Avrupa Birliği (AB) ülkelerinde, 5 Kasım’da yapılacak olan ABD başkanlık seçimlerinde yarışacak adaylar yakından takip ediliyor. Zira seçimlerin neticesi Ukrayna-Rusya savaşının seyrini etkileyebilir. Bununla birlikte, transatlantik ilişkiler, savunma, ekonomi ve dış politika alanlarında da Beyaz Saray’ın yeni kiracısının kim olacağına bağlı olarak politika değişiklikleri yaşanabilir.
Bilindiği üzere Donald Trump’ın seçim yarışında galip gelmesi halinde, Washington ile Brüksel arasında yaşanan ‘bahar havası’ yerini 2016-2020 yıllarında yaşanan çalkantılı, sert ve emrivakilerle dolu bir döneme bırakabilir. Joe Biden başkanlık yarışından çekilmeden önce AB’nin önde gelen ülkelerinde Kamala Harris’in Biden yerine başkanlık adaylığına soyunması halinde, Trump tarafından ‘bir lokmada etkisiz hale getirilebileceği’ ifade ediliyordu.
Biden’ın iktidarı sırasında Harris’e fazla manevra alanı bırakmadığı bilinen bir gerçek. Ancak Biden’ın başkanlık yarışından çekildikten sonra halefi olarak Harris’i işaret etmiş olması Avrupa’da önce şaşkınlık, ardından da ilk kamuoyu araştırmaları yayınlandıktan sonra umutlara neden oldu.
Fikirlerini bilmiyoruz
Harris başkan aday adayı gösterilene kadar, ekonomi, savunma, dış politika, sağlık, çevre ve sosyal işler konusunda ne düşündüğü pek bilinen bir siyasi şahsiyet değildi. Şubat 2021’de Almanya’da her yıl düzenlenen Münih Güvenlik Konferansı’nda kendisini dinleme fırsatını yakaladım. ABD Dışişleri Bakanlığı ile Savunma Bakanlığı uzmanları tarafından yazılan güzel bir metni okumuş, ABD’de iktidarın Cumhuriyetçilerden Demokratlara geçmiş olduğunun öğelerini taşıyan cümleler ve sözler sarf etmişti. Ancak dünya meseleleri konusunda Harris’in ne düşündüğünü öğrenememiştik.
Aradan neredeyse 4 yıl geçti ve hala dünya meseleleri konusunda Harris’in ne düşündüğünü bilmiyoruz. Gelinen noktada Harris, Hollywood’un ve sanat dünyasının Demokrat taraftarları sayesinde yepyeni bir imaj, kimlik ve algıyla seçmen karşısına çıkacak. Düne kadar Harris’in şansının olmadığını düşünen AB’nin önde gelen isimleri, Harris’in 100 günde Demokrat seçmenler nezdinde yeni bir heyecan yaratabileceğini ve sandıklara gitmeyi düşünmeyen, hatta salıncak eyaletlerde oylarını Demokratlardan Cumhuriyetçilere kaydıran seçmenlerin Harris’e oy vermeye niyetlenebileceklerini düşünüyorlar.
Ciddi şansı var
Nitekim Amerika’nın biraz da niş haber analiz sitesi ‘Puck’ yazarlarından Julia Loffe ve Brüksel’de Politico muhabiri olarak çalıştığı dönemlerde tanıştığım Tara Palmeri, “Somebody’s gotta win”, yani ‘Birinin kazanması gerekiyor’ isimli podcastlerinde, 2020 yılında Biden’ın Trump’a karşı kazanmasına vesile olan iletişim uzmanı Karen Finney ve CNBC’nin siyasi partilerin kampanyalarından sorumlu muhabiri Brian Schwartz ile söyleşiler gerçekleştirmişler. Bu isimlere göre Harris’in seçimleri kazanması ihtimal dışı değil. Hatta mümkün. Zira ‘Bulkware’den Marc Caputo da aslında Harris’in Trump için Biden’dan daha büyük bir tehdit oluşturduğunu söylüyor.
Belki de Obama’dan sonra Demokratlar, Kamala Harris gibi Hint ve Jamaika kökenli bir Amerikalının Beyaz Saray’ın yeni kiracısı olmasını sağlayabilecekler. Böyle bir ihtimalde AB-ABD zirveleri çok renkli olur. Bir tarafta Hint ve Jamaika kökenli bir Amerikalı ve etnik çeşitliliğe dayalı Amerikan bakanlar, diğer yanda da neredeyse hepsi beyaz tenli mavi gözlü Avrupalılar. Ve Amerika’dan azınlık haklarına saygı göstermesini talep eden Avrupa Komisyonu üyeleri... Neyse ki AB Konseyi Başkanı Antonio Costa biraz geleneksel Avrupalı klişesini bozuyor!