Diplomaside algı ve olgu: Kerkük vakasından esinle

“Olguyu değiştiremiyorsak, algıyı yönetelim.” Herhalde Erdoğan ve onun mukaddesatçı-milliyetçi yahut ikisinin harmanı düpedüz müstebit yönetiminin değişmez mottosu bu. Aynı algı ile olgu çelişkisinin fırsatçı esnaf zihniyetiyle yaklaşılan dış politikaya da yansıdığını iddia etmek herhalde abartılı olmaz. Aslında bu yaklaşımın siyasette de hatta diplomaside de yeri olduğu belirtilebilir. Bu yordama başvurmanın ancak palyatif yani geçici veya üstünkörü bir önlem oluşturacağı, bu yoldan ancak “sözde” bir çözüme varılabileceği kabul edildiği takdirde.

Geçen hafta Irak’la varılan mutabakatı bu gözle ele almaya çalışmıştım. Dosyayla ilgili salonda ve doğrudan alanda görev yaparak sözkonusu uzlaşıyı kotaran diplomatlarımızı eleştiriden sakınmaya da çabalamıştım. O yazının ya pek ömürsüz veya aksine oldukça öngörülü olduğunu Kerkük’te Aksungur İHA’nın düşürülmesi vakası sanırım yeterince ortaya koydu. Olayın üzerine Dışişleri Bakanlığı’nca paylaşılan resmi açıklama ise hakikaten gülünç kaçtı. Zira ne dediği de kimi muhatap aldığı da pek anlaşılmıyordu.

Düşünün ki dün en üst düzeyde ve olabildiğince geniş yelpazeden karar alıcıların katılımıyla yirmi yıldan fazla süredir tam anlamıyla “mecalsiz” kalmış komşu devletle güvenlik işbirliği alanında yani terörle mücadele konusunda yani PKK’ya karşı bir uzlaşıya varıyorsunuz. Ertesi gün aynı devlet silâhlı kuvvetlerinize ait İHA’nızı düşürüyor. Üstelik olayın gerçekleştiği yer de PKK ile ilişkilendirilemeyecek Kerkük. İHA’nın düşürülmesi ayrı, İHA’nın orada bulunmasının meşruiyeti ayrı sorunlar.

Önce (anlaşılabildiği kadarıyla) bölgesel yetkileri olan Tuğg. Abdüsselam Hamudi Ramazan diye bir Irak ordusu mensubu komutan çıkıp, tuhaf jestlerle hatta fenalık geçirmek üzereymiş gibi bir havada konuşarak ancak böbürlendiğini de saklamadan İHA’nın düşürenin kendileri olduğunu belirten bir görüntülü açıklama yapıyor. Düşürenin Irak ordusu envanterinde bulunan Rus yapımı Pantsir hava savunma sistemi olduğu, ateşleme anını da gösteren videolarla paylaşılıyor.

Derken, anılan komutanın gözaltına alınıp, sorgulanmak üzere Bağdat’a götürüldüğü öğreniliyor. Son olarak da, İHA’nın bölgede görev yapan ABD ve Fransa kuvvetlerinin de bulunduğu K1 üssündeki Fransız yapımı Aster hava savunma sisteminden ateşlenen füzeyle düşürüldüğü iddiası ortaya çıkıyor. Doğal olarak olay yeri Kerkük olunca Ankara’nın PKK konusunda itiştiği KYB ve İran’ın da olayda parmağı olabileceği değerlendirmeleri de yapılıyor.    

Bunların hepsi birden parça parça doğru olabilir. Kesin olan, yarın da benzer bir durumun ortaya çıkmayacağının güvencesinin bulunmadığı. Yine kesin olan, Bağdat’ta Ankara’nın telefonuna yanıt verecek tek bir telefon numarası da olmadığı. Çok parçalı ve kimin eli kimin cebinde belirsiz Bağdat’ın ülke genelinde egemenlik iddia edemediği de ortada. Ayrıca ne mutabakat zaptı ne dönüp habire BM kurucu antlaşmasındaki özsavunma maddesine atıf, “terörle mücadele” gerekçesiyle komşu ülkenin hava sahasının ortasına kadar gitmenizi açıklar.

