Avrupa hukukuna resmen veda

Yargıtay Başkanı Ömer Kerkez'in yeni Adli Yıl açılışında yaptığı konuşmayı, dikkatle okudum.

Normal olarak kendime böyle eziyet etmem.

Çalışkanlığı ile meşhur olmayan bir ülkedeki havaalanında, zamanında kalkmamayı alışkanlık haline getiren uçağımı beklerken yapacak başka bir işim de yoktu doğrusu.

Kerkez Bey'in bu konuşmasına özel bir önem vererek okumamın nedeni, Yargıtay'daki tartışmalı seçim süreciydi.

Günlerce süren turlar sonunda, Saray'ın küçük ortağıyla yaptığı ittifakı delerek başkan seçilen bir yargıcın hukuk yaklaşımını merak ediyordum.

Sonunu baştan söyleyeyim, bende hayal kırıklığı yarattı.

Konuşmasını kim yazdı bilmiyorum ama Yargıtay Başkanı düzeyinde bir hukukçudan daha derin bir metin beklerdim.

Ömer Kerkez Bey de tıpkı Cumhurbaşkanı ve TBMM Başkanı gibi "yeni bir Anayasa" istiyor.

Bence bir sakıncası yok tabii ki isteyebilir.

"Ülkemizi çok seven ve ülkemiz için en iyisini isteyen herkesin bir araya gelmesi ile ülkemize ve milletimize yakışan bir Anayasa'yı oluşturacağımıza yürekten inanıyorum" diyor.

Ülkemizde yaşayan insanların ezici çoğunluğuyla aynı siyasi görüşte olmadığım bir gerçek ancak aramızda ülke sevgisi bakımından çok fark olmadığını da biliyorum. Sadece sevme yöntemlerimiz ve sevmekten ne anladığımız farklı diyeyim.

Yani Kerkez Bey'in dediği gibi bir ortak payda yok. Bu işler sevgiyle alakalı değil.

Temel bir hukuki metin üzerinde anlaşacaksak bu evrensel geçerliliği olan bir metin olmalı ki "sana göre, bana göre" olmasın!

Yargıtay Başkanı, konuşmasında şunu söylüyor:

"Avrupa hukukuna uyum sağlamaya çalışan bir görüntü yerine, Avrupa ve dünya hukukuna yön veren 'Milli Hukuk Sistemimizi' bir an önce tamamlamak için yoğun çalışmalar yapmamız gerekir."

Buradan anlıyoruz ki Başkan Bey, Anayasa'mıza göre bir üst hukuk metni olan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nden çıkmayı, bunun sonucu olarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin yargılama yetkisini de kaldırmayı amaçlıyor.

Çünkü bunlar "Avrupa hukukuna uyum sağlamak amacıyla", Anayasa'ya girmişti.

Başkan artık açıkça bu yolların terk edilmesini istiyor.

AİHM'nin yargı yetkisinin tanınması ve Türk vatandaşlara AİHM'de hak arama yolunun açılması da "hukukumuzda ileri bir adım" olarak bizlere anlatılmıştı.

Demek ki buradan geriye döneceğiz.

Zaten başında olduğu kurumun bir ceza dairesi, Anayasa'nın açık hükmüne ve Yargıtay Genel Kurul kararlarına rağmen bu "ileri adımları" tanımadığını Can Atalay yargılaması vesilesiyle ortaya koymuştu.

Demek ki Başkan da aynı fikirde.

"Avrupa ve dünya hukuk sistemine yön veren Milli Hukuk Sistemimiz" nedir, kuş mudur, deve midir, ben bilmiyorum.

"Yerli ve milli hukuk" kavramını AKP iktidarı otoriter tek adam yönetimine doğru koşar adım ilerlerken duymaya başladık.

Yargının siyasallaşmasının somut örneklerinden biri olarak Yargıtay Başkanları da yaptıkları konuşmalarda bunu tekrarlar oldular.

Hukukun temel kavramları evrensel geçerliliği olan kavramlar.

Dün icat edilip, bugün kullanılır hale gelmedi, yüzyıllar boyunca gerçek olaylarla da sınanmış bilgilerden süzülerek elde edildi.

Şu millete ya da bu topluluğa ait değiller, insanlığın ortak mirası.

Bunları yok sayıyorsanız aradığınız şey hukuk değil, siyasetin evrensel hukuka aykırı eylem ve işlemlerine hukuki kılıf yaratma çabasıdır.

