Şuur

Armağan Çağlayan, televizyondaki programında Kemal Kılıçdaroğlu’nu ağırlıyor.

Programın bir yerinde “Fatih Altaylı sizi AKP’nin adamı olmakla suçluyor” diyor.

Kılıçdaroğlu bütün kifayetsizler gibi soruya soruyla yanıt veriyor ve “Fatih Altaylı iktidara benim söylediklerimi söyleyebiliyor mu?” diyor.

Armağan Çağlayan son derece doğal biçimde “Söylüyor” deyince program bitiyor.

Kemal Kılıçdaroğlu bitiyor.

CHP’nin eski genel başkanı ve yeni genel başkanlık heveslisi başarısız siyasetçi Kemal Kılıçdaroğlu işte tam da böyle bir şuur abidesi.

Ülkede olan bitenden bu denli habersiz yaşayan bir sözde siyasetçi.

Bu köşeyi her gün 1 milyon tekil izleyici ziyaret edip okuyor.

Her gün yaptığım Youtube programı Youtube’un en çok izlenen siyaset programı. Günde 3 milyonu aşkın tekil kullanıcı Youtube’da bu programı izliyor. İktidar trolleri her gün bu programı hedef alarak saldırdıkları için, bu programın içeriği nedeniyle neredeyse haftanın 5 günü sosyal medyada trending topic dedikleri TT oluyorum.  

Kemal Kılıçdaroğlu elbette beni izlemek, dinlemek, okumak zorunda değil ama bu kadar popüler olmuş ve gündem belirleyen bir programdan, bir olaydan haberi dahi yok.

“Benim söylediklerimi söyleyebiliyor mu?” diye bir soru soruyor.

Ve yanıtı beklediği gibi olmayınca da susup kalıyor.

Acı olan şu ki, bu bilgisizlik, bu cehalet düzeyi, bu gündemden kopuk zihin Türkiye’nin geleceğinde söz sahibi olmak istiyor, 13 seçim yenilgisi ve Türkiye’yi göz göre göre AKP zihniyetine teslim ettiği yetmiyormuş gibi yeniden CHP’nin başına geçme hayalleri kuruyor.

Belli ki, kendisine oluşturduğu kötü bir çevrenin kendisine aktardıkları dışında memlekette ne olup ne bittiğinden zerre haberi yok.

İzlemiyor, bilmiyor, duymuyor, görmüyor.

Kemal Kılıçdaroğlu gerçekten bir facia.

Katıldığı son programımda, dönemin bakanlarından biri hakkında atıp tutmuş, reklam arasında kanalın yöneticilerinden Kürşad Oğuz gelip kendisine “Bakan Karaismailoğlu bağlanıp size yanıt vermek istiyor” demişti.

Benim “Bağlanmasın. O atanmış, siz seçilmişsiniz. Çok istiyorsa başka bir programa katılıp iddialara yanıt verir” diye uyarmama rağmen, yanındaki milletvekilinin de arzusu doğrultusunda Kılıçdaroğlu “Bağlayın yayına. Bağlandığına pişman olur” demiş ve daha sonra Karaismailoğlu karşısında dut yemiş bülbüle dönmüştü.

Ve uyarıma rağmen kabul ettiği bu bağlantının faturası bana çıkmıştı.

Şimdi daha iyi anlıyorum Kılıçdaroğlu’nun o gün bu “aymazlığı” niye yaptığını.

Dünyadan haberi olmayan, yanındakiler tarafından çok kolay yönlendirilen, neyin ne, kimin kim olduğu hakkında en ufak bir fikri olmayan, sadece yaşı değil, tavrı ve davranış modeli de yaşlı, çağdışı bir siyasetçi.

Hâlâ genel başkanlık hayali görüyor olması, hâlâ Türkiye’nin gündeminde kalması ise yanındaki hırsız taifenin başarısı ve emin olun bizim ayıbımız.

Nerdesin nerde

Başlık şarkı sözü gibi oldu ama gerçekten merak ettiğim için soruyorum: “Özgür Bey neredesin nerede”

CHP Genel Başkanı bir süredir kayıp.

Bir ara Paris’te ortaya çıktı ama yine kayboldu ve kendisinden bir süreden beri haber alınamıyor.