Maalesef muhalefetten “bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu” yollu olsun bir eleştiri duymadık Kerkük’te düşürülen İHA’mıza ilişkin. Yine muhalefet bir süre önce İstanbul Milletvekili (e.) Büyükelçi Namık Tan’ın (CHP) “Mavi Vatan” konusundaki yerinde çıkışına yönelik yaygarayı göğüslemekte zorlanırken, TCG Anadolu’nun Doğu Akdeniz’de üstelik de GKRY’nin Limassol limanında konuşlu ABD görev gücüyle ortak tatbikat yapmasını da gündemleştiremedi. Tatbikatı yanlış bulduğum için değil. Tutarsızlığı ve TCG Anadolu’nun güvertesine ilk inişi ABD deniz piyadelerinin Osprey uçaklarının yapmasını teşhir için.   

Yönetimdeki tekfirci karadüzencilerin mottosu içeride ve dışarıda “Olguyu değiştiremiyorsak, algıyı yönetelim” ise, istibdatı bitirmek dışındaki tüm muhalif politika önerileri aksesuar. Gerçeküstü bir örnek verelim: Evinizde yangın çıkmış, itfaiyeyi aramışsınız. İtfaiye yerine DASK poliçesi satan bir sigortacı bahçenizde beliriyor. Benzer bir örnek daha: Bir deprem oturduğunuz yapının temellerini sarsmış, yaşamsal statik sorunu var. Ya güçlendirme ya kentsel dönüşüm yapılması zorunlu. Üçüncü halin olmazlığı geçerli. O yola gidebilmek üzere, iki yöntemin de günah olduğunu düşünen dindar kat maliki komşuları ikna amacıyla önce bodruma mescit önerisi gündeme alınıyor yönetim kurulu toplantısında.

İşte fındık, atanamayan öğretmenler vb. tematik mitingler düzenlemek, yaz günü akşam 21:00’da ışık aç-kapa eylemi yapmak bana yukarıdaki absürt örnekleri çağrıştırıyor. “Çoban ateşleri” güzellemeleri de sanırım artık dolaşımdan çıktı. Çünkü çobanlık zor iş. Biliyorsunuz Afganistan’dan çoban getiriliyor. Ateş yakmak da yerine göre ama çoğu zaman sakıncalı olabiliyor. Dolayısıyla Taksim’deki isimlerini ezberlediğimiz otellerde çalıştay düzenlemekle “çoban ateşleri” yanmıyor.

Kavala, Demirtaş, Atalay, uyulmayan AYM kararları ve meclis kürsüsüne saldırı gibi konuların fındıkla, öğretmen atamasıyla aynı kefeye koyulamayacağı açık değil mi? Başına sıfat getirmeden kendine “demokrat” diyen herhangi bir yurttaş, bir siyasetçi, bir lider her gün bu anayasasızlık durumunu gündemde tutmaya uğraşmaz mı? Ben de biliyorum bu konuların çoğunluğun umurunda olmadığını. Ama anayasası olmayan ülkede siyasetin anlamı yok.

Bir yerden başlamak gerek. CHP’nin yeni yönetimi 31 Mart kredisini tüketiyor mu bilemem ama 31 Mart heyecanını öldürdüğü kesin. Mecliste yeterli çoğunluk olmadığı için erken seçim istememek de tipik bir anti-politika örneği. Sanki “Sokağa çıkıp cam çerçeve mi indirelim?” çıkışması ile “Tatava yapma bas geç!” dayatması arasındaki cehennemde sıkışmışlık durumu geri geldi. CHP’nin 31 Mart galibi yeni yönetimi kulağının üzerine yatmaya kalkarsa, en ufak canlı muhalefet filizinin üzerine koşarak gelip ölü toprağı serpen ve “seçimi bekleyeceğiz tıpış tıpış gidip oyumuzu vereceğiz” yaklaşımıyla tanınan Kılıçdaroğlu’nun siyasal akıbetiyle toptan karşılaşabilir.

Muhtemelen siyaset profesyonelleri neyin işleyip neyin işlemediğini Starmer, Harris, Sanchez vb. örneklere ve ellerinde bizlerde olmayacak çözünürlük ve hacimdeki verilere bakarak daha iyi görüyordur. Buna karşılık onların da görmeleri gereken burada oralardaki çoğulcu ve anayasa temelli demokratik zeminin yokluğu. Önce o zemini yaratmak zorunlu. Yoksa Fidan Brüksel’e gidecekmiş, Irak’la mutabakat zaptı yapılmış, Ankara’dan abim gelmiş evde bir bayram havası gibi zevzeklikler etmek benim de işime gelirdi.