Geçen haftanın en çok konuşulan haberlerinden birine her zamanki gibi Tolga Şardan imza attı ve iki yabancı uyruklunun ikametinin İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya’nın Ankara’daki evine kayıtlı olduğunu ortaya çıkarttı.
Ardından İçişleri Bakanı 729 bin Suriyeliyi adreslerinde bulamadıklarını açıkladı.
Bu iki haber de sınırlarımızı elek haline getiren iktidarın, ciddi güvenlik zafiyetleri yaratacak uygulamalarla ilgili beceriksizlik ve duyarsızlıklarını bir kez daha gözler önüne serdi.
Suriyeli sığınmacılar tamamen ayrı bir dosya. Bir de işin yabancılara uygulanan vize boyutu var. Gevşek uygulamalar nedeniyle, deyim yerindeyse önümüze gelene vize vermeye başladık. Bunda beceriksizlikten ziyade, yandaş şirketlerin cebi dolsun anlayışı rol oynadı.
Malum, Türkiye özelikle son 15 yılda hem kendisi göçmenler için çekim merkezi oldu hem de kendilerine Batı’da daha iyi bir gelecek yaratmak isteyenler için transit noktası oldu. Bu da vize politikalarının günün şartlarına uyarlanmasını gerektirdi. İktidar konsoloslukların yükünü azaltmak için aracı şirketler kullanmaya başladı.
Bu noktada “ne, nasıl yapılır?” için Türkiye’nin çok da uzağa gitmesine gerek yoktu. Batılı ülkeler yıllardır Türk vatandaşlarını çok sıkı vize uygulamalarına tabi tutuyor. Onların çalıştıkları Türk firmaları örnek alabilirlerdi.
Misal, bir batılı ülkenin İçişleri Bakanlığı, Ankara, İstanbul ya da yetkili vize merkezi bulunan herhangi bir şehirde vize için başvuran Türk ya da başka ülke vatandaşlarını anlık olarak takip edebiliyor. Bir Türk vatandaşı daha parmak izi verirken ya da resmi çekilirken başvurduğu ülkenin ilgili birimi tarafından takip edilebiliyor. Zira vize başvuru merkezi ile o ülkenin ilgili birimleri entegre olmuş durumda.
Bizde daha İçişleri’nin bünyesinde görev yapan nüfus ve vatandaşlık sistemi ile göç ve ikamet işlemlerinin yönetildiği sistem birbiriyle entegre değil. O nedenle ülkenin İçişleri Bakanı’nın evine yabancıların kayıtlı çıkması gibi bir skandalla karşılaşabiliyoruz. İçişleri Bakanlığı’nınki beceriksizlik mi, duyarsızlık mı bilemiyorum.
Dışişleri Bakanlığı’nın sorumluluğu altındaki vize uygulamalarındaki gevşekliğin ardında beceriksizlikten çok bilinçli duyarsızlık, “Al parayı, ver vizeyi” görüşü var.
Çünkü dünyanın herhangi bir yerinde Türk vizesi için başvuru yapan kişiyi anlık olarak Dışişleri ya da İçişleri’nde takip etmek için, doğru şekilde filtreleme yapabilmek için size o imkanı teknolojik olarak sunan, gerekli donanım ve tecrübeye sahip şirketlerle çalışmanız lazım. Teknoloji için o şirketin yatırım yapması, yani kesenin ağzını açması, masraftan kaçınmaması lazım. İktidar bu türden hizmet verecek donanımlı ve deneyimli şirketlerle çalışmak yerine, Ak Partililerin yakınlarının bağlantılı olduğu iddia edilen, gerekli kriterlere sahip olmayan şirketlerle çalışma yoluna gitti. Sonuç ortada. Vize bariyeri nedeniyle biz Batı’ya gidemiyoruz ama öte yandan Ortadoğu, Orta Asya, Asya, Afrika’dan gelenlere de set çekemiyoruz.