Sosyal medya hukuksuz biçimde yasaklandı. Sesi soluğu pek çıkmadı.

Ne olduğunu bilmediğimiz pazarlıklar sonucunda açıldı. Yine ses vermedi.

İktidar vekilleri bir başkasının yasaklanması için uğraşıyor. Yine muhalefet liderinden ses yok.

Tarihin gördüğü en müsrif iktidar, kendisinin de gittiği Paris’teki tanıtım organizasyonu için CHP’li belediyeyi suçladı. Hâlâ ses yok.

Kahramanmaraş’ta iktidara yakın suçluları korumak için bilirkişi raporları değiştiriliyor. Ses yok.

Hatay’da türlü tezgahla milletin malı mülkü talan ediliyor. Ses yok.

Çiftçi sokaklara dökülmüş. Ses yok.

Kavun karpuz üreticisi malını satamadığı için halka dağıtmış. Ses yok.

Sokak röportajında iktidar aleyhine konuşan bir kadına dava açılması belki kabul edilebilir ama kadın tutuklanıyor. Buna da ses yok.

Özgür Özel hayatta mı!

Hâlâ öyle biri var mı!

Kaçırılmış olma ihtimali üzerinde duruluyor mu!

Çünkü bu kadar sessizlik normal değil.

Ha belki de “AKP’ye bir şey yapmaya gerek yok. Kendi kendini bitiriyor zaten” diye bir yaklaşımı benimsemiş olabilirler.

Doğrudur.

AKP kendi kendini bitiriyor ama yerine kimin geleceğine halkın karar vermesi açısından bile bir muhalefet gerekmiyor mu sizce!

Medal per Capita’da Gürcistan’ın 20’de biriyiz

Paris Olimpiyatları, Türkiye açısından tam bir felaketle sonuçlandı.

Tüm spor tarihimizin en başarısız olimpiyatı.

Aslında AKP zihniyetinin aynası.

Liyakatsiz yönetimlerin yarattığı sonuç.

Başka alanlarda anlaşılması daha uzun süren ve bazen de ancak ülke battıktan sonra anlaşılan bir durum sporda çok daha kolay ortaya çıkıyor.

Federasyonlara işin ehlini, liyakatliyi atamayıp, kendi kifayetsiz muhterislerini atayınca sonuç bu oluyor.

Sporcuların burada hiç suçu yok.

Onlar bir ömür adayıp, çalışıp çabalayıp oraya kadar gelmişler. Ama organizasyon, lobi, yönetim olmayınca sporcunun yapacağı da bir yere kadar.

Bırakın yabancı dili, Türkçe dahi zar zor konuşan birini sırf “AKP’ye yakın” diye federasyonlara yönetici yapınca sonuç kaçınılmaz olarak bu oluyor. Uluslararası federasyonlarda etkin olmuyor, o zaman da daha kura aşamasında madalyanı elinden alabiliyorlar. Güreş, boks gibi dallarda bir hakem oyunu ile madalyadan olabiliyorsun.

Çünkü sahadaki genç dışında işin içinde yoksun.

Bu arada Olimpiyatlar’ın en başarılı ülkesi hangisi sorusunun yanıtı kolay değil.

Düz baktığın zaman yıllardır olimpiyat oyunlarında ABD, Çin, Japonya, İngiltere en başarılı ülkeler gibi görünüyor.

Ancak şimdi yeni bir gözle olimpik başarı değerlendiriliyor.

“Medal per capita” yani “kişi başı madalya”.

Çin’in aldığı madalya sayısını 1 milyar 400 milyonluk nüfusuna, ABD’nin madalya sayısını 340 milyonluk nüfusuna böldüğün zaman madalya başarıları ayrı bir gözle görünmeye başlıyor.

Bu gözle bakınca Paris 2024 Olimpiyatları’nın en başarılı ülkesi Grenada.

112 bin nüfuslu ülke 2 altın madalya almış. 56 bin kişi başına bir madalya.

Onu yine bir Karayipler ülkesi Dominik izliyor. 67 bin nüfuslu ülke 1 madalya almış.

Sonra yine bir Karayip ülkesi Santa Lucia 92 bin kişiye 1 madalya.

4. sırada Yeni Zelanda var. 20 madalya ile 266 bin kişiye bir madalya.

