’nin İngiltere ve Fransa ile bir ittifak içine girmesinin izahı mümkün değildir.”

Öte yandan, bu iddianın aksine Kemal Paşa’nın “İngilizlerden ayrılmayın” dediğini Dışişleri koridorlarında çok duydum.

Dönemin Dışişleri Genel Sekreteri Feridun Cemal Erkin, hatıralarında “1944 yılında, Almanların işgalleri altında bulunan Ege Adaları’ndan çekilmeye karar verdiklerinde, bu adaları Türkiye’ye devretmek istediklerini bildirdiklerini” yazmaktadır. Erkin, daha sonra Türk Hükümeti’nin bu durumu İngilizlere bildirdiğini; İngilizlerin ise buna kesinlikle karşı çıkarak, adalara askerî nedenlerle kendilerinin ihtiyaç duyduklarını, kendilerinin işgal edeceklerini bildirdiklerini; İngilizlerin bu tutumu karşısında, Türk Hükümeti’nin müzakere teşebbüsünde dahi bulunmadan, Almanlara olumsuz cevap verdiğini; bu kararın bir talihsizlik olduğunu belirtmektedir. (Yeter Menteş, 9 Eylül Üniversitesi).

Harbi kaybeden Almanların bu önerisinin, bence, bir kıymeti yoktur.

O sırada Türk Hükümeti’nin esas derdi, Sovyetlerin Boğazlar meselesini ortaya atmasıydı.

Öte yandan, Yunanistan’ın organizasyonuyla 23 Nisan 1943’te New York’ta toplanan On İki Ada Temsilcileri, Yunanistan’la birleşmek istediklerine dair bir bildiri yayımlamışlardı. 1945 yılının Nisan ayında da Yunan Dışişleri Bakanı, “bu adaların Yunanistan’a verilmesini bekledikleri” açıklamasını yapmaktaydı.

“Zamanın Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras, harp sırasında İtalya tarafından silâhlandırılmış olan Leros ve Rodos adalarının Anadolu’nun güvenliği için yarattığı sorunlara dikkat çekerek, ‘On İki Ada’da, tam istiklâl esasına dayanan, Türkiye, Yunanistan ve İngiltere’nin garantörlüğünde otonom bir yönetim kurulmasını; böyle bir hâl şeklinin Yunanistan ve Türkiye’yi birbirine daha fazla yaklaştıracağını; On İki Ada meselesinin barış konferansında etraflıca müzakere edilmesi için Türk, Yunan ve İngiliz temsilcilerinin katılımıyla, bir komisyon tarafından konunun incelenerek en iyi hâl tarzının aranması gerektiğini’ savunur. Tevfik Rüştü Aras’ın önerileri Yunanistan’da büyük tepkiyle karşılanır. Tan Gazetesi’ndeki bu makalesi nedeniyle Yunanistan’da şiddetle protesto edilen Aras, 8 Ağustos 1945’teki bir başka makalesinde, bu önerilerin kendi görüşleri olduğunu açıklamak zorunda kalır. Ankara’da bulunan Times muhabirinin, Aras’ın yazısının tamamen kendi görüşleri olduğu ve resmî Türk çevrelerinin On İki Ada’nın Yunanistan’a verilmesine itirazları olmadığına dair bir yazıyı gazetesinde yayımlaması sonucunda, Yunanistan basınının yatıştırılmasıyla Yunan kamuoyu sakinleşir.”