Kerkez Bey şunu da söyledi:

"Bizler tarihimizle, kültürümüzle, karakterimizle ve adaletimizle nam salmış bir milletiz."

Bunu okuyunca tarih bilgisi konusunda da endişeye düştüm, sanıyorum en son övüneceğimiz şeylerden biri "adalet fikrine olan katkımız" olmalı.

Bu topraklarda hukuk her zaman güçlü olanın hukuku oldu, hak ve adalet birilerinin başkalarına göre daha eşit olduğu bir düzende tecelli etti.

Yargıtay Başkanı'na göre "bugün Avrupa ve dünya, hak ve hukuk konusunda, adalet ve vicdan konusunda, insanlık konusunda sınıfta kalmış".

"Adalet ve vicdan" deyince orada biraz durmasını ve önce uygulanmayan AİHM ve AYM kararlarını, yok sayılan Anayasa'yı hatırlamasını öneririm.

Başkan'ın Avrupa ve dünyayı adalet konusunda sınıfta bırakmasının nedeni Filistin'de bazı Batı ülkelerinin zımni onayıyla gerçekleştirilen soykırım ve etnik temizlik.

Başkan bu suçların cezalandırılması için Allah'tan yardım bekliyor; "ilahi adalette zaman aşımı yoktur" diyor.

Bunu siyasallaşıp AKP – MHP koalisyonunun emrine giren yargı mensupları da hatırlasa iyi olur; yoksa buna inanmadıklarını mı varsaymalıyız?

Unuttuğu şey şu ki beğenmediği "evrensel hukuk", Netanyahu ve çetesini soykırım suçlamasıyla yargılıyor.

Netanyahu ve dinci faşist çetesinin cezası bu dünyada kesilecek ve bizler de bunu göreceğiz.

* * * 

Türklerin saat sevgisi

Türkiye gibi bir ülkenin saat ithalatı niye artar, hiç düşündünüz mü?

 

Bu yılın ilk yedi ayında Türkiye, İsviçre'den 200 milyon dolar değerinde "lüks kategoride" saat ithal etmiş.

Bu rakam son iki yılda saat ithalatında yüzde 28'lik bir artışa işaret ediyor. Bizim ithalatımız bu kadar artarken, İsviçre'nin saat ihracatının toplamda yüzde 2,4 azaldığını da belirteyim ki ithalatımızdaki artışın değeri daha iyi anlaşılsın.

İthalattaki bu büyüklüğe milli geliri bizden çok çok fazla olan ülkeler bile ulaşamamış.

2022 – 2024 yılları 7 aylık dönemlerinde saat alımlarının en çok artıran ülkelerin başında yüzde 41,4 ile Hindistan, yüzde 40,9 ile Meksika, yüzde 32,1 ile de İrlanda geliyor. Onları yüzde 29,5 ile Avusturya ve yüzde 28,2 ile Türkiye takip ediyor.

İsviçre Saat Endüstrisi Federasyonu'nun açıkladığı rakamlara bakınca Türkiye'nin bileğinin hakkıyla bu noktada olduğunu söylemeliyim. Demek ki rabbim verdikçe veriyor.

Türkiye gibi bir ülkenin saat ithalatı niye artar, hiç düşündünüz mü?

Çok dakik bir millet sayılmayız. Uçaklarımız, trenlerimiz, otobüslerimiz tarifelerindeki saatlerde hareket etmezler.

Kişisel ilişkilerde bile şöyle şeyler duyarız: 8 – 8.30 gibi falanca yerde buluşalım.

İkisi arasında yarım saat fark olduğunu bir yana bırakın, "gibi" ifadesi zaten en baştan "ben geç gelebilirim" anlamına gelir.

Onun için saat sevgisini, bununla açıklamamız zor.

Saat, Türkiye gibi yolsuzlukların ve rüşvetin yaygın olduğu bir ülkede en güzel "hediye" sayılır.

Bir memura işleri halletsin diye 50 bin dolar vermenin sakıncaları olabilir ama bir Rolex bu işi pek ala görür.

Mal beyanında belirtilmesi gerekmez, kolayca nakde dönebilir, "oğlanın sünnetinde gelmişti" diye aklanabilir.

"Bu saati nasıl aldın" diye soracak bir ukala çıkarsa, "bu çakma" diye baştan savmak da mümkündür.

Saat ithalatındaki artışın nedeni Türkiye'nin bozulan ahlakında aranmalıdır.