Yazmak suçtu yazmamak da suç oldu

Türkiye yine sansürlü bir sabaha uyandı.

Daha önce de çeşitli sosyal medya platformlarına sansür getiren BTK, bu kez de Instagram’a erişimi engellemiş.

Kararın iktidarın talebi üzerine ve mahkeme kararı olmaksızın sabaha karşı alınıp uygulandığı söyleniyor.

Bu gibi engellemelerde mutlaka bir “yargı kararı” olması, dandik de olsa bir mahkemeden bir emir çıkarılmış olması gerekiyor.

Çok şükür iktidarın böyle bir sorunu olmuyor.

Yargı böylesi kararlar için emirlerinde.

Ama bu kez onu bile beklemeden, idari bir kararla Instagram kapatılmış.

Özgürlük, iletişim hürriyeti gibi bu iktidarın anlamayacağı kavramlar bir yana Instagram on binlerce kişinin ekmek kapısı.

Orada tanıtım yapıyor, ticaret yapıyor, iş yapıyorlar.

Elbette iktidarın ve onun emrindeki BTK’nin bunu anlaması beklenemez.

Deprem sırasında, kurtarma ekiplerine Twitter üzerinden erişim yapıldığı halde Twitter’i kapatan kafadan bunu anlamasını mı bekleyeceğiz.

Ancak bu kez kararın gerekçesi de ilginç.

Şimdiye dek sosyal medya platformlarına ya da internet sitelerine erişim, bu platformların ve sitelerin kullandıkları içerik nedeniyle getirilirdi.

Bu kez tam tersi oldu.

Instagram’a getirilen engelin nedeni, “kullanmadığı” bir içerik.

Instagram, Haniye’nin ölümünün ardından yapılan paylaşımları, topluluk kurallarına uygun olmadığı gerekçesiyle kaldırıyormuş.

Buna Haniye için yayınlanan başsağlığı mesajları da dahilmiş.

Bunu önceki gün Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun duyurmuş ve Instagram’a sert ifadelerle yüklenmişti.  Ve “sansürcülükle” suçlamıştı.

Yasağın an meselesi olduğunu o gün hissetmiştik ama “Yok canım bu kadar da saçmalamazlar” demiştim.

Potansiyellerini küçümsemişim.

Bu kadar da saçmalarlarmış.

Tabii bu yasaklar konusunda ilginç birkaç yolu da açabilir.

Muhalefet partileri ve liderleri, kendilerine yer vermeyen iktidar medyasından benzer bir şekilde “sansürcülük” suçlamasıyla şikayetçi olup, A Haber, Sabah, Hürriyet internet sitelerine erişim yasağı isteyebilirler.

Ama daha da beteri ve mümkünü, iktidar “Bizi yeterince övmüyor ve yaptığımız başarılı çalışmalara sansür uyguluyorlar” diyerek muhalif yayınlara engel getirebilir.

Olmaz demeyin, bu kafa ve yargı ile her şey olur.

Dezenformasyon Merkezi’nden ricam

Hazır Fahrettin Altun’dan söz etmişken, kendisini ilgilendiren bir konu ile ilgili birkaç sual soralım.

Türkiye’de halkın yanlış bilgilendirilmesine karşı önlem almak maksadıyla iktidar tarafından kurulmuş bir merkez var.

Adı Dezenformasyonla Mücadele Merkezi.

Özellikle iktidarı ilgilendiren konularda, iktidarın hoşuna gitmeyen bilgileri yayınlayanları ve yayanları yalanlamak için kullanılan bir merkez.

Hem yerel hem uluslararası alanda haberlere “yalanlama” yapıyor.

Öyle ki, İsrail Başbakanı Netanyahu’nun ABD Kongresi’nde yaptığı konuşmanın içeriği ile ilgili olarak bile yalanlamalar ve düzeltmeler yaptılar.

Benim Fahrettin Altun’un kontrolünde olduğu bilinen bu Dezenformasyonla Mücadele Merkezi’ne bir sualim var.

Biliyorsunuz, Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, geçtiğimiz günlerde Paris Olimpiyatları’nın açılış törenine, torununun uyarısı üzerine katılmadığını çünkü torunun orada lgbti gösterileri olacağını öngörmüş olduğunu açıkladı.

Ancak daha sonra Fransız basınındaki pek çok gazete, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Paris Olimpiyatları’nın açılış törenine davetli olmadığını yazdı.

Dezenformasyonla Mücadele Merkezi olarak bizi aydınlatmanızı istiyoruz.

Fransız basını mı doğru söylüyor, yoksa Cumhurbaşkanımız mı!

Davetli miydi de gitmedi, yoksa zaten davetsiz miydi!

