Bugünlerde AK Parti sonrası veya AK Parti’nin düşüşü ile doğacak politik boşluk sessiz bir gündem oluşturuyor. Bu gündem, artık bekâ korkutmasına karşı bağışıklık kazanmış seçmen tarafından umursamazlıkla karşılansa da, siyaset iştahı kesilmemiş eski siyasiler ve kaygılı mahallelinin ilgi odağına oturmakta. Mevcut tablo, AK Parti’nin boşluğunu yaklaşık yüzde 7 oranında Yeniden Refah Partisi’nin (YRP), yüzde 5 oranında ise Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) doldurduğunu, kalan AK Parti seçmeninin bir kısmının ise kaygılı bir umursamazlıkla önümüzdeki seçimde sandığa gitmeyeceğini göstermektedir.
Muhtemelen ironik bir yaklaşımla, CHP’nin yeni sözcüsü Deniz Yücel veya arkadaşları bir daha din hakkında konuşmazlarsa ve İmamoğlu bu belediyecilik anlayışını istikrarla sürdürürse, önümüzdeki dönem bir CHP iktidarını görebiliriz. Ancak, acilen devleti yeniden kurumlarıyla ve yok edilen veya içi boşaltılan değerleriyle tesis edebilmek ve dayatılan vasatlığı aşmak için merkez CHP kadrolarının kapasitesi ne kadar yeterli, bu da ayrı bir tartışmanın konusu.
Cumhuriyetimizin siyasi tarihinde merkez kavramı hep bir dengenin ağırlık merkezini ifade etmiştir. Toplum, siyasi temsil ve devlet hep bu merkezde buluşmuşlardır. Bu anlamda merkez, demokratik sağ ve solu temsil ediyordu. Merhum İnönü buna ortanın sağı veya solu demekteydi. Toplum ve hatta cemaatler, radikal sağ veya solu bu merkezden dışlıyordu. Cemaatler ve tarikatlar için bu merkez dışında siyaseti tercih etmek, aynı zamanda devletle karşı karşıya gelmek anlamına geliyordu.
Bugünün Türkiyesi’nde ise son 20 yılın iç ve dış gelişmeleri neticesinde siyasetin, toplumun ve devletin ortak merkezi radikalleşmiş durumda. Başta mafya olmak üzere kuralsızlık ve kanunsuzluk, kendini merkezin yılmaz ve tartışılmaz temsilcileri olarak kabul etmektedir. Eskiden çevreye savrulan radikallerle fotoğraf vermek normal bir şey sayılmazken, bugün radikal merkezden çevreye savrulan hak, hukuk ve olması gereken normalin fotoğrafı içinde yer almak anormal ve riskli addedilmektedir. Bugünkü kriz toplumunda oluşan radikal merkeze, mühendislik tabiriyle “krizin kararsız denge noktası” da denilebilir.
Mevcut devlet ve kurumların güven, değerler ve ahlak, vasatlığın krizlerini üreten bu merkez, artık toplumun makul taleplerini ve devletin kendisini taşıyamamaktadır. Popülist bekâ merkezinin ürettiği ekonomik, hukuk, refah ve aidiyet gibi krizler yeni bir demokratik merkez inşasını gerekli kılmakta. Dün, İYİ Parti’nin kuruluşu ve buna gösterilen teveccüh bu arayışın anlamını ve heyecanını taşıyordu. Bugün için ise makul AK Partililerin CHP’ye yönelişleri dahil, bu arayışların devam ettiğinin sinyalleri verilmekte. Demokratik merkezin tüm yükünü CHP’ye bırakmak, bu matematiğin doğasına aykırı gözükmekte.
İYİ Parti kurulurken yeni bir MHP görüntüsüne rağmen gösterilen teveccüh, aynı zamanda yeni bir demokrat sağ merkez beklentilerinin umudunu taşıyordu. Akşener partiyi kurduğunda, “toplumun farklı kesimlerinin dertlerinin devasını tartışmaya açığım” mesajını veriyordu. İYİ Parti, MHP’den kopma hareketi olmasına rağmen eğitimli genç orta kuşak, parti örgütlerde kendilerine rahatça yer bulabiliyordu. Fakat partinin umutlu başlayan hikâyesinin bugünü artık pek o umudu taşımamakta1.
Ancak İYİ Parti’nin hikâyesinden bu şekliyle bile tartıştığımız demokratik bir merkez sağ için dersler çıkartılabilir. Öncelikle, demokrat bir merkez sağ hareket, mevcut AKP veya MHP gibi partilerin tabanlarına kitlenmemeli. İYİ Parti örneğindeki gibi kendi özgün tabanını oluşturabilmeli. AKP’nin en az tamamen Erdoğan liderliği ile füzyona girmiş yüzde 20 kitlesinden umudunu kesmeli. Sağın ezberini başta Kürt sorunu ve derin devletin ıslahı gibi konularda özgüvenli bakışı ve duruşuyla bozabilmeli. Bu bakış ve duruşun vereceği güven kendilerine yeni bir seçmen tabanı oluşturabilme imkanını verebilmeli. Seçmen ile siyasetçi arasındaki temel bağın içgüdüsel güven sorunu olduğu unutulmamalıdır. Değerlerine ve aidiyetine sahip çıkma arayışında olan eğitimli, seküler, meslek sahibi genç kuşağın beklentilerini ve katılım taleplerini karşılayabilmeli. Hala geçmişin Ak Partili iyi günlerinin nostaljisinin ısrarı bu yeni bir demokratik sağ harekete şizofrenik taşıyamayacağı bir yükü getireceği de dikkate alınmalı. Bu hareket reformcu ve inşa edici karakterde olmalı.
Mevcut CHP en iyimser yaklaşımla devralacağı sistemi eskiye yönelik restore etmeye çalışacaktır. Ancak getirilen nokta restorasyonun daha ötesini gerektirmektedir. Yeni demokratik sağ hareketin aktörleri, öncelikle siyaseten bir şey olmaya değil ihtiyacımız olan muhafazakar demokrat reformların yeni yüzü olmaya fikri bir perspektifle talip olmalıdırlar.