“Peki ne kadar çok vize verirsek, o kadar çok para kazanırız” diyen şirketler mi sorumlu, yoksa onları seçen ve gerekli yönlendirmeyi yapmayan iktidar mı?
X bölgesinde faaliyet gösteren şirketlere o bölgeye dönük kararlaştırılmış vize politikalarına dair bir brifing veriliyor mu? “Ulusal çıkarlarımız çerçevesinde, şu ülkede şu konulara dikkat edin” deniyor mu? Yoksa firmalar kafalarına göre takılıp, ne kadar vize o kadar kazanç diye mi bakıyorlar?
Örneğin, Batılı ülkeler Türkiye’de görevli aracı şirketlere, “Bu ay şu kadar sayıda vize vereceğiz, başvuruyu o oranda alın” diye talimat veriyor. Bir Türk konsolosluğu ya da elçilik görevlisi yandaş şirketin yönettiği aracı kuruma yönlendirme yapıp talimat verebiliyor mu? Ne haddine? Benim bildiğim, şirketin vize verilmesini onayladığı. Ancak şaibeli olduğu gerekçesiyle vize reddinde bulunan diplomatlar “Aferin” alacaklarına Ankara’dan azar işitiyorlar.
Bir emekli diplomatın dediği gibi, aracı kurumlar meseleye kurumsal devlet bakışı ile bakmayıp, bakkal yönetir gibi kazançlarına odaklanınca, rant uğruna ülke yol geçen hanına dönüşüyor.
Türkmenistan “Bana vize koy” dedi
Bizdeki açık kapı politikası öyle bir noktaya geldi ki, kontrolsüz seyahatler öyle baş ağrıtmaya başladı ki, artık üçüncü ülkeler Türkiye’ye “Bana vize koy” demeye başladı. Örneğin 2022’de Türkmenistan’ın talebiyle Türkiye bu ülke vatandaşlarına vize uygulamasına geçti. Vizesiz dönemde Türkmenistan vatandaşları gerek kendi ülkelerinden çıkarken gerekse Türkiye’ye girişte keyfi uygulamalar nedeniyle mağduriyet yaşayabiliyordu.
Türkmenistan sınır polisi kimi zaman rüşvet karşılığında vatandaşının çıkışına izin veriyordu. Orta Asya kökenli tetikçilerin Türkiye’de yakalandığına dönük haberlerin sıklığına bakınca bu detay masumane kalıyor tabii.
Yanlış politikalara devam
Anladığım kadarıyla Mevlüt Çavuşoğlu kendi bakanlığı döneminde peydahlanan kimi şirketlerle ilgili rahatsız olsa da parti baskısı nedeniyle fazlaca etkili olamamış. Bir yılı aşkın süredir görevde olan Hakan Fidan’ın ise meseleye el atma niyeti taşıdığını yazmıştım. Malum, yıllarca Milli İstihbarat Başkanlığı yapan Fidan’ın güvenlik zafiyeti konusunda daha hassas olması beklenir. Üstelik, kendisi teknolojinin günümüz dünyasında taşıdığı önemin farkında olan bir siyasetçi olarak biliniyor.
Ülkeye kimin girip çıktığı konusunda yetkilendirilecek şirketlerin seçimi konusunda hassasiyet göstereceğine dair bir iyimserlik oluşmuştu.
Ama edindiğim bilgiye göre kendi bakanlığı süresinde yine yeterli kriterlere sahip olmayan ama partiye yakın olduğu bilinen şirketler beş ülkede vize başvuru merkezi açmaya yetkili kılınmış. Yani yanlış uygulamaya devam denmiş. Partinin bekası, devletin bekasından önce mi geliyor? Yandaşlar ranttan bir türlü vazgeçemiyor mu?
Hadi ülkenin çıkarlarını bir kenara bırakalım, yabancılar meselesi artık Ak Parti’yi oy kaybettirme noktasına getirdi. Bakalım rant uğruna oy kaybına göz yumulacak mı?