Son olaylar karşısında muhaliflerin bile, Mehmet Şimşek’i desteklediğini söylemek mümkün.
Öyle ki, Hazine ve Maliye Bakanı’na yönelik eleştireler daha çok kendi partisi içinden gelirken, muhalefet Mehmet Şimşek’e daha çok sahip çıkan bir görüntü içinde.
Ben kendimi de bu grubun içine sokabilirim.
Bunun nedeni Şimşek’in izlediği politikaların kusurlu olması ya da ülkeyi uçuracak olması değil.
Sadece AKP içindeki “ehvenişer” olması.
Gençlerin anlayacağı dille yazmak gerekirse, “kötünün iyisi” olması.
En azından ne yaptığını biliyor olması.
Hiç değilse ülkeyi daha derin bir uçuruma düşürmeden, düştüğü hendekte, sonsuz bir uçurumun kenarında tutmaya çalışması.
O da giderse, Türkiye’nin tam bir felaketle karşı karşıya kalacağının bilinmesi.
Çünkü Şimşek’in alternatifi “Şahap Kavcıoğlu kafası”.
Yani Türkiye’nin başına Kur Korumalı Mevduat belasını saran, düşük faizin enflasyonu düşüreceğine gerçekten inanarak yüzde 19 olan enflasyonun 100’lere, gerçek faizin yüzde 60’lara, dolar faizinin dünya ortalamasının 10 katına çıkmasına neden olan kafa.
Şimşek’in “kerhen” de olsa desteklenmesinin tek nedeni, alternatifinin tam bir felaket olması.
Peki Mehmet Şimşek Türkiye’yi kenarında durduğu uçuruma düşmekten kurtarıp, yuvarlandığı derin hendekten çıkarabilir mi!
Hiç zannetmiyorum.
Aklı başında kimse de zannetmiyor.
Çünkü Mehmet Şimşek sadece ve sadece yarım uyguladığı para politikaları ve yine yarım yamalak uygulayabildiği maliye politikaları ile durumu idare etmeye çalışıyor.
Gelişmekte olan ve yıllardır orta gelir tuzağı içinde kıvranan bir ülkenin ekonomik bunalımdan çıkması bu politikalar ile sağlanamaz.
Hele yarım yamalak olunca hiç sağlanamaz.
Yarım yamalak maliye politikası diyorum.
Çünkü yarım yamalak. Maliye politikası bir ülke ekonomisinin yönünü vergi ve kamu harcamaları yoluyla belirlemek demek.
Sizce Mehmet Şimşek bunu yapabiliyor mu, daha doğrusu bunu yapacak yetkisi var mı!
Maliye politikaları açısından bakınca vergi uygulamasındaki talepleri Saray’a takılıyor, kamu harcamalarını yönlendirme arzusunu beyan dahi edemiyor.
Kamuyu tasarrufa yönlendirme yetkisi olmadığı gibi, kamu kaynaklarının nereye harcanacağı konusunda da yetkisi yok.
Para politikaları açısından da ülkeye kaynak girişini sağlamak için en önemli etken olan adaleti sağlama gücü yok, Merkez Bankası’nın tam kontrolü kendisinde değil, tüm politikaları üzerindeki iki dudağın arasına sıkışmış bir geleceğe sahip.
Daha da önemlisi ülkenin sanayi politikası yok, tarım politikası yok, üretimi arttırma politikası yok, sağlıklı bir teşvik politikası yok, rekabet politikası yok ve bu politikaların oluşturulmasında Şimşek’in bir gücü veya etkisi de yok.
Türkiye’yi bir fabrika olarak düşürsek, Mehmet Şimşek muhasebe müdürü.
Ama ne üretimi, ne satışı, ne üretim teknolojisini, ne pazarlamayı, ne insan kaynaklarını de de reklamı denetleyebiliyor.
Pazar payı kalmamış, personeli verimsiz, teknolojisi eski, yatırım yapma gücü olmayan, yapabildiği yatırımı da rekabete ve satışa dönük gerçekleştiremeyen bir sanayi tesisini sadece muhasebe teknikleri ile ayakta tutmaya çalışan bir muhasebe müdürü.
Personelin maaşını hâlâ ödemeyi becerebildiği, tesisin kullandığı kredileri hâlâ geri ödemeyi başarabildiği ve patronun lüks hayatının giderlerini hâlâ bir şekilde karşılayabildiği için de ehvenişer olan ve şirkete kredi kullandırmış bankaların da “Bu muhasebeci fena değil, patron ve çocuklarına kalsak krediyi de geri alamayız” dedirten bir muhasebeci gibi.
Anlayacağınız Mehmet Şimşek Abdurrahman Çelebi’dir.
Çünkü AKP’de artık koyun falan yoktur. Dahası Şimşek’ten başka Abdurrahman Çelebi de yoktur.
Filistin ligine yollanırsın
Dün Galatasaraylı taraftarlardan epey bir teşekkür aldım.
İki yıldır hiçbir önemli maç arifesinde bilet bulamayan ve karaborsacıların kucağına itilen taraftarlar, Hayrettin Kozak ve benim deşifre ettiğim kulüp içi rezaletten sonra ilk kez bir büyük maça bilet bulabildiler.
Her nasılsa, ilk kez biletler satışa sunulduktan 10 saniye sonra tükenip, taraftar karaborsadan kazıklanmaya zorlanmadı.