Dezenformasyonu yapan kim!

Bir açıklama yaparsanız seviniriz.

Eğer bu konudaki bilgi kirliliğini ortadan kaldırırsanız söz veriyorum Libya ve Irak’a girip girmediğimiz konusunda bir bilgi istemeyeceğim.

Söz.

Bu olimpiyatın kazananı bizden biri

Bugün her yazı, bir sonraki yazıya ilham oluyor.

Paris Olimpiyatları demişken olimpiyattan bahsetmemek olmaz.

Özellikle de bir kişiden, bir sporcumuzdan.

Bu olimpiyatların kazananı belli oldu.

Türkiye ve Türk Milli Atıcımız Yusuf Dikeç.

Gerçi altın değil gümüş madalya aldı ama tüm dünyada gönüllerin şampiyonu, bu olimpiyatın o oldu.

Kendisine gümüş madalya getiren yarışmadaki cool duruşu, rakiplerini önemsemez tavrı, klasik bir atıcı görüntüsü ile sergilediği muazzam karizması ile Paris Olimpiyatları’nın sembolü olacağı kesin.

Siz Fahrettin Altun sayesinde Instagram’a girip göremiyorsunuz belki ama Dikeç ile ilgili dünyanın her yerinde hâlâ milyonlarca paylaşım yapılıyor, fotoğrafları milyonlarca beğeni alıyor, dünyanın en ünlü insanları, en çok takipçili hesaplar onu yayınlıyor.

Dikeç sosyal medyada Nusret’i çoktan solladı ve çok daha saygın, Cristiano Ronaldo ile çekişiyor desek yeri.

Ve o kadar “cool” ki bu durum bile umurunda değil.

Yusuf Dikeç astsubayıma teşekkür ediyorum.

Bizi bu kadar güzel temsil ettiği için.

Ve tabii memlekette her şey kötü giderken başarısı ve ondan önemlisi tavrı ile bizi mutlu edip, Türkiye hakkında uzun bir aradan sonra iyi şeyler söylenmesini sağladığı için.

Siyonist nasyonal sosyalizm mi!

Aşağılık Netanyahu’ya bir sorum var.

Madem intikamınızı, ülkenize düzenlenen saldırının sorumlularından alabiliyordunuz.

Tamamına yakını sivil, büyük bölümü çocuk ve kadın 50 bine yakın insanı niye öldürdünüz?

Zevk için mi, kan içici katiller olduğunuz için mi?

Siyonist Nasyonal Sosyalist düzen kurma peşinde olduğunuz için mi?

50 bine yakın günahsızdan ne istediniz, bu kendi niye yakıp, yıkıp yok ettiniz?

Umarım yatağınızda gebermezsiniz!

Yüzsüzlük ama bu kadarı 

Cinayetin suçlusu da biz olduk. 

Cümlenin sonuna moda bir küfürü yazmam lazım da yazamıyorum. 

Size ayıp olmasın diye. 

Eski bakan ve emekli milletvekili Abdüllatif Şener’in oğlu anneannesini öldürdü, suç basına kaldı. 

Abdüllatif Şener öyle diyor. 

Oğlu TBMM’de işe girince haber konusu olmuş, bu da onun psikolojisini bozmuş ve bu yüzden anneannesini öldürmüş. 

Bu çıkarıma dense dense “çüşş” denir. 

Eğer öyle ise bile meselenin sorumlusu Abdüllatif Şener’dir. 

Çünkü eğer oğlunu nepotizmin, adam kayırmacalığın dik alakasını yaparak TBMM’de işe sokmasa, öyle bir rezillik olmamış olacağı için gazeteciler bu rezilliği yazamazdı ve Abdüllatif Şener’in oğlunun da psikolojisi bozulmaz ve anneannesini öldürmezdi. 

Yani anlayacağınız Abdüllatif Bey, kayınvalidenizin ölümünün nedeni biz gazeteciler değil, siz kayırmacı siyasetçilersiniz.

Milletin çocukları açken, işsizlikten kıvranırken, belediyedeki temizlik işçisi kadrosu için onbinlerce üniversite mezunu sıraya ve sınava girerken siz “psikolojik” sorunlu oğlunuzu TBMM’ye sokmaktan utanmayacaksınız ve utanmadan bizleri suçlayacaksınız. 

Hadi ordan. 

Haddinizi bilin. 

Ya oğlunuz TBMM Başkanı öldürseydi ya da genel kurul salonuna silahla dalsaydı ne olacaktı! 

Onu hiç düşündünüz mü! 

NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?

Yasaklarla bir yere varılmadığını aptallar da anladığı zaman.