“Türkiye, adaların İngilizlerin eline geçmesinden sonra da ihtiyatlı politikasını sürdürmeye devam etti. O sırada Dışişleri Bakanlığı Genel Sekreterliği görevini yürüten Feridun Cemal Erkin, hükümete müracaat ederek On İki Ada’nın kaderinin konuşulacağı konferans nezdinde Türkiye’nin herhangi bir talepte bulunup bulunmayacağını sormuştu. Hükümet, kendi içerisinde konuyu tartıştı. Sovyet Rusya’nın Boğazlarla ilgili tehditlerini de dikkate alarak Erkin’e, ‘Harbe katılmadığımız için ganimetlerden pay almak hakkını kendimizde görmüyoruz, hiçbir teşebbüs yapılmasın’ talimatını verdi (Erkin, 1987, s.488). Feridun Cemal Erkin, hükümetin kararından rahatsızlık duyduğunu belirtmekle beraber sorumlu bir devlet adamı olarak talimatlara uyduğunu ifade eder. Bununla birlikte resmî işler görüşüldükten sonra İngiliz ve Amerikan büyükelçilerine, ‘On İki Ada 400 yıl Türk bayrağı altında yaşamıştır. Camileri, evleri, çeşmeleri ile adalar Türk vasfını taşır. Adaların bazıları karasularımıza o kadar yakındır ki sabah horoz öttüğü zaman sesi bizim sahillerimizden işitilir. Şimdi konferansın bu adaları Yunanistan’a vereceğini öğreniyoruz. Fakat bu Türk topraklarını yabancıya verirseniz Türk milleti kararınızı hazmedemez. Türk topraklarına yakın olanları Türkiye’ye verilsin, uzak olanlar da Yunanistan’a verilmesinin uygun olacağını’ söyler. Amerikan elçisi konu hakkında sessiz kalır. Ancak İngiliz elçisi durumu Dışişleri Bakanı Ernest Bevin’e yazacağını bildirir. Bevin, kendisine yazılan yazıya şu cevabı vermiştir: 

“Genel Sekreter’in (yani Erkin) cevabını dikkatle okudum. Kendisinin şu gerçeği bilmesini isterim ki On İki Ada, Sovyet ve Amerikan Dışişleri Bakanları arasında sırf ırkî esaslara dayanılarak varılan mutabakat üzerine Yunanistan’a verilmektedir. Ben şimdi konferansta konuyu tekrar açsam, pusuda bekleyen Molotov bu fırsattan yararlanarak Boğazlar sorununu masaya getirecektir. Bir işi halledelim derken başka bir gaile açmayı doğru bulmuyorum” (Erkin, 1987, s. 48). Barış Konferansı’nda adaların silahsız olması kararlaştırıldı.

“Sovyetler Birliği ile ilişkileri soğuyan Türkiye; Yunanistan ve İngiltere ile dayanışma içinde olduğunu göstermek için Kasım 1944’te Rodos ve 12 Ada üzerinde hiçbir talep ve iddiası olmadığını açıklar. Prof. Fahir Armaoğlu’nun da doğruladığına göre, “Balkanlar’da Yunanistan’la bir iş birliği sağlamak için, 1944 Kasım’ında, 12 Ada üzerinde hiçbir talep ve iddiamız olmadığı Yunan Hükümeti’ne bildirilmiştir” (“20. Yüzyıl Siyasî Tarihi”, s. 414).

Ben de emekli bir Dışişleri mensubu olarak görüşlerimi nakledeyim. Belirli bir konuyu tartışırken zamanın koşullarına da bakmak gerekir. Türkiye’ye yapılan adalar önerisi büyük ölçüde ciddiyetten yoksundu ve üstelik harbin galipleri arasında bu konuda mutabakat da yoktu.

Hükümet, Boğazlar konusunda olası Sovyet taleplerinden endişeliydi. Sovyetler, 1945 yılında tarafımızdan reddedilen taleplerini ortaya koymuştu. En büyük endişe kaynağı bu idi. Yunanistan harbe girmiş ve Alman işgaline uğramıştı. ABD ve İngiltere’nin gözünde “mağdur” idi. Bu bakımdan adalar konusunda bize nazaran avantajlı bir konumdaydı. Ancak adalar konusunda açıkça ilgisiz olduğumuzu hemen ilan etmek doğru muydu? Benim tereddütlerim bu konuda. Sessiz kalmak daha doğru olurdu gibime geliyor. Erken el açıldı sanki…

Bir başka açıdan bakarsak, geçmişte de denizci bir millet olmadık.