Bizim yazdıklarımızdan sonra kulüp içi çetede ciddi bir panik var ve savcı A. A. vasıtasıyla yargı üzerinde etki kurup, soruşturmaları engellemek veya yönlendirmek istiyorlar.
Bu arada futbol takımı da dün gece felaket bir futbol ile Şampiyonlar Ligi’ne ve 30 milyon avroluk gelire veda etti.
Görünün o ki, şampiyon takımın gazı kaçmış. Erden Timur’u harcayarak bu duruma sebebiyet veren çete ve onların kontrolündeki Başkan Özbek kına yakabilirler.
Galatasaray, kendi kötü futbolunun yanı sıra hakemlere de bağlıyor elenmesini.
Okan Buruk bunu açık açık söyledi.
Gerçekten de Galatasaray’ın ilk maçında Abdülkerim’in hareketine hem penaltı hem kırmızı kart gösteren hakem kendi liginde aynı pozisyona ne penaltı verdi, ne de sarı kart gösterdi.
Belli ki, UEFA Galatasaray’ı pek istemiyordu en üst ligde.
Peki niye?
Yanıtı basit.
Avrupa futbolunun patronu futbolda siyaset istemiyor. Hele hele İsrail karşıtı siyaset istemiyor.
Ancak Galatasaray’daki bilet skandalının diğer bacağı olan taraftar grubu, tribüne siyaseti dibine kadar sokuyor.
Galatasaray Şampiyon Ligi’nden elendiyse bunda kötü futbol kadar, Galatasaray tribünlerine asılan pankartların de etkisi vardı.
“Free Palestine” ve Gazze pankartları ile donatılmış tribünler ne Gazze’nin işine yarar ne de Galatasaray’ın.
Tam aksine, tüm Türk takımlarının ama özellikle Galatasaray’ın başına dert açar, Avrupa futbolundan dışlanmasına neden olur.
Yönetimin karaborsacılık ve diğer yöntemlerle desteklediği taraftar gurubunun liderinin şahsi görüşleri ve tarikat, cemaat ilişkileri Galatasaray tribünlerine yansıtılamaz.
Bunu yansıtmalarına izin verilemez.
Siyasetle ve şimdi de siyasetin kontrolündeki adalet ilişkilerini bu görüntü ile yürütmek isteyen yönetim, bu işin de sorumlusudur.
Sen oraya o pankartları asarsan, asmalarına izin verirsen, UEFA da sana “Git o zaman Palestine liginde oyna” der.
Gazze’de olanlar hepimizin canını acıtıyor.
Ama bunu anlatmanın yeri Galatasaray tribünleri değil.
NOT: Galatasaraylı taraftar “Ne oldu da birkaç içinde her şey bu kadar değişti?” diye soruyorlar. Yanıt çok basit. Erden Timur gitti. Dursun Özbek aslına rücu etti. Şu anda kulübü büyük oranda GSİAD, Metin Öztürk ve Galatasaray Lisesi’nden dönemdaş olan bir klik yönetiyor. Bunlar hem Galatasaray Spor Kulübü’nü batırıyorlar hem de Galatasaray Lisesi’nin arkasına saklanarak şahsi menfaat elde ediyorlar.
Bir saat, bir köy evi, bir tebrik mesajı
Önüme bir sosyal medya paylaşımı düştü.
Taha Hüseyin Karagöz’ün bir paylaşımı.
Ekrem İmamoğlu’nu hedef almış ve “Ekrem İmamoğlu’nun saatini müzayedeye koysanız bir mahallenin kentsel dönüşümünü yapabilirsiniz” demiş.
Belli ki ne saatten anlıyor ne inşaattan.
Kastettiği saat İmamoğlu’nun bir televizyon programında kolunda görülen ve eleştirilen IWC Portugesier Perpetual saat.
İmamoğlu’nun dillere pelesenk olan bu saatinin afişe fiyatı 35 bin dolar civarı.
Pazarlıkla 25-30 bin dolar civarında bir fiyata alınabilir.
Müzayede koysanız edeceği para ise 10 ila 15 dolar arısını zor geçer.
Yani 350 ila 500 bin TL arası.
Hadi AKP’li trolü kırmayalım ve saati piyasa fiyatından hesaplayalım. 1 milyon 200 bin TL edeceğini varsayalım.
Bununla bir mahallenin kentsel dönüşümünü yapmak mümkün mü bakalım.
Bence pek mümkün değil.
Bunu ben değil, iktidarın maliyetleri söylüyor.
Deprem bölgesinde AKP’nin yaptırdığı köy evlerinin tanesi 1 milyon 200 bin TL’ye mal oluyor.
Yani arsa payı olmadan AKP’nin köy evi maliyeti bu. Müteahhitlere üç aşağı beş yukarı bu para ödeniyor.
Demek ki, İmamoğlu’nun saati bir AKP’li müteahhidin köy evini yaptığı fiyat.
Bence Ekrem Bey saatini müzayedeye koyup, gelen para yeterse deprem bölgesinde bir köy evi yaptırsın konu da kapansın.
Söz Taha Hüseyin Karagöz adlı trolden açılmışken aklıma Özgür Özel geldi.
Karagöz yaz başında Özgür Özel’e gitmiş ve düğün davetiyesi vermişti.
Özgür Özel de kendisinden sitayişle bahsetmişti.
Şöyle bir baktım Özgür Özel düğüne katılmış mı diye.
Katılmamış.
Ama tebrik mesajı yollamış!
NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?
Spor kulüplerine kendimizi zengin etmek için değil, kulübü zengin etmek için yönetici olduğumuz zaman.