Sonra sırası ile Bahreyn ve Jamaica, ardından Yeşil Burun Adaları geliyor. 

Macaristan 19 madalya ile 504 bin kişiye bir madalya, Avusturalya 53 madalya alırken, 516 bin kişiye bir madalya, Gürcistan ise 7 madalya ile 527 bin kişiye bir madalya almış ve başarı sıralamasında 10. sırada.

Peki Türkiye’nin durumu ne!

8 madalyamız var.

88 milyon da nüfusumuz.

Yani 11 milyon kişiye bir madalya almışız. Gürcistan bizden 22 kat başarılı.

Şimdi anladınız mı liyakatsizliğin sonucunun ne olduğunu!

Bilgi kirliliği ve kalitesizleşen dünya

Celal Şengör dostum yayınlamam ricası ile yine bir mektup gönderdi. Eğitim kalitesindeki düşüşten TSK ile ilgili gözlemlerine kadar geniş bir yelpazedeki fikirlerini kısa bir yazı ile paylaşmış. Buyurunuz…

“Sevgili Fatihciğim,

Eskiden okullardan ve üniversitelerden alınan diplomanın çok olumlu bir anlamı vardı. Sebebi, o diplomayı veren müessesenin kaliteli hocaları ve talebeye sundukları imkânlarıydı: laboratuarlar, kütüphaneler vs. Kütüphanelerdeki kitaplar kaliteli yayınevleri tarafından hakemlere inceleterek yayımlanan kitaplardı. Bilimsel dergiler de öyleydi.  Şimdi ise her şey internette. Hakemi yok, kontrolu yok. Bilgi, bilenlerin dışına taştı, bilgi olmaktan çıktı, yalan oldu. Geçenlerde doktora hocam Prof. Dewey ile konuşurken (kendisi şu anda 87 yaşında) “İyi ki 20 yaşında değilim” dediydi. “Bu kalitesiz dünyada nasıl yaşardım bilemiyorum”. Dewey üniversiteye giderken jeoloji 3 yıllık bir programmış. 3 yıl boyunca hiç imtihan yokmuş. Sonunda tüm konuları kapsayan tek bir imtihan. Geçtin geçtin, geçemedin üniversite hayatın bitiyor. Bunu çok acımasız bulanlar var. Ama işte Dewey gibi, Kevin Burke gibi, Dan McKenzie gibi dünya çapında bilim devleri o acımasız sistemin ürünleri. Ama o zamandan bu yana İngiltere’de de eğitimin kalitesi önüne gelen aptala da diploma verebilmek için sürekli düşürüldü. Doksanlı yıllarda McKenzie bana Cambridge’in öğrenci kabul kıstaslarını üç kez düşürmek zorunda kaldığını söylediydi. Hükûmetin baskısıyla. Bir ülkede ne zaman politikacılar ellerini bir konuya atsalar o konu bir daha iflâh etmiyor. 

Ülkemizde de bir taraftan Millî Eğitim Bakanı orta eğitimi perişan ederken, Yüksek Askerî Şûra da ordumuzu perişan etmekle meşgul. Sakın Saygı Öztürk’e verilen cevapları ciddiye alma (Herhalde Saygı Bey de almamıştır ya). CHP Genel Başkan Yardımcısı Yankı Bağcıoğlu’nun “Emekli edilenler Atatürkçü subaylar” ifadesi yerden göğe doğru, zira ben en azından Hava Kuvvetleri’ni iyi biliyorum. Emekli edilenler kuvvetin en kıymetli subayları. Tutulanlar, rivayete göre, “Ben din subayıyım” diyenler. Terfi eden 10 tuğgeneralden sadece biri kurmaymış. Daha ne diyeyim? Etrafımız ateş çemberiyken kendi elimizle ordumuzu yok ediyoruz. Ama Askerî Şûra’da asker bırakmaz, orayı politikacılarla doldurursan, o şaşmaz kural işler: politikacı girdi mi, kurumun kalitesi düşer. Ne kadar çok politikacı o kadar az kalite. 

Bir gün, artık ortada Türkiye kalmadığı zaman, “Biz ne etmişiz!” diye dizini dövecek kalitede adam kalmış olacak mı? Kim bilir? Belki.”

NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?

Batıran yönetimle devam edenlerin küme düşmeye mahkum olduğunu bildiğimiz zaman.